25 Aralık 2014 Perşembe

Dost dediğin:

Hayat, dünya, insanlar... 
Her şey karmakarışık... 
Bir çok insan kendini bile anlayamadan, sevemeden yaşıyor ve ölüyor.
Mutsuzluk için çabaladığıma inanıyorsun.
Belki de beni benden iyi tanıdığın içindir. 
Bu mümkün mü gerçekten?


***

Ben mutsuz değilim, bunun için çabalamıyorum da.. 
Odamın perdesi hep açık misal.. Her gece uyanıp yıldızları izliyorum...Günün ilk ışıklarıyla gözlerimi açıyorum. Denizi izlemeyi, rüzgarı, insanları seviyorum..Müziği, çiçekleri, filmleri, bisiklet sürmeyi... 
Mutsuz olmak için çabalayan bir insan bu saydıklarımın farkında olabilir mi?
Çabalamak deyince bir de kasıt giriyor işin içine... 
O zaman tüm bunlara gözlerimi, kulaklarımı kapatmam gerekirdi.
Telaşlanma.. Hepsini görüyorum, hissediyorum...

***
Sadece arayıştayım çünkü tamamlandığımı, biraz da olsa anlaşıldığımı hissetmeye ihtiyacım var. 
Her insan gibi aslında... 
Hiç aklından geçmiyor mu, evlenen insanların en özel anlarını bile hemen facebookta, instagramda paylaşması veya sadece duygu bildirimleri misal; çok mutsuz hissediyor vs.... 
Neden peki?? 

***

İnsanın psikolojisinin sağlıklı olması (*ki ben böyle bir şeyin mümkün olduğuna inanmıyorum. Ruhumuz var çünkü ve her biri birbirinden farklı, sayısı da bu dünyada yaşayan her bir insan kadar. ) için bir takım temel ihtiyaçlarını giderebiliyor olması şart elbette...
Evim var, param var, sağlıklıyım, ailem hayatta, arkadaşlarım var... 
Mutlu olmak için her şeye sahibim bu koşullarda...
Belli bir düzlemde yol almamı istiyorsun. 
Sebebi bunun mutluluk için yeterli olduğuna inanman mı gerçekten?
Eğer söylediklerini yaparsam, bundan sonra geçireceğim tüm günlerim aydınlanacak mı?

***

Bunun güçlü olmakla, iradeyle, parayla alakası olduğunu düşünmüyorum.
Benden cevap bekleyeceksin şimdi.
Sormuşsun da, neden diye..
Ben de bilmiyorum.
Ben de kendime soruyorum neden diye...
Cevabı bulamamış olmamın nedeni de soruya verilebilecek sonsuz cevap olması...
Çelişkiye düştüğün olmuyor mu hiç, neden hayattayız, neden buradayız, neden öleceksek...
Filmin sonunu biliyoruz hepimiz...
Peki neden tüm bu olanlar?

***

Bir de yalnızlık var tabi.. 
En az senin kadar yalnızım ben de...
En az diğer insanlar kadar.

***

Peki sadece karnı doyduğu için mi hayatta kalır insan, evi olduğu için ailesi olduğu için...?
Bedenimiz belki..
Ruhumuz?
Görmezden gelmek iyi bir çözüm mü gerçekten?

***
Ya sen?
Senin ruhun huzurlu mu?
Bana mutluluktan, şanstan bahsettin..
Ne kadar acı çekersek çekelim, zaman her şeyi unutturuyor insana... 
Ölümü bile!!!

***

Bir anne düşün Gamze...
Bir gün öleceğini bildiği halde dünyaya getiriyor çocuğunu...
Kendi yavrusunun katili olmuyor mu bu durumda?

***

Farkında mısın?
Burada bir yorum farkı var...
Belki de sen o anneyi bebeğine can veren ilahi bir varlık olarak nitelendiriyorsun.

***

Burada bir tercih yapmam gerekiyor sanırım.
Sen öyle söylüyorsun...

***

İnsan kendinden vazgeçebilir mi Gamze?

***

Bunu yaptın mı sen?
Mutlu olmak için ruhunu görmezden gelebildin mi?
İçinden gelen sesleri susturmayı nasıl beceriyorsun?

***

Bana kızma Gamze...
Bana hak vermeni beklemiyorum.
Bak görüyor musun, yukarıda onlarca soru çıktı karşımıza.. 
Cevaplarını verebilir misin hepsinin?
Cevapların doğruluğundan emin olabilir misin?

***
İnsanların da doğanın bir parçası olduğunu unuttuğumuz için belki...
Bizlerin de mevsimleri vardır belki...
Olamaz mı?
Belki ben kara kıştayımdır, içimde fırtınalar kopuyordur..
Yine de panik içerisinde değilim.
Mevsimler değişir.

***

Hayatta cevabını bildiğim bir takım sorularım da var benim. 
Birisi de; dost dediğinle başlıyor...
Biliyorum ki ruhunun bi köşesinde beni anlıyorsun.
Bana ait bişeyler var çünkü orada..

***


24 Aralık 2014 Çarşamba

Bugün



Üzerime rahatlık giyindim.

Gökyüzüne gülümsedim.

Peynirimi kediyle, simidimi martıyla paylaştım.

Vapurda en üst kata çıktım.

Esen rüzgarı kokladım.

Sessizliği dinledim.

Sevgiyi dillendirdim.

Oturdum, önüme çay geldi. Ben, güneşi içtim.

Ben bugünü sevdim...





22 Aralık 2014 Pazartesi

Bozuk bu!

Bok gibiyim sevgili dostlar.

Bebekken verem aşısından zehirlendim diye sol koltukaltımı aldırmışlar.

Çocukken alerjik bronşit sebebiyle defalarca kez nefessiz kalıp ölümle kolbastı yaptım.

Blue çağımda iki kez böbrek taşı düşürdüm.

Yirmili yaşlarımda tümör aldırdım.

Şimdi de iskelet sistemim teklemeye başladı.

Kendimi geçiyorum annemle babam beni Allah'a havale etseler yeri... Bozuk mal vermişsin bize, neresinden tutsak elimizde kalıyo diye...

Efendime söyliyim, yaklaşık bir yıldır çekmekte olduğum sırt ağrılarım son demine gelmiş olacak ki, biricik enstrümanım kemanımı on dakika bile çalamaz hale geldim.

Yani öyle böyle değil. Daha elime alıp boynuma yerleştirdiğim an kaskatı kesiliyorum. Değil çalabilmek.... O durumu da şöyle ifade edeyim: Hani bi çoğunuzun da başına gelmiştir; dizinizde çarpmamanız gereken en kritik yer vardır ya, ilk başta başa gelen bela anlaşılmamıştır ama sonradan böğüre böğüre ağlatır insanı... Heh.. İşte öyle yavaştan kuvvetliye doğru histerik bi ağlama krizi izler oldu.

Dedim fuck! Dedim lanet olsun hayat!!!

Arada da baş dönmesi var yalnız onu atlamiyim :D

Tuttum kolumdan doktora götürdüm kendimi. Geçtim o gün Allah ne verdiyse dahiliye, nörolog, göz, diyetisyen, psikiyatristten sırayla randevumu aldım.. Oradan oraya koşturdum..

Tabi keşke koşturmakla kalsa iyi. Mesela ilginçtir, yıl olmuş 2014 kadın milleti olarak bardağa işetiyolar bizi. Yahu deyyuslar erkek değilik ki nokta atışı yapalım..

Kan verme ayrı bela.. Hemşirelerin hepsi cellat kesilmiş artık günde 500 hastanın kanını çek.. Bir nevi sivri sineklik yap, tabi adamda tahammül kalmaz. Yine de onların bu kan çekme anında garip bir haz duyduklarına inanıyorum. Yüzlerinde "ohş" ifadesi oluşuyo gibi geliyo.

Veee MR cihazı. MR cihazıyla apayrı bi meselem var. Son 3 yıldır kendisiyle özel bir münasebette bulunuyorum. Şöyle ki, kafamla içine giriyorum aletin. Pek hoşuna gitmiyor olacak ki;  insanın türlü çeşitli felaket senaryoları kurmasına sebebiyet verecek o sesleri çıkarıyo.

Velhasıl, tüm tahlillerin sonucunda MR sonucu henüz çıkmamakla birlikte tıp dünyasının genel kanısı depresyona girmiş olduğum yönünde. Standart bi görüşmeden sonra psikiyatristimin vermiş olduğu antidepresan ve dahiliye uzmanımın vermiş olduğu vitaminlerle afedersiniz kıçıma baka baka döndüm evime.

Peki ne oldu?

Bi bok olmadı tabii.. İş başa düştü. Aklın yolunu takip edeyim dedim. Çıktım gittim bi pilates uzmanıyla görüştüm. Dedim böyleyken böyle. Sağolsun doktorlarımdan daha fazla ilgilendi bi fiziktedavi doktoruyla tanışıkmış, üstelik devlet hastanesinde, aradı ona yönlendirdi beni. Yarın gideceğim. Acılarıma son vermesi umudunu taşıyorum bu gece.

Onun dışında da çarşamba akşamı yani yarın değil de ondan sonraki gün beyin MR sonucum çıkacak. Ahdım olsun, beyinde tümör falan çıkarsa alıp başımı gidicem bu diyarlardan. Ha yoksa da paşa paşa yavaştan sıyırdığımı kabullenip yasal uyuşturucu müptezeli olarak hayata adapte olmaya çalışıcam :D

Neyse dostlar sonuç olarak yarın pilatese başlayacağım bi aksilik olmazsa. Sonra gelsin lokum gibi kaslar, eklemler :D

Haaaa son olarak laf oraya gelmişken fakir edebiyatımı da patlatayım. Paramız yok ki masaja gidek :D

Yazacaklarım bu kadar.

Bi dene de şarkı koyayım da bari dinleyin :D



21 Aralık 2014 Pazar

Sihir diye bişey var.




Bazen hayat tüm gücüyle üstüne abanıyor insanın.

Yanlış oldu aslında hayat hep tepemizde de, bazen taşıyacak gücü bulamıyoruz belki de...

İnsan ilişkilerini düzgün yürütmeyi bırak, günlük ihtiyaçlarını gidermek bile işkence halini alıyor.

O zamanlar aslında ne kadar yalnız olduğunu bir kez daha anlıyorsun.

Yanında ne ailen, ne dostun ne de arkadaşın kalmıyor.

Yani bedenen yanında olsalar da ruhunu okşayamıyorlar işte...

Ne söylesen havada asılı kalıyor.

Bir süre sonra da çabalamıyorsun.

Dünyada hissettiklerini anlayacak dile getirecek hiç bir şey olmadığını söylüyorsun içinden.

Kendini ifade edememek, anlatamamak içinden geçenleri...

Boğazında düğümlerle, derin bir nefes alıyorsun.

Tüm ümitsizliğinle bir şarkı açıyorsun.

Sonra müzik seni alıyor.

Tüm yakınlarının bir araya gelip de hissettiremeyeceği o eşsiz desteği sağlıyor sana...

Kalbine baskı yapan ne varsa, şarkının sözleriyle içinden akıp gidiyor.

Melodiler yaralarına merhem oluyor. Acıyan yerlerini okşuyor.

İşte! Bu Müziğin Sihri....

18 Aralık 2014 Perşembe

uzandım

Bazı anlarda yalnızca Pink Floyd dinlemelisin. Şu an olduğu gibi...


Müzik dinleyicisi olmakla müziği meslek edinmek arasındaki uçurum.. Diye düşünmeme sebep olsalar da..


Sadece gökyüzü manzaralı bir pencerenin önündeki ikili koltuğumda uzandım.


Güneş ışınlarının çıplak ayaklarımı ısırmasına izin veriyorum. Çoraplar şimdilik çekmecede güvende.


Üzerime hiç bir işe yaramıyor olmanın tarifsiz ruh halini geçirdim.


Önümden bulut kümeleri geçiyor. Gelişlerini ve gidişlerini takip edebileceğim hızdalar..


Günün en sevdiğim ve en sevmediğim saatine doğru birlikte yol alıyoruz. Güneş batmak üzere konumlanıyor. Tam o noktaya geldiğinde tüm bedenim ışıyacak ama ısısını yitirmiş ışınlar eski tadı vermeyecek.

Biliyorum.


Bugün dünün aynısı değil.









17 Aralık 2014 Çarşamba

bazı ruhlar hep gölgede

gölgede gezenler birbirini tanıyor.

acıyla selamlıyorlar birbirlerini.

çirkinliklerini saklamak için oradalar.

ben de oradayım. 

büyük bir yalanı sürdürmeye çalışmak....

sahip olduğum her şeyi iade etmek istiyorum artık.

lütfen al benden verdiklerini.

acı çekmek çektirmekten daha zor çünkü.

ve sen de çirkinsin. hatta en aşağılık tüm meziyetlere sahipsin.

hepimizi bir yalanın içine hapsettin.

şimdi bana söyler misin?

sahip olduğumuz tek şey gerçekten zaman mı?

öyleyse neden akıp gidiyor?

ben istemiyorum. ben o kısacık saniyeye sıkışıp kalmak istiyorum. ne yaşayarak ne de ölerek... ben sonsuza dek o saniyeyi istiyorum.

sen bir yalancısın.

sen altında gezindiğimiz gölgenin ta kendisisin...

hiç bişey yapamamanın acısını yükledin omuzlarıma. 

seni ve verdiklerini sevmiyorum.

23 Kasım 2014 Pazar

💀


Sonuçları sevmiyorum ben.. Hiç bir şey karara bağlanmasın. Mesela yarışma programlarını izlerken final olur ya, onu istemiyorum işte... Veya hani düğün gecesini duşunun... Herşey olup bittikten sonra, ee şimdi nooldu? dedirtenleri... Elde etmenin hazzı elde etme çabasının gölgesi gibi.. Güneşin tam tepeden vurduğu andaki gölge... Bir de canım sıkkın... Hala keman çalamıyorum. Sanırım çok yeteneksizim... Yine de acılar içinde keman çalışma çabamı elde etme çabasının hazzıyla açıklayabilirim...

10 Ekim 2014 Cuma

Geceden



Selam dostlar...

Uzun zamanlar giriyor araya...Hayat bir şekilde devam ediyor...

Ne güzel şey aslında, sıradan gelse de hayatın devam ediyor olması... Hala nefes alabiliyor olmak...

Yeni evimden, yeni odamdan hatta yenilenmiş hayatımdan bahsetmek istedim biraz...

Uzun zaman sonra gerçek anlamda yalnızım öncelikle... Bunu aklıma getirmemem gereken bir süreçten geçmiş olsam dahi, ben de her insan gibi yalnızlığımı özlemiştim..

Ve ben de her yalnızlığıyla kavuşan insan gibi geceleri uykusuzum yine... Yalnızlık geceyle kavuştuğu noktada yalnızlıktır dostlar... Yalnızca hafif müzik ve klavyeyle buluşan parmaklarımın çıkardığı tok sesler...

Bu anlarda kendinden başka kime ihtiyacı olduğunu sorgulayabiliyor insan...

Hayatımın en güzel günlerinin içinde olduğum hissine kapılıyorum yavaştan...

Müzik en güzel bu saatlerde dinleniyor dostlar... İnsanlar gözüme en güzel göründükleri saatlerinin içindeler şimdi uykularında...

Gereksiz tüm seslerden arınan dünya...

İç seslerin bile sustuğu andayız şimdi...

Şimdi yalnızca müzik var..



Öylesine hafifim ki... Ölesiye hafif...

İki saat sonra her şey değişmiş olacak...

Yarını bekleyeceğim şimdi...

Tam bana geldiği anda, gözlerimi yumacağım uykuya...





5 Eylül 2014 Cuma

yazmak veyahut yazmamak

1. Daha sık yazmak istiyorum.
2. Oda arkadaşı istiyorum. Mümkünse bir köpek.
3. Otostopla sahil şeridi üzerinden güneye inmek istiyorum.
4. Merdivenlerde oturup koyu muhabbetlere dalmak istiyorum.
5. Yeni arkadaşlar istiyorum.
6. Kitaplara gömülmek istiyorum.
7. İngilizceyi sökmek istiyorum.
8. Çanakkale'ye dönmek istiyorum.
9. Canım istediğinde yalnız kalmak istiyorum.
10. Hayata olumlu bakabilmeyi ve bakabilenlerle olabilmeyi istiyorum.
11. Amerika bana vize versin istiyorum.
12. Kalbim yeniden atmaya başlasın istiyorum.
13. Herşey en geç uç ay içerisinde gerçekleşsin istiyorum.


:)

14 Ağustos 2014 Perşembe

biri bana gelsin

Insanın en istekli olduğu anlar, harekete geçmeye en uzak olduğu anlardır. Misal, gecenin üçünde uzun zamandır planladığınız ama bir turlu başlayamadığınız yürüyüşü yapmaya karar verirsiniz. Sonra tıka basa yedikten hemen sonra diyete başlamaya hazır hissedersiniz acıkmaya çok vardır çünkü... Benim durumum da buna benziyor. Sadece benziyor tabi....


Benim planlarım daha şey... Hani nasıl derler, neyse bulamadım. Siz adlandırın. Dün evden sabaha karşı sessiz sedasız gitmeyi planladım örneğin. Ama öyle bir kurguladım ki kafamda.. Sabaha karşı parmak uçlarımda ayrıldım evden.. Kimliğimi, elbiselerimi, sahip olduğum aileyi geride bıraktım işte.


Bağlar....
Elimizi kolumuzu bağlayan... Esas benliğimizi sağır dilsiz kör bırakan bağlar...


Sık sık hissederdim ait olmadığım bir yerde olduğumu. Yine buldu eski dostum beni... Bu sebeple hep büyük bir yalnızlığa gömülü hissederim kendimi. Karnımda kasılmalar hissederim. Sebebini mecburiyetlere yüklüyorum. Gitmem gereken bir yerler varmış da ben gidemiyormuşum gibi. Hani on adımlık hücresinde bir ileri bir geri volta atan mahkum gibi.


Bazen kadın olarak dünyaya gelmiş olmamın tek nedeninin, içimden fışkıran bu delilik anlarını dizginleyecek tek şey olmasına bağlıyorum.


Öyle olmasa bir başım bir ben giderdik çünkü... Yatardık banklarda da, dağlarda da...


Özgür bir ruh olamadım...


Bir fırtına bekliyorum. Rüzgarı beni önüne katsın. Sürüklesin.

10 Ağustos 2014 Pazar

dolunay da var-dı

Dolunay vardı.

Bana sorarsanız, dolunaylı bir gecede gidilecek en doğru yerdeydik. Deniz Fenerinde* Hatta oraya gidilecek en doğru kişilerle birlikte..


Bir cigaramız vardı birazını o birazını ben birazını rüzgarın içtiği... Söylenecek iki çift lafımız vardı... Hafif müziğimiz vardı bir de yılların eskitemediği dostluğumuz...


Tek eksiğimiz zamandı.. Kısacık akşamdan geriye şu bir kaç satır kaldı...



9 Ağustos 2014 Cumartesi

rica mektubu

beni benden fazla sevme!


rica edeceğim yapma bunu.


bana ayıp olmuyor mu canım?


hadi diyelim bilmeden yaptın bir hata ama insan bir düşünüp de demez mi, bir bildiği vardır diye..


beni benden fazla sevme, ricamdır yapma bunu... ben ki sevgi insanıyım amenna!


lakin,
sevme beni benden fazla ki, sevginin büyüklüğü altında ezilmeyeyim..


daha ben kendime alışamamışken, hayatı anlamamışken hele, bende bulduğunu iddia etme tüm gerçekleri ki korkmayayım...


korkağımdır da ben.. Hemen siniveririm bir kuytuya...


beni sev.


beni, benden fazla sevme kurban olayım!

7 Ağustos 2014 Perşembe

Utanç

Hayattan bu denli soğumam, yeni bir durum benim için..

Eskiden de üzüldüğüm olaylar oluyordu.. Sevindiklerim de... Biliyordum ama üzülmek üzülmekti, sevinmek de sevinmek..

Siz nasıl yaşıyorsunuz, içinizden neler düşünüyorsunuz bilemem.. Konuşmuyoruz çünkü.. Yazan çizen de pek kalmadı...

Sahi ne oldu bana? diyordum bir süredir.

Bana ne oldu?

Soru belli ama aklıma gelen cevaplar tatmin etmiyor beni. Sebep arayışı içerisindeyim sürekli...

Aşık olamıyorum misal 2 yıldır.

Sonra gülümsemeler hep kırık.. En son ne zaman kahkaha attım şöyle ağzımı yaya yaya?

Ne zaman ağladım hüngür hüngür? ( Yazarken hatırladım.. Dedeme ağladım en son.. Vedalaştığımızda... Ama dedeye ağlanırdı zaten.. ) Peki öyle duygulanıp da ne zaman ağladım. Ben ki buğulu gözlerimle nam salmışım.

Genel bir dalgınlık hali.. Beklemeye almışım gibi hayatı...

Neyi bekliyorum diyordum.. Düşüne düşüne bu noktaya kadar geldim..

Doğru cevabı dün buldum ben..

"Korku"

Korkuyormuşum meğer.. O yüzden sinmişim.. Hani korku filmlerinde olur ya, yaratık odaya girer de çocuk dolabın içinde nefes almadan bekler.. Sadece gözleri yuvalarından fırlarcasına izler dışarıyı... Dehşetin onu gelip bulacağı anı..

Korkuyorum ben...

Dün facebook paylaşımlarında gördüm... Derisi yüzülmüş o delikanlıyı.. Bir gün önce kafası gövdesinden ayrışmış o çocuğu..

İtiraf ediyorum.. Psikolojim bozuk, mutsuzum...

Tüm bu kötülük ve dehşet içerisinde her şeyin bu kadar normal karşılanmasına bozuğum.. Neden hala delirmediğimize içerliyorum.

Belki de delilik bu olmalı.. O kadar vahim bir görüntüye rağmen acıyı hissedebilmek için o çocuk yerinde abimin olmabilme ihtimalini düşündüm..

Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mı? Bu doğamız mı yani bizim...

Bu sefer bu işkencenin ne kadar sürebileceğinin hesabını yapmaya başlarken yakaladım kendimi.. İnsanlığımdan utanıyorum evet... Hala "normal bir  insan gibi!" yaşayabiliyor olmaktan rahatsızlık duyuyorum...

Ama acı çekmek... Acı çekerek ölmek.. Bu korkuyu atamıyorum içimden... Ölümün kaçınılmaz olduğu bu dünyada, ölüme giderken geçeceğim yol beni insanlıktan çıkarıyor işte.. Zavallı bir mahlukat gibiyim...

Korkuyorum, utanıyorum....





18 Temmuz 2014 Cuma

anılar

Oturuyoruz yine bi akşam üçümüz..

Sohbet, muhabbet...

Bi sessizlik anı, ardından.....


Ey sevdiğim sana şikayetim var
Ne sevdiğin belli ne sevmediğin
Ben de bir insanım bir de canım var
Ne sevdiğin belli ne sevmediğin
Zalımsın, hayınsın, ne deyim 



Eski günler hayalimden gitmiyor
Dün dediğin bugünkünü tutmuyor
Yiğidim ya sana gücüm yetmiyor
Ne sevdiğin belli ne sevmediğin
Zalımsın, hayınsın, ne deyim 



Akarsu'yum böyle miydi ahtımız
Onun için viran oldu tahtımız
Umudum yok gülmez artık bahtımız
Ne sevdiğin belli ne sevmediğin
Zalımsın, hayınsın, ne deyim 



Annemin -ki o güzel sesli bir dilber- içinden dökülüvermişti bu türkünün sözleri...

Karşısındayken sevdiği...





bileklerimde yasemin kokusu

yabancı bir yerdeyim sanki...

içimdeki huzursuzluğu buna yoruyorum.

sırt üstü uzanınca tavanla aramdaki mesafe nefes almamı sağlıyor yeniden..

burnuma yasemin kokuları geliyor.

sakinliyorum.


huzur
-

suz

-

luk.....

21 Haziran 2014 Cumartesi

geçiş evresi

günaydın

sabahın en güzel saatindeyim şimdi.. etrafta kuş cıvıltısı dışında ses yok.. insanların en masum olduğu anlar.. çünkü uykudalar...

içim hiç rahat değildi. huzursuzluk içimi kemiriyordu.

bir gece önce eskiden bu yana tanıdığım bir arkadaşımla yazıştık. lanet olsun hayat insanlar yüzünden berbat, yazdı. aklıma takıldı.

bir şekilde benim hayatımdaki olumsuzlukların kaynağı da diğer insanlar, tabi mutluluklarımın da öyle. aynı şekilde bende bir başkasının hayatında bir takım roller üstleniyorum.

bunları düşündüğüm ve mutsuzluğa gömüldüğüm anda çıkış kapısını gösteren annem oldu. tüm bu sıkıntıları üç kelimelik bir cümleyle bertaraf etti: GEÇİŞ DÖNEMİ İNSANLARI

düşündükçe göğsümün hafiflediğini, nefes aldığımı hissettim. bugün 27 yaşındayım. şöyle geriye dönüp baktığımda aslında ne çok kişiyle tanıştığımı, ne çok olay yaşadığımı anımsadım. hatta şimdilerde yaşadığını bile unuttuğum insanlar belirdi gözümün önünde. o zamanlar kafamı ne kadar meşgul etmişlerdi halbuki...

sonra kalıcı dostluklarımı düşündüm. evet, zorluklar yaşamıştık her biriyle ama ilişkimizi bu günlere taşımak için ekstra bir çaba da harcamamıştık.

zorlamaya gerek yoktu şartları öyleyse... fazla düşünmeye de...

sonra bir baktım ki, bir vagonun içindeyim.. uzun bir yolculuğa çıkmışım. geçerken manzaralar gördüm. kimi güzelliğiyle hayran bıraktı, bakmaktan alıkoyamadım kendimi başımı arkaya çevirdim, ta ki gözden kaybolana dek... kimisi ise çirkinliğiyle rahatsız etti, yumdum gözlerimi.. vagonda benimle yolculuk edenlere gelince, işte onlar, dünyanın güzelleşmesinde payı olanlardı..

16 Mayıs 2014 Cuma

kısa

Çoktur boşlamıştım blogu.. Takip edenlerden özür diliyorum bu nedenle..

Geçen süreçte hem çok şey oldu hem de hiç bir şey.. Ülke yine karışık.. Yine insanlar ölüyor, ayağa kalkıyoruz, yürüyoruz, ağlıyoruz, dertleniyoruz, unutuyoruz.

Hayatıma gelince; yine  yanlış insanlara güveniyorum, yine aldatılıyorum, yine üzülüyorum, biraz daha zor olmakla birlikte unutuyorum.

Dedemi ebediyete uğurladık.. Bir süre geçti üstünden. Az bir süre. Hafızam kötü olayları anında sildiği için o tarihi anımsayamıyorum. O gün aklımın, kalbimin almadığı o manzaraları da unuttum.

Sevgilimden ayrıldım. Şimdi biraz zorluyor ama daha öncekiler gibi onu da unutacağım biliyorum.

Hayat hafızamızın bize oynadığı küçük oyunlar mı? diyorum, Çanakkale boğazının kenarında oturup yazarken bunları...

Rüzgar saçlarımla birlikte tüm düşünceleri ve sıkıntıları uçuruyor.

Serin soluğunu ensemde hissederken kulağıma fısıldıyor:

bak, bunu da unutmaya başladın bile..

24 Şubat 2014 Pazartesi

bazen, gibisindir.

bazen, rüzgarda oradan oraya savrulan poşet gibisindir. Yerden havalandığında, uçuyorum, dersin kendine. Bi süre sonra rüzgar kesilir, rüzgarın etkisiyle bilmediğin yerde, tanımadığın ayaklar altında ezilmeye devam edersin. Şanslıysan çöpçünün süpürgesiyle erkenden buluşur, türdeşlerinin olduğu kent çöplüğünde yolculuğuna son verirsin. Ortamın kokuşmuşluğu rahatsız etmez seni. O kadar kalabalıksınızdır ki...

bazen, dalında meyve gibisindir. Ağaç özsuyuyla besler seni. Serpilir kıpkırmızı kesilirsin. Bi süre göz alıcı güzelliğini sergilersin, uzanıpta bi el koparmazsa, dalında koflaşırsın. Rengin solar, belki kurtlanırsın.

bazen, şekerli sakız gibisindir. Kısa süre güzel tat verirsin. Zamanında atılmazsan ağızda buruk tadın kalır. Ha birde çiğneyen yere attıysa, gider birinin tabanına yapışır, oradan oraya uzarsın.

bazen, alış veriş çılgınlığına kapılmış bir kadının aldığı, tüm kıyafetleriyle uyumsuz çantası gibisindir. Her yanına yaklaştığında heyecan yapar, seçilmeyi beklersin. Beklersin.. Beklerken bi bakarsın modan geçmiş. Yine kullanılmazsın.

bazen, dağ başında çorak toprağın arasına sıkışmış tohum gibisindir. Yağmur beklersin, yağmaz. sonra civardan geçen bir inek gelir, affedesin, tepene sıçar. Tezeğin sayesinde bi bakarsın filizlenmiş, gökyüzüne doğru baş çıkarmışsın.

bazen, mis kokulu parfüm gibisindir. Az sıkılırsan fark edilmez, yeteri kadar sıkılırsan dikkat çeker, çok sıkılırsan bayarsın.

bazen, battaniye gibisindir. Üşüyen bir bedeni sarıp sarmalarsın. Aslında sıcaklığa sahip olan sen değilsindir. Tek yapabildiğin ısının dağılmasını engellemektir. Battaniyeye sarılanın büyük yanılgısı burada başlar.

23 Şubat 2014 Pazar

30 numaraya dair sohbetler..

30 numaranın garip bir aurası var.. Yalnızca fotoğrafını göreni bile sarıp sarmalayan.. Fotoğrafını gören ve beğenen Hasan'la yapmış olduğumuz ufak bir yazışmayı da buraya aktarmak istedim. Çünkü 30 numara hikayesinin anlatılmasını istiyor.

23 Şubat 2014/ Pazar / 22:30 civarı

Ezgi:
Aaa kapak fotomu beğenmişsin
30 numara

Hasan Yıldırım:
Evet ya bayıldım minicik çok tatlı
Aksesuar mı yaptın eve

Ezgi Özcan:
Eski bi dükkan vardı çarşıda, el yapımı deri ayakkabılar satan. Aylardır dükkanın camından bakıyorum bu ayakkabılara.. Sonra adam yaşlandığı için kapatma kararı almış.. Her şeyi uç kuruşa satıp savıyordu. On liraya aldım. Hem çok üzüldüm hem de benim oldukları için sevindim.
Belki çocuğum giyer. bilmiyorum ki..

Hasan Yıldırım:
Aa bende üzüldüm baya ucuza satmış,ama çok şeker şeyler ya bayıldım giysin çocuğun evet evet sonra giyilmiş olarak saklarsın çok hoş olur

Ezgi Özcan:
Olabilir.. Ayakkabılarda bir yaşanmışlık gizli çünkü, inan görsen eline alsan koklasan hissedersin..
Garip oluyorum onlara baktığımda..

Hasan Yıldırım:
Çok ilginç neden acaba
El yapımı oldukları için mi,görüntüsünden dolayı mı

Ezgi Özcan:
Ya bi kere hiç bir şekilde bu zamana ait değil.. Eski dönemlere ait gibi..
İnan kokusu bile bi garip...
Sanki yıllardır tavan arasında bi sandıkta saklanmış gibi..
Hani eskilerde ayakkabıyı aldıklarında çocuklar giymeden önce yatağına alırmış onlarla uyurmuş.
Sanki yıllardır bi çok çocuğun hayali olmuş ama ısrarla onlara gitmemiş, benim onları almamı beklemiş.. Çünkü onun hikayesini yazmamı, anlatmamı istemiş..
Biliyormuş benim onu emanet gibi saklayacağımı ve sonra da kıymetini bilerek başka birine teslim edeceğimi.
Sonu diğer ayakkabılar gibi giyilip yırtıldıktan sonra bi kenara atılmak olmayacakmış.. Bunu o biliyormuş, çünkü daha yapılırken, onu kesip biçen kalıba sokan adam

Hasan Yıldırım
Bayıldım şuan o kadar güzel anlattın kii


Ezgi Özcan:
İçinden bi yerlerden o kadar sevmiş özenmiş ki gözünün nurunu akıtmış, elleri kalbine yol olmuş..

Hasan Yıldırım:
Bunu kağıda da yaz

Ezgi Özcan
İşte sonra o 30 numara olmuş, gelmiş benim evimin baş köşesine konmuş

Hasan Yıldırım:
Hep orda dursuun

Ezgi Özcan:
İşte böyle hislendiriyo beni... Ne garip değil mi bir eşyada, hem de kullanamayacağım bir eşyada böyle hislere kapılmam..

Hasan Yıldırım:
Evet çok garip ama muhteşem bişey..

işte böyle sevgili okurlarım :) bu arada ruh ikizim Hasan'a da kucak dolusu sevgilerimi gönderiyorum, birlikte doya doya güldüğüm ender insanlardan biri o :)

22 Şubat 2014 Cumartesi

30 numaranın hikayesi

Kente gelişimin ilk günleriydi. İdareten bir akrabanın evinde kalıyordum. Çok ilgili, iyi insanlardı ama biran önce düzenimi kurmak istiyordum.

Sabah kahvaltısından hemen sonra evden çıkıyor ve kiralık daireleri geziyordum. Bu sayede çevreyi de öğrenmeye başlamıştım. Geniş caddeleri olan, sakin bir yerdi burası.

Yine ev aramak maksadıyla evden çıktığım bir gün, ayaklarım beni yan yana sıralanmış, küçük dükkanların olduğu yere götürdü. Esnaf kapısının önüne tabure atmış kah tavla oynuyor, kah çay içip karşılıklı atışıyordu... Büyük şehirden gelen biri olarak, şehir merkezinde küçük esnafın hala varlığını koruyabildiğini görmek sevindirmişti beni.

Çevreyi sağlı sollu bakınarak geziyordum. İşte ilk o gün karşılaştım 30 numarayla. Kısa bir an için camekanın arkasından çekivermişti dikkatimi. Cama iyice yaklaşıp öylece kalakalmıştım oracıkta... Bir sure sonra durumu fark edip ayrılmıştım dükkanın önünden, aklım 30 numaradayken...

sonraki zamanlarda eğer o taraflardan geçiliyorsa, 30 numarayı ziyaret etmek içten içe bir ihtiyaç halini almıştı. Hatta yanımda birileri varsa onlara göstermek bu eşsiz güzellikten yana bir hakkım varmış hissini yaratıyordu içimde.. Dükkanın önünden her geçişim küçük bir korkuyu da beraberinde getiriyordu.. "ya yoksa!"

Aylarca durum bu şekilde devam etti. Bir gün dükkanın önüne geldiğimde cama asılı o yazıyı gördüm. "Kapatıyoruz!"

Hemen gözüm 30 numarayı aradı. İşte, oradaydı. İçim cız etmiş ama diğer yandan da hala orada olduğu için ferah bir nefes almıştım. O an içeri girmeyi öyle istemiştim ki.. Olmadı. Param yoktu çünkü. Bi sure daha orada durup yoluma devam ettim.

onca zaman sonra bugün yine oradaydım. Dükkana yakınlaşmışken bir anda içinin boş olduğunu gördüm. Bir an dehşetle baktım boş dükkana uzaktan.. Biraz daha yakınlaşınca bir yanlış anlama olduğunu anladım. Yandaki boş dükkanı görmüştüm. Hala açıktı. O an içimden gelen bir hisle dükkanın içinde buldum kendimi.

Daha dükkana girdiğim an o rutubet, kuf karışımı eski kokusu doldu ciğerlerime. Tuhaf şekilde hoşuma gitti koku. Sonra dükkanda duran bembeyaz saçlı ihtiyara yöneldim. Üzgün bir ifadeyle "kapatıyormuşsunuz!" dedim. Evet, dedi. Çok yorgunum, dilekolay 32 yıldır uğraşıyorum.. "çok üzüldüm" diyebildim sadece.

Aylardır seyrettiğim 30 numaraya ilk defa bu kadar yakındım şimdi. Artık elimdeydi. Ne kadar, dedim. 10.-TL,dedi.

10.-TL... Dükkanı kapattığı için, 10.-TL...

Kapatmanıza çok üzüldüm, sizden bir hatıra olsun istiyorum dedim. Sonra da 30 numarayı ona uzatarak alıyorum dedim.

Aldığım 30 numaradan bambaşka bişeydi aslında.. Eskilerden kalma bi his, bi kokuydu belki.. Kim bilir, belki de geçmiş yaşantılarımdan birinde, çok isteyipte sahip olamadığım papuçlardı onlar...

19 Şubat 2014 Çarşamba

gece gece

okuldan çıkıp akşam yemeği için alışveriş yapmış, eve dönmüştük. Daha eve varmadan başım ağırlaşmaya başlamıştı ve sonrasında da o muazzam baş ağrısı buldu yine beni.

malum, diyetteyim.. Sağlıklı beslenme mevzusu yüzünden aldığımız karnabaharı pişirmek üzere yıkadım. Aldığımız bir elin dörtte bir buçuğu büyüklüğündeki tavuğu dilimledim, sonra soğan, baharatlar derken pilavı da pişirdim. Yemeye koyulduk.

yaparken doyuyor insan derler ya, baş ağrımdan mı yaparken doyduğum için mi bilinmez pek yiyemedim. Yemeğin ardından bulaşık, etrafı toparlamak derken yorgunluktan parmağımı kıpırdatacak halim kalmadığını anladım. Oysaki okula gidip keman ve piyano çalışacaktım. Olamadı..

yaklaşık bir hafta önce mutfağın balkondan bozma kısmında oluşturduğum huzur köşeme çöktüm deyim yerindeyse.. Bi on dakika kadar sessiz oturup perdeleri izledikten sonra ilacımı alıp uykunun yolunu tuttum.

erkenden uyumanın benim açımdan en olumsuz yanı gece saatlerinde uyanıp bir süre uyuyamamak.. Yani önünde sonunda sabah uykusuz kalkıyorum.

bu gece saatleri benim için ayrıca sıkıntılı geçiyor. Sürekli iç hesaplaşmalar içerisindeyim. Yapmam gerektiğine inanıp yapamadıklarım veya sürekli yeni tasarılar içinde olmam ayrıca yoruyor beni.. Eskiden gece düşünüp planlar yapmanın iyi bişey olduğunu zannetsem de tecrübelerim bunun boşuna kafayı yormaktan başka bi işe yaramadığını öğretti bana..

tasarılar yapılırken insan hep olumlu yönde değerlendirmelerde bulunuyor. Oysa gerçek hayat hiçbir zaman düşündüğümüz gibi ilerlemiyor. Hani çocukken iskambil kağıdından kaleler yapardık da en ufak titreşimde, rüzgarda yıkılırdı. İşte planlar bana öyle geliyor artık...

Benim hayatım boyunca önüme çıkan en büyük engelim sağlığım oldu mesela.. Daha doğum anında başlayan felaketler silsilesi.. Çocukluk döneminden tut bugüne.. Ben hep yaşıtlarımın ihtiyarı oldum bu yüzden. Onlara ayak uydurabilmek için çok çabalamam gerekiyordu bu yüzden ve genelde de uyduramıyordum zaten... Bu durum hayatın içinde olabilme şansımı elimden alıyor bana da kenarda olan biteni izlerken hayaller kurmak, plan yapmak kalıyordu.. Gerçekleştirmenin güç olduğu planlar...

piyano, keman, gitar eğitimi alabiliyorum şu an.. Hayatım boyunca hep hayal ettiğim, istediğim birşeydi bu.. Ama izin vermiyor işte sağlığım bunu hakkıyla yerine getirmeme. Bu enstrümanları çalabilmek için başlarına geçtiğimde vücudumda oluşan ağrılar duvar gibi çıkıyor karşıma.. Üstelik aldığım ilaçlara rağmen hafiflemeyen ağrılar.. Sürekli kendimi zorlamak zorunda olmaktan yoruldum belki de bilmiyorum.

hafiften uykum geldi galiba.. Herkese iyi geceler....

17 Şubat 2014 Pazartesi

wicked game

Bazen içimden iyi bişey yapmak gelir. İnsanca bişey... O his canlandığı an duramam yerimde, hemen harekete geçerim. Yapacağım doğru davranış yerini bulmadan hafiflerim...

İşte dün akşam da öyle akşamlardan biriydi benim için... Evde düşünmüş kararımı vermiştim. Sonra dışarı çıktım, yapmam gerektiğini düşündüğüm şeyi yaptım.

Ben, iyilikten, sevgiden, dostluktan ve daha bir sürü güzellikten bir kule yapmıştım. Ya birlikte kulenin tepesine çıkıp manzaranın tadını çıkaracaktık, ya da...

Şu hayatta hala anlamakta güçlük çektiğim bişey vardır... Aslında daha doğru tanımlamak gerekirse kanımı donduran bişey... İçinde bir yerlerde her koşulda olması gereken sevgiden yoksun insanlar... Gözbebeğine baktığında koca bir boşluk görürsün sadece.. Böyle insanlardan hep korkmuşumdur aslında... Hemen uzaklaşmak gelir içimden bunu anladığım an... Mümkünse dünyanın öteki ucuna...

Evet, eve döndüğümde bir enkaz yığını gibiydim. Dönerken o yol bitmek bilmedi. Ayaklarım tonlarca yük çeker gibiydi... O kadar yorulmuştum ki.. Zihnim durmak istedi.. Uyku ilaç gibidir böyle zamanlarda... Uyudum bende... Saatlerce uyudum...

Sabah uyandığımda yataktan kalkamadım. Dünyaya karışmaktansa sıcak yumuşak yatağım daha güvenli geldi.. Şimdi hala oradayım, kulağımda özenle seçtiğim kırık, acı şarkılarımla...

dikili bir ağacım yok benim

dikili bir ağacım yok benim...
yok.. Ama olsun istiyorum.

bir meyve ağacı mesela.. Baharın gelişini kahverengi çıplak dallarında patlayan tomurcuklar haber versin istiyorum. Sonra her biri küçücük birer gelini andıran mis kokulu çiçekleri sarsın tüm görkemiyle dört bir yanını.. Görenin neşesi yerine gelsin, hayatta güzel şeyler de var desin istiyorum.. Hele bir de çekince içine taze çiçeklerin mis kokusunu, derdi kederi unutsun istiyorum.

yaz gelipte çiçekler yerini çağlalara bıraktığında mahallenin çocukları sarsın etrafını mesela.. Ama bir taraftan da gözeteyim dallarını kıran olmasın diye.. Altına bir de masa atalım, eş dost gelsin, şarkı, türkü, sohbet gırla..

unuttum sanmayın, oraya da geliyorum.. Meyveler olgunlaşıp da ballanınca dallarda, yoldan geçenler göz hakkı diye koparıversin ikişer üçer.. Yılın mahsulunden komşulara ikram edeyim.. Kalanlar da reçellik.. Ayıklayıp ocağın üstüne indirdim mi açık pencereden sarsın dört bir yanı enfes kokusu...

dikili bir ağacım yok benim...
yok.. Ama olsun istiyorum..
bir mevye ağacı mesela....

15 Şubat 2014 Cumartesi

beyaz kapılar

Az önce salonun beyaz çift kanatlı kapılarını ardına kadar açtım. Salondaki tekli koltuğu mutfağa taşımak için açmıştım kapıları.. Uzun zamandır bir mekanda bulunmanın verdiği aşinalık nedeniyle, kapıların bende uyandırdığı hissi unutuvermiştim..

Okulu kazandığımızı öğrenip Çanakkaleye yerleşmek üzere döndüğünüzde, okul neredeyse açılmak üzereydi.. Okul çevresindeki tüm kiralık daireler neredeyse dolmuştu. Ev arkadaşımın ailesinin tanıdıkları vasıtasıyla bir kaç ev gezmiş ancak hiçbirini beğenememiştik.

Bu kararsızlığımız beraberimizde gelenleri de yormuş, bir an önce bir ev tutup arayıştan kurtulma isteği yaratmıştı.

Evet... İçine girene kadar, o günden sonra günlerimi geçireceğim o ev olduğundan habersiz , kapının önüne gelmiştik. Ev sahibiyle birlikte eve girdik. Çok eski bir evdi burası.. Banyo fayansları kalkmış bantlatla tutturulmuştu.. Mutfağı, odaları.. Yerlerdeki eski kirli sarı dikdörtgen seramikler ve salonun içindeki kirli görüntüsü ile eski mobilyalar inanılmaz itici gelmişti. Evim diyemeyecektim buraya.. Ama yanımdakiler ikna olmuş gibi görünüyor evi tutmaya kararlı duruyorlardı. Ev güzel tutalım lafları havada uçuşurken bir an gözüm ahşap, beyaz, çift kanatlı kapılara takılmıştı.. Evde kendime yakın hissettiğim tek şeydi o kapılar.. Saçma belki ama evi tutmaya ikna olma sebebimdi..

Kapılarda kendime ait ne bulmuştum acaba.. Bugün koltuğu mutfağa taşımak için açtığım an bu düşüncelere gömülmüş vaziyette buldum kendimi.. Belki bendim.. Benliğim..

İki kapıyı açıp salona bakınca içimi bir ferahlık kapladı.. Sanki içimde sıkışıp kalan bişeyler vardı ve özgür kalmışlardı..

8 Şubat 2014 Cumartesi

sıradan

bizim bu yakınlardaki camiinin hocası ezan okumayı pek beceremiyo..

hani üniversite öğrencisi oldum ya bunca yıldan sonra, hani çok hayallerim vardı, her şeyi yapabilecek kudrette hissediyordum ya kendimi. Hah, işte onların hepsi yalan oldu..

koskocaman bir dönem bitti, tatili de yedik, şimdi yeni bir dönem başlıyor.

kendime itiraf etmekten de hiç keyif almıyorum ama Çanakkale genel olarak fiyaskoydu benim için en azından ilk dönem için kesinlikle böyle olduğunu söyleyebilirim. Hayatıma giren bir iki kişi dışında mutsuzluğuma mutsuzluk eklemekten başka bi işe yaramadı hiç birisi.. Halbuki çok zor koşulları atlatıp gelmiştim ve burada daha mutlu olabileceğim konusunda kuvvetli bi inanca sahiptim.

sonuç olarak onbeş tatili çanakkalede evimde tek başıma geçirdikten sonra, kafamı, hislerimi dinledikten sonra da diyebilirim.. Bir takım isteklere kavuştum. Pek karar almak gibi gelişmedi. İçimden gelen hisler.. Şimdilik iyi gibi geliyor içimden yükselenler.. Umarım beni olumsuz etkileyen insanlardan uzak durmayı-durmalarını sağlayabilirim..

hayata devam etme zorunluluğu sürekli plan, program ve istekler içinde olma durumunu da beraberinde getiriyor..

böyle işte.. Kendimle konuştum biraz okuyanlar kusura bakmasın.

6 Şubat 2014 Perşembe

daha iyisine layığım, daha daha da çok iyisine, daha çok ver daha daha....

sonunda kafayı yaktık cümbür cemaat...

asgari ücret açlık sınırının altında.. İşsizlik desen almış yürümüş..

ama herkesin dilinde bir türküdür tütüyor...

çünkü daha iyisine layıksın...

saç boyası, şampuan, araba, ev, orkid, tuvalet kağıdı.....

liste uzun...

e şimdi herkes elindekiyle yetinmeni, elindekinin kıymetini bilmen gerektiğini değil de, daha fazlasına sahip olman gerektiğini söylerken nasıl mutlu olabilir insan...

iphone 3 telefonundan utanan arkadaşım var yahu el insaf artık...

her şeyin en iyisine sahip olabilen bir kesim var doğru... Peki ya hiç bir zaman o imkanlara sahip olamayacaklar???

onlar için, bizim için yani tek çıkar yol var o da gözünü açmak...

hep daha fazlasına ihtiyacımız yok bence...

kanmıyorum, hatta ve hatta tiksiniyorum bu aç gözlülükten...

milletçe tek ihtiyacımız sevgi, diyalog..

mutluluğun yolu oradan geçiyor çünkü..

24 Ocak 2014 Cuma

kayıp aranıyor!

çok karanlık bir yerde gözlerimi açıyorum.

o kadar karanlık ki, bu güne kadar "karanlık" diye tasvir ettiğim her ortamın buraya nazaran aydınlık olduğunu fark ediyorum.

sonra bir an gözlerimin hala kapalı olduğu hissine kapılıyorum. Ellerimle gözlerimi kontrol ediyorum. Hayır, açık.. Kırpıştırıyorum.. Kaşlarımı alabildiğine yukarı kaldırıp, gözlerimi açarak bakıyorum etrafa. Hayır. Hiç bir ışık yok.

Bu düşüncelerin hepsi jet hızıyla geçiyor aklımdan. Karanlık bir yerde olduğumun farkına varışımın beşinci saniyesindeyim.

Her yer o kadar karanlık ki..

Bir anda içime korkunç bir his çöküyor. Öylesine korkuyorum ki aklımdan binlerce senaryo geçiyor. Bi an seslenmek istiyorum. Kimse var mı? Sonra hemen vazgeçiyorum. Ya o karanlığın içinde beni bulmasını istemediğim birşey tarafından fark edilmeme neden olursam!!! Bu düşünce beni o kadar geriyor ki nefes almaktan vazgeçiyorum. Ancak çok kısa sürüyor. Sonrasında korkunun ve nefessiz kalmamın etkisiyle hırıltılı ve yüksek sesle nefes alıp vermeye başlıyorum.

Sonsuz bir güvensizlik duygusu kaplıyor içimi. Çevremi yoklamaya başlıyorum. Elimle etrafımı kontrol ediyorum. Sırtımı yaslama gereği duyuyorum. Hayır... Yakınlarda hiç birşey yok. O an çaresizliğimden ve korkumdan ağlamaya başlıyorum. Uzun bir süre orada çömelip ağladıktan sonra çevreden hiç bir ses gelmemesiyle cesaretlenip ayağa kalkıyorum. Duvarı takip ederek kapıyı veya lambayı bulmak niyetindeyim. Yavaş ve ürkek adımlarla ilerliyorum. Bir süredir duvara ulaşmaya çalışıyorum ama nafile... Duvar yok. Işık yok. Sahip olduğum tek şey karanlık. Boşluk.

Buradan kurtulma isteği öyle ağır basıyor ki ellerimi önüme siper ederek koşmaya başlıyorum. Allahım burası çok büyük. Neredeyim? Ne yapmalıyım? Beni buraya kim getirdi? Nasıl çıkıcam buradan..

Bir anda üşümeye başladığımı hissediyorum. Bu andan hemen sonra daha korkunç bir gerçekle yüzleşiyorum. Çıplağım. Üzerimde hiç bir şey yok. O an dehşete kapılıyorum. Korkuma bir de utanç ekleniyor. Tüm karanlığa rağmen ellerimle vücudumu kapatmaya çalıyorum. Utanıyorum. Ama kimden? Burada benden başka kimse yok ki.. O an bir umut kaplıyor içimi.. Koskocaman karanlığın içinde benim gibi kaybolmuş birilerinin olabileceğini düşünüyorum. Sessiz ama kararlı sesleniyorum. Sanki eğer sessiz bir şekilde seslenirsem kötülere yakalanmadan aradığım yardıma ulaşabilirmişim gibi hissediyorum. Kimse var mı? Merhaba! Orada kimse var mı?

Ses yok.. Umut yerini umutsuzluğa bırakıyor. Şimdi, orada kimse yok mu? diye seslenmeye başlıyorum. Yine cevap gelmiyor.

Gözlerim bir süre sonra karanlığa alışıyor.

Çevremde bir çok siluet görüyorum.. Ancak henüz seçemiyor gözlerim tam olarak. Bir süre daha geçtikten sonra gördüklerim aklımdan şüphe etmeme neden oluyor. Etrafımda onlarca hatta yüzlerce ezgi görüyorum. Hepsi, küçücük bir alanda ordan oraya koşturup duruyor. Hepsi sesleniyor.. Ama hiç biri bir sonuca ulaşamıyor. O karanlığın, boşluğun, soğuğun içinde.

kayıp...

Aranıyor.



22 Ocak 2014 Çarşamba

işte, gidiyorum.

dikkat! Bu yazı yüksek dozda duygusallık ve veda içermektedir.

karışık ama baskın olarak acıklı hisler içerisindeyim. Biliyorum dramatik anlardan hoşlanmıyorsun. O yüzden zaten şu an uzağında bunları yazıyorum.

her şeyden önce itiraf etmeliyim ki şu an boğulmak üzereymişim gibi hissediyorum ve göz yaşlarımın düşmemesi için göz kapaklarımı alabildiğine açmış durumdayım.

çok uzun yıllardan sonra bir araya gelmiş olmamıza rağmen, alış-veriş yaparak, film izleyerek, başka insanlarla buluşarak şu kısacık zamanı saçmasapan harcadığımız için kızgınım bize.

hayatımda en sevdiğim adama bu kadar tahammülsüz olabildiğim-olabildiğin için de..

sanırım sana çok sıkı ve uzun uzun sarılabilmek isterdim. Elin o kadar ağır olmasa boğuşabilmek, sonra başkalarıyla yapabildiğim gibi boşboğazlık etmek, birlikte çok gülmek. Ama galiba hepsinden çok seni ne kadar sevdiğimi hissettirebilmek isterdim. Seni boğmadan sıkmadan.

bilmiyorum.

gidişine hazır değilim.

sanırım bu yüzden senden önce evden gidiyorum.

19 Ocak 2014 Pazar

kendi kendine de konuşur bazen insan

mesafeler.

yakın hissetmek için yan yana olmak şart deme bana.

o zaman nasıl açıklarım yanındayken içimde büyüyen mesafeleri.

peki uzağımda olmalarına karşın içimdekiler?

evet.

mesafeler diyorum.

bazen yol oluyor.. Uzayıp giden.

bazen sevgi, bıçak gibi kesilen.

bazen.. İyi geliyor..

 Bu son ihtimale sen dahil değilsin ki...

kurtulmak ihtimali olsa, belki.

5 Ocak 2014 Pazar

yıldızlar

karanlık, kasvetli bir kış gecesi..

kafasındaki düşüncelerden başı ağırlaşabilir insanın.. kafası öne düşmüş, yalnızca adımını atacağı yeri izleyerek, çevresiyle ilgisiz yürüyebilir yalnız başına..

mutsuz hissetmesi için bi çok parça bir araya gelmiş olabilir.. yalnız hissetmesinin yanı sıra, havadaki ağır is kokusu eşlik ederken karanlığa.. her şey alabildiğince kötü görünebilir gözüne..

kirli havayı ciğerlerine doldurmamak gayretiyle minik minik aldığı nefes bir süre sonra göğüs kafesini sıkıştırabilir.. koca bir nefese ihtiyaç duyduğu anda uzun bir aah çekerek kafasını gökyüzüne çevirebilir.

işte o an beklenmedik bir şey de gerçekleşebilir hayatta.. mesela gökyüzünün apaçık olması gibi.. bu ana bir de kayan bir yıldız eşlik edebilir..

kayan bir yıldız..

kısa süren şaşkınlık ardından tekrar bakabilir diğerlerine..

yıldızlar..

yıldızlar, tıpkı insanlar gibi...

diye geçirebilir içinden. yoluna tek başına devam ederken...

04.01.2013

2 Ocak 2014 Perşembe

cevapsızlar onlar

saçlarımı tarıyorum aynanın karşısında.. Islaklar.. Kurutma makinasını prize takıyorum sonra.. Bir elim saçlarımın arasında telaşlı, diğeri kurutma makinasını kavramış.. Gözlerim, aynadaki aksimi takipte.. Su buhar oldukça saçlarım rengini buluyor... Koyu kahverengi saçlarım.. Sonra bir kez daha fark ediyorum aralara karışmış o kalın beyazları.. Onları her gördüğümde yaptığım gibi umursamamayı beceremiyorum bu sefer.. Sanki bana ait değillermiş gibi hissediyorum. Sonra sonra içimden hayat bir ölme hali diye tekrarladığımı işitiyorum.. Hayat bir ölme hali.. Derken o dört kelimelik cümleden geriye hayat kalıyor.. Son altı ayımı gözden geçiriyorum önce hızlıca.. sonra son Bi kaç yılımı.. Şimdi yine bu ana dönüyorum. Beni ben yapan, şu anki kişi yapan şeyler gözümün önünde beliriyor.. Olgunlaşmak diyorum, çevremizle aramıza koyduğumuz o duvarın üzerine her geçen gün bir tuğla daha eklemek sanırım.. Öyle olmasa korkmazdık bu denli yenilerden.. Sonra hızlıca terk ediyorum bu fikri.. Öyle ya, sonsuz arayışımızın sonu olmaz mıydı az önce kafama doluşanlar.. Ama oradan da uzaklaşıyorum Bi sure sonra.. Yeni günlerim, yeni hayatım, yeni insanlar.. Derken aklıma geliyor bazen kendimi geri çekişim ansızın. İncinmekten neden korkar insan bu kadar? Zaman aslında korkuyu değil de korkusuzluğu öğretmeli değil mi? Bilmiyorum içinden çıkamadım şimdi.. Sanırım uykum geldi