30 Aralık 2012 Pazar

"Şıp Sevdiyim"



Yine aşık olmuşum.

Çok mu?



Palyaço dudakları var biliyo musunuz.. Böyle iki dudak kenarı kıvrılarak yukarı bakıyo gülümserken..


Hissettim.. Söylüyorum..

27 Aralık 2012 Perşembe

Bahar Kokan Aralık Günü



Bu sabah uyanmakta biraz güçlük çekmiştim.. Sıcak, yumuşacık yatağımdan çıkıp Bursa'ya gidecek olmak zor gelmişti.. Yine de kalktım.. Bi duş aldıktan sonra attım kendimi sokağa...

Evimizle durak arası çok uzaktı.. Pek hareket eden biri olmadığım için ana durağa yürümek zor gelmişti..  O yüzden SSK Hastanesinin oradaki evimize yakın olan durağa yürüme kararı verdim.. Durağa vardığımda Bursa'ya kadar ayakta gitmeye cesaret edemediğimden ana durağa gitmeye karar verdim..

Otobüste yine yanıma şişko bi teyze oturdu.. Koridordan her bir kişi geçtiğinde kendisine değmesinler diye benim üstüme yatıyordu.. 5 yıla yakın Gemlik - Bursa otobüs yolculuğu yaptığım için artık sabırdan eser kalmadığını fark ediyorum.. Az kaldı dirsekleyecektim kadını.. Neyse ki kısa bi süre sonra uykuya daldım... Uyandığımda Bursa'ya varmıştık..

Altıparmak'taki Müzik Okulu'ma vardığımda dünyalar tatlısı Murat Hocam elinde çayı ve sigarası ile; 3 katlı ahşap binanın girişinde beni bekliyordu :) Onu gördüğüm an tüm stresimi attım hemen.. Kapıda biraz sohbet ettikten sonra sınıfa geçtik.. Bugün Şan ve Dinleme dersim vardı... Ses açma alıştırmaları yaparken yine kendimi tutamayıp kahkahalara boğuldum..

Derslerim bittikten sonra dışarı çıktığımda moralim düzelmişti.. Hava o kadar güzeldi ki derin derin nefes alma ihtiyacı duydum.. Baharı içime hapsetmek istedim.. Uzun ve soğuk bir kış kapıdaydı nede olsa.. Sonra hemen eve dönmek gelmedi içimden... Ne zamandır da kendime bot almak istiyordum..

Yakın olduğu için Zafer Plaza'ya gittim.. Orda bi kaç ayakkabıcı gezdikten sonra Elle'ye gittim.. Ayakkabılara baktım ama fiyatlar yüksek gelince almaktan vazgeçtim.. Çalışmadığım için alışveriş yaptıktan sonra kendimi harcama yaptığımdan dolayı çok suçlu hissediyorum da.. Neyse öyle bakınırken satıcı çocukla ( 19 yaşında ) sohbete başladık.. Derken mağazada çalışan diğer kişiler de katıldı sohbetimize... O esnada da mağazadaki hemen tüm ayakkabıları denettiler bana.. Son olarak beğendiğim ayakkabıda iyi bir indirim sonrasında bol taksit yaparak beni mağazadan uğurladılar.. Çok güzel bir bot almış olmama rağmen sonrasında çok mutsuz oldum..

Sanırım part-time bi iş bakacağım.. Uzun yıllar çalışan bi insan sonradan tekrar babasına muhtaç yaşamaya başlayınca dengeler tam yerine oturmuyor bir türlü..

Belli bi standartta yaşamaya alışmışken şimdi her yaptığım şeyi kırk defa düşünmek sonra da suçluluk hissetmek.. Ooooffff mutsuzum yani...



26 Aralık 2012 Çarşamba

Sırf bişey yapmış olmak için yaptığım şeyler de oldu benim


Boşluğa Uzanmak

Başından bu yana travmalar silsilesi hepsi..

Nedenler neden-siz... Neden?

Sırf o an öyle geldiği için, acaba'ların çekimine karşı dirençsizlikten belki..

Kavramlar, kurallar havada uçuşan kuş tüyü..

Kulaklar; karanlık bir tünelin başlangıç ve bitiş noktası..

Hadi; anahtar.. Çok göz önünde olduğundan mı fark edilmiyor yoksa...

Boşluk yok.. Bir nefeslik bile... Değil..

Şimdi sadece'lerden bıkmak değil.. "Sadece" hep orda... Çağırılmayı beklemeden gelen, davetsiz misafir...

Kim gerçeğin peşinde?

İyi oyuncu olmak önemini yitirir... Oyunun kuralları herkese göre değişir.. Tek gerçek oyunda varlığını sürdürebilmek...

Yo yo.. Bunların hiç biri değil..

Tek gerçek "gerçek karanlık"



20 Aralık 2012 Perşembe

aşk üzerine diyeceklerim var





Benim kalbim resimdeki ağaç gibi sanırım.. 

Yaşadığım ilişkiler de mevsimler.. 

Baharda tomurcuklanıp, yazın çiçek açıp, sonbaharda yapraklarım solup, kışın yaprak döküyorum..

Çetin bi kış geçirdim bu yıl; yapraklarım dökülmekle kalmadı belki.. İçimde kopan fırtınalarda dallarım kırıldı, köküm yerinden oynadı..

Kara kıştan sonra gelen bahara inandım yine de ben..





 



16 Aralık 2012 Pazar

Çıplak Karı İsteyen Buraya Baksın Bi

Selam,

Blog sayfamın bugünkü verilerini kontrol ettiğimde; gün içinde yalnızca Türkiye'den bir okurum olduğunu ve onun da 42 yazım arasından "Memeler Baş Kaldırmış'ı" okuduğunu gördüm..

Playboy dergisinin sahibi "Sex Her Zaman Satar" sloganıyla yola çıkıp bugünkü servetini kazanmış oldu..
Yine günümüz blogger'larından en tanınmışı olan Pucca da sex hayatını uzun uzun yazarak bugünkü ününe kavuşmuş oldu..

Tabi bu noktada benimde bundan sonra sex içerikli yazılar yazacağım sonucu çıkmıyor...

Ben sadece bu başlık altında kaç tık alacağımı merak ettiğimden bu yazıyı yazma gereği duydum :)

Bu yazımı başlığa uygun olması açısından sıcak bir video ve güzel bir şarkıyla sonlandırayım :) İyi seyirler :)



 

13 Aralık 2012 Perşembe

BindikBirAlameteGidiyozGıyamete

Yine bir uyku molasından hepinize selamlar,

En son ne diyorduuuum; hah, büyük kararlar aldım paylaşacağım..

Şimdi aslında benim bu kararın külliyatını size geçmem lazım, kolay değil belki 15 yıllık bir süreci özetleyeceğim.. Bakın kader ağlarını nasıl da örmüş :)

02 Aralık 1987; hayata merhaba ile, kulağıma fısıldanır EZGİ ismi,

Takip eden yıllarda sesimin yanıklığı fark edilir, aile meclislerinde düğünlerde falan durmadan istekler gelmeye başlar.. Kıramam sahnelerde boy göstermeye başlarım..O dönemler türkücüyüm.. ( Dikkat : Yüksek dozda abartı içermektedir. )

Sonraki yıllarda okula başlayınca müzik derslerinde, yıl sonu gösterilerinde olmazsa olmazlardan biriyim  ( Dikkat : Yüksek dozda abartı içermektedir. )

Yııılll 1997 bilemedin 1998; bi doğum günümde babam elime üçgen bi plastik parçası sıkıştırır ( Sonradan öğrendimki PENA'ymış o üçgen plastik); hayatımda ilk kez görmüşüm, derim "bu ne", babamda "param bun yetti kızım" der, benim de o an babamın durumu içime dokunur ( hep içli bi çocuktum, zırlak da denebilir  ) tam gözlerim dolup çenem titremeye başlayınca annem içerden koooskocaman bi kutu getirir.. Meğer beni yemişler.. Çok severdi keratalar duygularımla oynamayı :D Neyse böylece ilk gitarıma sahip olmuş oldum..

Gitarı aldık almasına ama sonrasına sürekli bir kursa devam etmem mümkün olamadı, dershane, okul, oyun derken  elimde kendi kendime oyalandığım bir uğraş haline geldi..

Ancak ilerleyen zamanlarda genişleyen arkadaş çevresiyle birlikte, müzisyen arkadaşlarımla yeniden bir gitar sevdası aldı yürüdü..

Sonrasında karşıma çıkan üniversite sınavları hepten belimi büktü.. Oldum olası tembel bir çocuktum, ders çalışmayı sevmez, nerde haylazlık var onun peşinde koşardım.. Müziğe olan ilgim herkes tarafından bilinse de nedense o dönemler müzisyenliği ailemizde ve çevremizde hiç birimiz meslek olarak göremedik..

İlk üniversite sınavımın sonucu berbattı.. Buna rağmen babam beni cezalandırmak yerine yüreklendirmek için bir elektro gitar almıştı ( Canım babam :) )

Üst üste girdiğim 2 üniversite sınavından da vasat sonuçlar alınca 2 yıllıklar arasında bilmem neden Turizm ve Otelcilik İşletmeciliği Bölümü'nü tercih ettim.. Bi de o dönemdeki erkek arkadaşımın okuduğu okul denk geldi 16. tercihimken.. Tabi baskıcı tutumları nedeniyle okulda da müzikle uğraşmam pek mümkün olamadı..

Derken okul bitti ve Çeşme'de bir otelde çalışmaya başladım.. Gittiğim her yere gitarımı da götürüyordum, orada yine haşır neşir olmaya başladım kendisiyle..

Sonra 2008 yılında abim Amerika'ya gitmeden kısa bir süre önce bir anneler gününde Anneme KEMAN alma kararı verdik.. Şimdi bunu söylediğimde herkes "Annen Keman çalabiliyor mu?" diyor.. HAYIR annem eline bir kez olsun keman almadı.. Sadece biz onun kendiliğinden keman çalmaya başlayıp bi virtüöz olacağını hayat ettik.. Olmadı.. Artık evimizde kimsenin kullanmayı bilmediği bir keman vardı..

Bu esnada mesleğime yeni atılmıştım, işimi çok seviyordum ama başımda bir bela vardı.. Beni hayattan soğutan müdürüm.. ( Bu kısımlarda isim vermekten kaçınıyorum ) Sonunda daha fazla orada kalmak istemediğime karar verince işi bırakıp eve döndüm.. Bu durumlar benim mesleğe karşı ilk soğumamın temellerini attı..

Sonrasında Bursa'da girdiğim ilk otelde ise Gemlik- Bursa arası yol yapmanın dışında hayatım boyunca denk gelebileceğim ennn aşşağılık insanların çalıştığını anlamam çok zamanımı almadı.. Mesleği bırak hayattan soğuyordum..  Gelen gideni aratır derler ya, Çeşmedeki sıkıntılar buranın yanında devede kulak kalıyor..Ancak yine de 3 yıla yakın bir sabır sürem olduktan sonra daha fazla dayanamadım ve bir diğer otele geçme kararı vererek o iğrenç yerden kurtuldum...( Ancak içinde birkaç kişi var ki benim için çok değerlidir.. ) 

Sanıyordum :) Bu girdiğim otelde ise işe gidip gelebilmek için günde toplam 6 vesait kullanıyor birde neredeyse topundan tiksindiğim insanlarla çalışıyordum ( Ancak içinde birkaç kişi var ki benim için çok değerlidir.. ) Takip eden günlerde ekibe birde Satış Pazarlama Direktörü eklendi.. Kadın deyim yerindeyse işler güçler derken kafayı sıyırmıştı.. Bir türlü kurulamayan ekip ve patronun ucu bucağı gelmez istekleri.. Resmen dehşete düşmüşüm.. Yıllardır hayal ettiğim idealim, kanlı-canlı karşımda duruyordu ve ben bu manzaraya bakmaktan bile rahatsızdım..

8 yılımı verdiğim Turizm tamamen yanlış bir seçimdi.. Ama artık geri dönüş ihtimalim yoktu.. Kimseye anlatamazdım bunca yıldan sonra hayallerimin peşinden koşma isteğimi.. O kadar para kazanıyorken deli derlerdi.. Ama daha fazla da devam edemeyeceğimi hissediyordum..

Derken vucudum teklemeye başladı.. Pilim bitmişti.. Mart ve Nisan aylarında hiç birşey yapmaya gücüm kalmadığını hissetmeye başladım.. Aniden tansiyon değişiklikleri, son derece ciddi bir dalgınlık, asabiyet ve halsizlik.. Öleceğimi hissediyordum.. Sonra hastaneye gittim yapılan onca tetkikten sonra hiç birşey bulunamayınca durumumun psikolojik olduğu yönünde bir karara vardılar..

Bu durum karşısında 2 seçeneğim vardı önümde: 1. si henüz 6 aydır çalışmakta olduğum son otelden ayrılıp hayatımın yönünü değiştirmek, 2.si yaşanan herşeye kulak tıkayıp yüksek sezona kendimi hazırlamak.. Ben ilk seçeneği tercih ettim ve otelden ayrıldım..

Oluşan boş zaman diliminde de tekrar doktora gittim.. Kafamda tümör tespit edildi.. Hayatım kökten değişmişti.. Geçirdiğim 2 ameliyattan sonra hastalığa da veda etmiştim.. ( Bu süreçte işten ayrılıp İzmir'e taşınma ve hastalığımı orada öğrenme durumu oluşmuştu )

Artık işim yoktu, hastalık yoktu.. Hayat "bu durumdan nasıl kurtulurum, nasıl destek alabilirim çevremden" diye kendi kendime yakınırken bu dileğimi altın tepside önüme sunmuştu.. Kanseri atlatmıştm.. Bu benim 2. hayatımdı ve daha önce yaptığım hataları tekrarlayamazdım..

Zaten sonrası çorap söküğü gibi geldi.. Aralarda da bahsettiğim gibi hep müzikle uğraşmak istemiş ama bi türlü fırsat bulamamıştım..  

Müzisyen olmaya karar vermiştim..

Bu kararı takip eden günlerde elime ilk aldığım enstrüman Elektro Gitar oldu.. İşin güzel yanı Selim Işık denen tapılası adamın bundan 3 yıl önce toplamda 100 videoluk elektro gitar derslerini internete ücretsiz koymuş olmasıydı.. Hem hastalık sonrasında evden çıkmadan geçirmem gereken sürecimi sıkılmadan atlatabilecektim.. Hemde ücretsiz ve çok detaylı bir ders alacaktım.. Kararlıydım ve günde 8 saate yakın gitar çalışıyordum..

Derken komşumuzun oğlu Caner'in çok sık gittiği ama benim varlığından haberdar bile olmadığım "Sanat Evi Kafe"  gitme kararı verdik.. O gün kafenin sahibi Hüseyin Amcayla tanıştık ve kısa sürede kaynaştık.. Ortak bir yönümüz vardı, müzik.. Takip eden günlerde bir akşam da gitarımı alıp çıktık yukarı..

İlk keman hocam Mehmet Taşpınar'la tanışma sürecim de böyle gelişti.. O akşamdan sonra Mehmet Hocayla tanıştırıldım.. Ben gitara yönelmiştim ki bi anda aklıma fakülteyi sokuverdi.. Ancak yaşımın geçtiğini düşündüğüm için bu ihtimal bana çook  uzaktı.. Yine de gitarı hemen hemen çalabildiğimi keman veya piyano öğrenmem gerektiğini üstüne basa basa vurguladı..

Yıllar önce absürd bi şekilde anneme aldığımız kemanın artık neden eve girdiğini anlamıştım.. O benim içindi..

Keman derslerine başladım..

Derken eski sevgilimle barıştık ve benim yine kafam karıştı.. Müziği herşeyi bi kenara itip İstanbul'a taşınma kararı aldım.. Keman derslerini bıraktım ve iş aramaya başladım.. Kadınlar sevince gözü kara olur..

Bu süreçte nasıl büyük bir hata yaptığımı farketmem için yıllardır görüşmediğimiz Songül devreye girmişti.. O benim görmeyen gözüm, duymayan kulağım oldu.. Bu büyük hatayı farkedip kendimi geri çektiğim dönemde sonunda keman derslerini bırakmış ve ingilizce dersi alırken buldum kendimi..

Ama mutsuzdum.. Öğrenmek istediğim ingilizce değildi.. Ama artık vazgeçemezdim çünkü artık bu yaptığım maymun iştahlılığa girerdi ve ailem de benden desteğini çekerdi..

Tam bugünlerde yine uzun zamandır görüşmediğim Barıştan bir telefon aldım.. Telefonda konuşurken kendisi de müzisyen olduğu için keman dersi aldığımdan bahsettim. O da kendi müzisyen arkadaşı Serdar'ı önerdi..

Böylece haftada bir gün kendi cep harçlıklarımı toplayarak yeniden keman derslerine başlamış oldum..

Keman derslerimden sonra Fakültenin çok da uzak bir ihtimal olmadığını fark etmeye başladım...

Yine fakülte hayali kurarken tekrar Barış devreye girdi ve okul öncesi hazırlığı için bir müzik okulunu önerdi.. Görüşmelerimi yaptım ve kesin kararımı aldım..

Yaşanan bunca olay sonunda beni bu noktaya getirdi..

Yani birşeyi çok isterseniz eninde sonunda gelip sizi yine bulur :)

Neyse çok zaman harcadım, ders çalışmam lazım :)

12 Aralık 2012 Çarşamba

Kabus


Selam,

Tatlı uykuma istemsiz gördüğüm bi kabusla ara vermek zorunda kalıp, tekrar uykuya dönemeyince yazmaya karar verdim.. Zaten son günlerde yakamı bırakmaz oldu bu kabuslar.. İzmir'de gördüğüm "Kıyamet Günü" ( son günlerde basının ve insanların yorumlarından etkilenmiş olmalıyım ), sonrasında gelen Nazilerin "Yahudi Katliamı" gibi bi "Türk Katliamı", bu gece de cehenneme düşüp önüme 2 seçenek sunulması : 1. si tüm ailemin sırayla işkenceye maruz kalarak öldürülmesi, 2.si ise içlerinden seçtiğim birinin tamamını kendim keserek çiğ çiğ bir çırpıda yememi istemeleri.. Bunu yapamayacağımı çünkü midemin o kadar şeyi almasının mümkün olmadığını anlatmaya çalışırken diğer taraftan da hangisini kurban edeceğimi düşünmeye dayanamayınca kendimi kesip yemeye başlamamla son buldu kabusum... En azından onlardan hiç birini feda etmemiş olmanın gönül rahatlığı içerisindeyim şimdi..

Bi süredir yazmadım neler yaptığımı... Bana çok iyi gelen bi İzmir yolculuğu yaptım herşeyden önce.. Ama bu kısmı anlatmadan önce bi şarkı paylaşmak istiyorum..


Son zamanlarda "Kan Bağı" kavramını sorguluyordum.. Neden seviyorduk ailelerimizi? Annemiz, babamız, kardeşimiz.. Neden bizler için bu kadar vazgeçilmezdi.. Halbuki en büyük çatışmaları da genelde onlarla yaşıyorduk..  Bu konuları içten içe büyüttüğüm bi dönemimdeydim..Sonuçta ailelerimizin bizim tercihlerimiz olmadığı konusunda akla yatkın bilimsel açıklamalar vardı.. Ama "Ruh'u" henüz kimse açıklayamamıştı.. Sanırım bilge ruhum herşeyden önce ( Doğum, çocukluk, gençlik dönemlerini kastediyorum ) yaşanacakları bilerek; aniden bu ailenin göbeğine atıvermişti kendini bu bedende.. Bunun yazılı kayıtlarıma geçmesini istedim.. Dünyada yaşayan ailelerin tamamını kastederek; en doğru ve en duygusu yüksek aileye sahip olduğum için ne kadar şanslı hissettiğimi anlatmaya doğru kelimeleri bulmakta zorlanıyorum..

Aslında yazmam gereken ne çok şey varmış.. Şimdi onu farkettim.. Yukarıda bahsetmiş olduğum ailevi bağlar dışında bir de "Gönül Bağı" kurduğumuz insanlar var ki, onlar da en az ailelerimiz kadar vazgeçilmez ve değerliler hayatımızda.. Aslında ciddi bir anlam kargaşası yaşıyordum.. Bu satırları konuyu içimde çözümlemiş olarak yazıya aktarıyorum..

İzmir yolculuğuna dönecek olursak; geçtiğimiz hafta Çarşamba sabahı erkenden yola çıktık ve ilk durağımız Ege Üniversitesi oldu.. Kontrolüm çok iyi geçti.. Hızlı bir iyileşme süreci geçirmiştim.. Durumum iyi olunca Mart ayı için tekrar randevulaşarak hastaneden ayrıldık.. Sonra da Narlıdere'de yaşayan kuzenim Özden'in evine gittik.. Tüm kuzenlerin orada toplanması kararı vermiştik.. Annemi de almak istedim yanıma.. Yemekten sonra sohbet faslı derken uyuduk.. Yol yorgunluğu da vardı tabi.. Sabah da konulara kaldığımız yerden devam ettik..

Sonra ben onlardan ayrılarak Yıldız Hanım'ın ( Aslında çok yakın olmamıza, ablam gibi, arkadaşım gibi görmeme rağmen yine de hitap esnasında ismiyle veya Abla diye seslenemeyişimin nedenini bulamadım.. Bu durumu stajerlik dönenimde aldığım kesin bir komuta veriyorum :) ) ne diyordum; Yıldız Hanım'ın yanına gitmek üzere yola koyuldum.. Ama öncesinde Acentacı arkadaşlarım Deniz ve Ece ile buluştuk.. Güzel bir yemek ardından ofislerine gittik.. Sıcak ve eğlenceli saatlerden sonra; Ilıca Hotel'den eski oda arkadaşım Yeşim'i de alarak Yıldız Hanım ve Aylin'in evine vardık.. Balçova'da koooskocaman ve aydınlık bir evdi.. Taşındıklarından bu yana ilk defa geliyordum evlerine.. Evi öyle dizayn etmişlerdi ki; yaşayan, nefes alan bir mekan haline gelmişti.. Dört gecem ve beş günüm evde geçti.. İçsel hesaplaşmalarla, müzikle, sohbetle, gökyüzüyle, dostlukla, sevgi ve saygıyla, gönül rahatlığıyla; "sıradan bulduğum" hayatımdan 5 gün çalmıştım..

Şu an yazmaya daha fazla devam edemiyorum çünkü uykusuzluktan kafam çalışmaz halde..

5 günün ardından almış olduğum ve bugün itibarıyla uygulamaya geçirdiğim büyük kararlarım var, onu da yazacağım ama bilmem ne zaman :)

Bu saatte uyanık olanlar varsa; hepinize iyi sabahlar... ( Saat 05:43 )


4 Aralık 2012 Salı

Kuş Kadar Hafif Hissetmek!!!



Huzursuzum..

Yatakta o kadar dönmüşüm ki, uyandığımda üstümde ne varsa vücuduma dolanmıştı.. 

Karnımın üstünde bi ağırlık vardı.. Nefes almamı engelleyen..

Başım bedenime ağır, dayayacak yer arıyorum.. Elimle desteklemeye çalışıyorum.. Düşüncelerimin ağırlığı boynumu öne eğen..

Çok korkuyorum.. Her geçen gün, gözlerinde gördüklerimden çok korkuyorum..

Hayat insanın bedeninden akıp gitmeden önce gözlerdeki ışık azalmaya başlarmış ya..

Gözlerim hep gözlerinde..

Boğazımda yumrular.. Gidip ellerini, kollarını, boynunu, saçlarını, alnını öpüyorum.. Gözlerini öperken yaşları dudağıma bulaşıyor.. 

Neden böylesin diyorum.. Neyin var, bana söyle.. Sen benim herşeyim değil misin diyorum.. Kendini öyle bırakma diyorum.. Ben sonra mahvolurum yaşayamam sensiz diyorum..

Yalan değil ki.. Ben hiç bilmedim ki onsuzluk nasıl bişey.. O olmadan nasıl olur hayat....Hiç...

İçimden üzgünüm bu aralar deyip benim de nefesimi alıyor.. Gözlerimden yaşlar boşanırken boynuna sarılıyorum.. Sakın diyorum, sakın bana bunu yapma.. Sakın beni bırakma.. Ben ölürüm sen olmazsan.. Sen benim  direğimsin.. Ayakta kalamam ki diyorum..

Gözlerimin yaşını silerken sen benim direğimsin ağlama beni de üzme diyor.. İkimizde birbirimizi üzmekten korkarak, daha da kederli sımsıkı sarılıyoruz..

Sevgilerin en güzeline, en karşılıksızına, belki de en nedensizine sahip olmak onun bendeki değerini bu denli ulaşılmaz kılan..

Hep benimle ol, hep sıcaklığında kalayım.. Beni hiç bırakma benim küçük dünyam...




3 Aralık 2012 Pazartesi

Haklısın.. Ama Sen Hayatında Hiç Hata Yapmadın Mı?

Selam,

Bi süredir yazmayı bıraktım farkındayım.. Aslında yaptığım pek bişey yok ama içimden gelmedi doğrusu.. O yüzden bi süredir başımdan geçenleri kısadan özetliyorum..

Çok sevdiğim keman kurslarıma başladım.. Yeni hocamı çok sevdim. Zaten müzik yapabilen insanlara her zaman büyük hayranlık duymuşumdur.. Son iki haftalık süre zarfında neredeyse sabahtan akşama keman çalışıyorum diyebilirim..

Tüm hayatımı gözden geçirip, sonra da kendime ne istiyorsun ezgi? diye sorunca gerçekten en çok müzikle ilgilenmekten keyif aldığıma karar verdim. Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümüne hazırlanmaya başladım :) Bu konuyla ilgili diğer detayları yine anlatırım..

Bu konuları takip eden günlerde yine bir pansuman yaptırdım.. Her zamanki gibi acılı ve keyifsizdi..Ama o akşam dinlenmek yerine arkadaşlarımla zaman geçirmeyi tercih ettim.. Yaşadığımız her gün hatta her dakika yeni derslerle doludur ya, bende o akşam; aslında ne kadar yalnız olduğumuzu, kendim ve ailem dışında çevremde güvenebileceğim kimse olmadığını anladım.. Ama bu konuyu da detaylandırmak istemiyorum.. Belki başka bi gün yazarım..

Dün de doğum günümdü.. 25. yaşıma veda ettim dün.. Buruk bi veda oldu.. Dün sabah uyandığımda hava çok güzeldi ama içimden hiç birşey yapmak gelmiyordu.. Bana kalsa yataktan çıkmayacaktım.. Ama doğum günümün pazar gününe denk gelmiş olması ailecek birşeyler yapmamız gerekeceği anlamına geliyordu..  Normal şartlarda bu durumu seviyorum ama bazı zamanlarda ( tam da dün sabah hissettiğim kötü duygular gibi ) öyle acayip oluyorum ki, sanki başıma kötü şeyler gelecekmiş gibi hislere boğuluyorum.. O yüzden de yorganımı başıma geçirip olacaklardan kaçma eğilimi gösteriyorum.. Ama her seferinde insanları kırmak istemediğim için 6. hislerimi kulakardı ediyorum..

En son böyle hissettiğimde ( 3 hafta önce ) trafik kazası geçirip sakatlanmıştım. Tam kazadan sonra ağrılarım bitti iyiyim dediğim gün, dün babaannemle yürüyen merdivenlerden uçtuk.. Yukarı yöne çıkan merdivenlere binecektik.. Babaannem zaten hiç bir zaman beceremiyor bu işi... Basamağa uçtan basınca dengesini kaybetti.. Bende onun hemen arkasındayım.. Babaanne düşüyoruz.. Tutun.. Gidiyoruz.. Derkeeeen ağır çekimde arkaya doğru uçtuk.. Şu an bunları yazarken gülme krizine girsem de; o anda babaannemin ayakkabılar fırlamış alaşağı merdivende uzanmış görünce kalbimin sıkıştığını hissettim.. Böyle bildiğin babaanneee diye ağlayacağım, imdadımıza genç bi çocuk yetişti, babannemi kaldırdı.. Sonra ayakkabılarını giydirdik ama derin kederler içinde buldum kendimi.. Tabi o an aşırı adrenalinden sağ işaret parmağımın tırnağının kökünden kalktığını ve elimin kanadığını çok sonra fark ettik.. Ama işin aslını isterseniz elim falan hiç umrumda değildi.. Babaannem düştü ve ben onu tutamadım.. Bu yüzden çok acı çektim çok üzüldüm.. Hala daha gülmek ve ağlamak arasında gelgitler yaşıyorum.. Bu hayatta en değer verdiğim en sevdiğim insanın o olduğunu hissederim çoğu kez..  Keşke çok daha güçlü olsaydım diye düşünmeden edemiyorum..

Neyse sonra babamın yazarkasa alması amacıyla girip merdivenden uçtuğumuz AVM gezisi bitince, arabaya binip Heykel'e doğru yol aldık.. Bizimkilerle bi yemek yedikten sonra onların yanından ayrılıp Deryalarla buluşmaya gittim..

Yaşadığım sıkıntıdan sonra sessiz sakin bir yere gitmek istedim.. Yer seçimi mükemmeldi.. Pastamı kesip dileğimi de diledim.. Sonra eve dönüp ölü gibi yattım..

Bu sabah da erkenden uyandım.. Uyandığımda işaret parmağım şişmiş ve yeşillenmiş haliyle yaprak sarmayı andrıyordu, katlayamıyordum.. Bende kalkıp doktora gittim..72. sıradaydım.. Eve dönmek yerine sahile gitmeyi tercih ettim.. Lodosluydu hava.. Sıcak ama hırçındı rüzgar... Deniz dalgalıydı.. Kulaklığımı çıkarıp dalgalarla martıların sesini dinledim.. Rüzgarın sürüklediği bulutları izledim.. Yanıma gelen bi köpekle simitimi paylaştım.. Ondan sonra gelen kediyi kovaladım..Üşüdüğümü hissedene kadar hafif nemli bankta düşündüm durdum..

Sonra hastaneye geri döndüm.. Yetkililer öğleden sonra gelmemi emir buyurunca bende eve gittim.. Bi saat vardı.. Bende pijamalarımı giyip yatağa süzüldüm.. En tatlı uykularımdan birini uyurken Annemin açtığı telefonla uyandım.. Sinirlendim.. Kalktım hastaneye gittim.. Röntgen, doktor, eczane yaptıktan sonra eve döndüm..

Eve gelince her kendimi buruk ve ağlamaklı hissettiğim günde yaptığım gibi; bir Türkan-Kadir filmi açtım.. DEVLERİN AŞKI.. Neredeyse repliklerin tamamını ezberlediğim bu filmi izlerken yine ağladım.. Yine kederlendim.. Ama sonunda yine sıcacık oldu içim.. Yine sevgiye inandım..