30 Aralık 2012 Pazar

"Şıp Sevdiyim"



Yine aşık olmuşum.

Çok mu?



Palyaço dudakları var biliyo musunuz.. Böyle iki dudak kenarı kıvrılarak yukarı bakıyo gülümserken..


Hissettim.. Söylüyorum..

27 Aralık 2012 Perşembe

Bahar Kokan Aralık Günü



Bu sabah uyanmakta biraz güçlük çekmiştim.. Sıcak, yumuşacık yatağımdan çıkıp Bursa'ya gidecek olmak zor gelmişti.. Yine de kalktım.. Bi duş aldıktan sonra attım kendimi sokağa...

Evimizle durak arası çok uzaktı.. Pek hareket eden biri olmadığım için ana durağa yürümek zor gelmişti..  O yüzden SSK Hastanesinin oradaki evimize yakın olan durağa yürüme kararı verdim.. Durağa vardığımda Bursa'ya kadar ayakta gitmeye cesaret edemediğimden ana durağa gitmeye karar verdim..

Otobüste yine yanıma şişko bi teyze oturdu.. Koridordan her bir kişi geçtiğinde kendisine değmesinler diye benim üstüme yatıyordu.. 5 yıla yakın Gemlik - Bursa otobüs yolculuğu yaptığım için artık sabırdan eser kalmadığını fark ediyorum.. Az kaldı dirsekleyecektim kadını.. Neyse ki kısa bi süre sonra uykuya daldım... Uyandığımda Bursa'ya varmıştık..

Altıparmak'taki Müzik Okulu'ma vardığımda dünyalar tatlısı Murat Hocam elinde çayı ve sigarası ile; 3 katlı ahşap binanın girişinde beni bekliyordu :) Onu gördüğüm an tüm stresimi attım hemen.. Kapıda biraz sohbet ettikten sonra sınıfa geçtik.. Bugün Şan ve Dinleme dersim vardı... Ses açma alıştırmaları yaparken yine kendimi tutamayıp kahkahalara boğuldum..

Derslerim bittikten sonra dışarı çıktığımda moralim düzelmişti.. Hava o kadar güzeldi ki derin derin nefes alma ihtiyacı duydum.. Baharı içime hapsetmek istedim.. Uzun ve soğuk bir kış kapıdaydı nede olsa.. Sonra hemen eve dönmek gelmedi içimden... Ne zamandır da kendime bot almak istiyordum..

Yakın olduğu için Zafer Plaza'ya gittim.. Orda bi kaç ayakkabıcı gezdikten sonra Elle'ye gittim.. Ayakkabılara baktım ama fiyatlar yüksek gelince almaktan vazgeçtim.. Çalışmadığım için alışveriş yaptıktan sonra kendimi harcama yaptığımdan dolayı çok suçlu hissediyorum da.. Neyse öyle bakınırken satıcı çocukla ( 19 yaşında ) sohbete başladık.. Derken mağazada çalışan diğer kişiler de katıldı sohbetimize... O esnada da mağazadaki hemen tüm ayakkabıları denettiler bana.. Son olarak beğendiğim ayakkabıda iyi bir indirim sonrasında bol taksit yaparak beni mağazadan uğurladılar.. Çok güzel bir bot almış olmama rağmen sonrasında çok mutsuz oldum..

Sanırım part-time bi iş bakacağım.. Uzun yıllar çalışan bi insan sonradan tekrar babasına muhtaç yaşamaya başlayınca dengeler tam yerine oturmuyor bir türlü..

Belli bi standartta yaşamaya alışmışken şimdi her yaptığım şeyi kırk defa düşünmek sonra da suçluluk hissetmek.. Ooooffff mutsuzum yani...



26 Aralık 2012 Çarşamba

Sırf bişey yapmış olmak için yaptığım şeyler de oldu benim


Boşluğa Uzanmak

Başından bu yana travmalar silsilesi hepsi..

Nedenler neden-siz... Neden?

Sırf o an öyle geldiği için, acaba'ların çekimine karşı dirençsizlikten belki..

Kavramlar, kurallar havada uçuşan kuş tüyü..

Kulaklar; karanlık bir tünelin başlangıç ve bitiş noktası..

Hadi; anahtar.. Çok göz önünde olduğundan mı fark edilmiyor yoksa...

Boşluk yok.. Bir nefeslik bile... Değil..

Şimdi sadece'lerden bıkmak değil.. "Sadece" hep orda... Çağırılmayı beklemeden gelen, davetsiz misafir...

Kim gerçeğin peşinde?

İyi oyuncu olmak önemini yitirir... Oyunun kuralları herkese göre değişir.. Tek gerçek oyunda varlığını sürdürebilmek...

Yo yo.. Bunların hiç biri değil..

Tek gerçek "gerçek karanlık"



20 Aralık 2012 Perşembe

aşk üzerine diyeceklerim var





Benim kalbim resimdeki ağaç gibi sanırım.. 

Yaşadığım ilişkiler de mevsimler.. 

Baharda tomurcuklanıp, yazın çiçek açıp, sonbaharda yapraklarım solup, kışın yaprak döküyorum..

Çetin bi kış geçirdim bu yıl; yapraklarım dökülmekle kalmadı belki.. İçimde kopan fırtınalarda dallarım kırıldı, köküm yerinden oynadı..

Kara kıştan sonra gelen bahara inandım yine de ben..





 



16 Aralık 2012 Pazar

Çıplak Karı İsteyen Buraya Baksın Bi

Selam,

Blog sayfamın bugünkü verilerini kontrol ettiğimde; gün içinde yalnızca Türkiye'den bir okurum olduğunu ve onun da 42 yazım arasından "Memeler Baş Kaldırmış'ı" okuduğunu gördüm..

Playboy dergisinin sahibi "Sex Her Zaman Satar" sloganıyla yola çıkıp bugünkü servetini kazanmış oldu..
Yine günümüz blogger'larından en tanınmışı olan Pucca da sex hayatını uzun uzun yazarak bugünkü ününe kavuşmuş oldu..

Tabi bu noktada benimde bundan sonra sex içerikli yazılar yazacağım sonucu çıkmıyor...

Ben sadece bu başlık altında kaç tık alacağımı merak ettiğimden bu yazıyı yazma gereği duydum :)

Bu yazımı başlığa uygun olması açısından sıcak bir video ve güzel bir şarkıyla sonlandırayım :) İyi seyirler :)



 

13 Aralık 2012 Perşembe

BindikBirAlameteGidiyozGıyamete

Yine bir uyku molasından hepinize selamlar,

En son ne diyorduuuum; hah, büyük kararlar aldım paylaşacağım..

Şimdi aslında benim bu kararın külliyatını size geçmem lazım, kolay değil belki 15 yıllık bir süreci özetleyeceğim.. Bakın kader ağlarını nasıl da örmüş :)

02 Aralık 1987; hayata merhaba ile, kulağıma fısıldanır EZGİ ismi,

Takip eden yıllarda sesimin yanıklığı fark edilir, aile meclislerinde düğünlerde falan durmadan istekler gelmeye başlar.. Kıramam sahnelerde boy göstermeye başlarım..O dönemler türkücüyüm.. ( Dikkat : Yüksek dozda abartı içermektedir. )

Sonraki yıllarda okula başlayınca müzik derslerinde, yıl sonu gösterilerinde olmazsa olmazlardan biriyim  ( Dikkat : Yüksek dozda abartı içermektedir. )

Yııılll 1997 bilemedin 1998; bi doğum günümde babam elime üçgen bi plastik parçası sıkıştırır ( Sonradan öğrendimki PENA'ymış o üçgen plastik); hayatımda ilk kez görmüşüm, derim "bu ne", babamda "param bun yetti kızım" der, benim de o an babamın durumu içime dokunur ( hep içli bi çocuktum, zırlak da denebilir  ) tam gözlerim dolup çenem titremeye başlayınca annem içerden koooskocaman bi kutu getirir.. Meğer beni yemişler.. Çok severdi keratalar duygularımla oynamayı :D Neyse böylece ilk gitarıma sahip olmuş oldum..

Gitarı aldık almasına ama sonrasına sürekli bir kursa devam etmem mümkün olamadı, dershane, okul, oyun derken  elimde kendi kendime oyalandığım bir uğraş haline geldi..

Ancak ilerleyen zamanlarda genişleyen arkadaş çevresiyle birlikte, müzisyen arkadaşlarımla yeniden bir gitar sevdası aldı yürüdü..

Sonrasında karşıma çıkan üniversite sınavları hepten belimi büktü.. Oldum olası tembel bir çocuktum, ders çalışmayı sevmez, nerde haylazlık var onun peşinde koşardım.. Müziğe olan ilgim herkes tarafından bilinse de nedense o dönemler müzisyenliği ailemizde ve çevremizde hiç birimiz meslek olarak göremedik..

İlk üniversite sınavımın sonucu berbattı.. Buna rağmen babam beni cezalandırmak yerine yüreklendirmek için bir elektro gitar almıştı ( Canım babam :) )

Üst üste girdiğim 2 üniversite sınavından da vasat sonuçlar alınca 2 yıllıklar arasında bilmem neden Turizm ve Otelcilik İşletmeciliği Bölümü'nü tercih ettim.. Bi de o dönemdeki erkek arkadaşımın okuduğu okul denk geldi 16. tercihimken.. Tabi baskıcı tutumları nedeniyle okulda da müzikle uğraşmam pek mümkün olamadı..

Derken okul bitti ve Çeşme'de bir otelde çalışmaya başladım.. Gittiğim her yere gitarımı da götürüyordum, orada yine haşır neşir olmaya başladım kendisiyle..

Sonra 2008 yılında abim Amerika'ya gitmeden kısa bir süre önce bir anneler gününde Anneme KEMAN alma kararı verdik.. Şimdi bunu söylediğimde herkes "Annen Keman çalabiliyor mu?" diyor.. HAYIR annem eline bir kez olsun keman almadı.. Sadece biz onun kendiliğinden keman çalmaya başlayıp bi virtüöz olacağını hayat ettik.. Olmadı.. Artık evimizde kimsenin kullanmayı bilmediği bir keman vardı..

Bu esnada mesleğime yeni atılmıştım, işimi çok seviyordum ama başımda bir bela vardı.. Beni hayattan soğutan müdürüm.. ( Bu kısımlarda isim vermekten kaçınıyorum ) Sonunda daha fazla orada kalmak istemediğime karar verince işi bırakıp eve döndüm.. Bu durumlar benim mesleğe karşı ilk soğumamın temellerini attı..

Sonrasında Bursa'da girdiğim ilk otelde ise Gemlik- Bursa arası yol yapmanın dışında hayatım boyunca denk gelebileceğim ennn aşşağılık insanların çalıştığını anlamam çok zamanımı almadı.. Mesleği bırak hayattan soğuyordum..  Gelen gideni aratır derler ya, Çeşmedeki sıkıntılar buranın yanında devede kulak kalıyor..Ancak yine de 3 yıla yakın bir sabır sürem olduktan sonra daha fazla dayanamadım ve bir diğer otele geçme kararı vererek o iğrenç yerden kurtuldum...( Ancak içinde birkaç kişi var ki benim için çok değerlidir.. ) 

Sanıyordum :) Bu girdiğim otelde ise işe gidip gelebilmek için günde toplam 6 vesait kullanıyor birde neredeyse topundan tiksindiğim insanlarla çalışıyordum ( Ancak içinde birkaç kişi var ki benim için çok değerlidir.. ) Takip eden günlerde ekibe birde Satış Pazarlama Direktörü eklendi.. Kadın deyim yerindeyse işler güçler derken kafayı sıyırmıştı.. Bir türlü kurulamayan ekip ve patronun ucu bucağı gelmez istekleri.. Resmen dehşete düşmüşüm.. Yıllardır hayal ettiğim idealim, kanlı-canlı karşımda duruyordu ve ben bu manzaraya bakmaktan bile rahatsızdım..

8 yılımı verdiğim Turizm tamamen yanlış bir seçimdi.. Ama artık geri dönüş ihtimalim yoktu.. Kimseye anlatamazdım bunca yıldan sonra hayallerimin peşinden koşma isteğimi.. O kadar para kazanıyorken deli derlerdi.. Ama daha fazla da devam edemeyeceğimi hissediyordum..

Derken vucudum teklemeye başladı.. Pilim bitmişti.. Mart ve Nisan aylarında hiç birşey yapmaya gücüm kalmadığını hissetmeye başladım.. Aniden tansiyon değişiklikleri, son derece ciddi bir dalgınlık, asabiyet ve halsizlik.. Öleceğimi hissediyordum.. Sonra hastaneye gittim yapılan onca tetkikten sonra hiç birşey bulunamayınca durumumun psikolojik olduğu yönünde bir karara vardılar..

Bu durum karşısında 2 seçeneğim vardı önümde: 1. si henüz 6 aydır çalışmakta olduğum son otelden ayrılıp hayatımın yönünü değiştirmek, 2.si yaşanan herşeye kulak tıkayıp yüksek sezona kendimi hazırlamak.. Ben ilk seçeneği tercih ettim ve otelden ayrıldım..

Oluşan boş zaman diliminde de tekrar doktora gittim.. Kafamda tümör tespit edildi.. Hayatım kökten değişmişti.. Geçirdiğim 2 ameliyattan sonra hastalığa da veda etmiştim.. ( Bu süreçte işten ayrılıp İzmir'e taşınma ve hastalığımı orada öğrenme durumu oluşmuştu )

Artık işim yoktu, hastalık yoktu.. Hayat "bu durumdan nasıl kurtulurum, nasıl destek alabilirim çevremden" diye kendi kendime yakınırken bu dileğimi altın tepside önüme sunmuştu.. Kanseri atlatmıştm.. Bu benim 2. hayatımdı ve daha önce yaptığım hataları tekrarlayamazdım..

Zaten sonrası çorap söküğü gibi geldi.. Aralarda da bahsettiğim gibi hep müzikle uğraşmak istemiş ama bi türlü fırsat bulamamıştım..  

Müzisyen olmaya karar vermiştim..

Bu kararı takip eden günlerde elime ilk aldığım enstrüman Elektro Gitar oldu.. İşin güzel yanı Selim Işık denen tapılası adamın bundan 3 yıl önce toplamda 100 videoluk elektro gitar derslerini internete ücretsiz koymuş olmasıydı.. Hem hastalık sonrasında evden çıkmadan geçirmem gereken sürecimi sıkılmadan atlatabilecektim.. Hemde ücretsiz ve çok detaylı bir ders alacaktım.. Kararlıydım ve günde 8 saate yakın gitar çalışıyordum..

Derken komşumuzun oğlu Caner'in çok sık gittiği ama benim varlığından haberdar bile olmadığım "Sanat Evi Kafe"  gitme kararı verdik.. O gün kafenin sahibi Hüseyin Amcayla tanıştık ve kısa sürede kaynaştık.. Ortak bir yönümüz vardı, müzik.. Takip eden günlerde bir akşam da gitarımı alıp çıktık yukarı..

İlk keman hocam Mehmet Taşpınar'la tanışma sürecim de böyle gelişti.. O akşamdan sonra Mehmet Hocayla tanıştırıldım.. Ben gitara yönelmiştim ki bi anda aklıma fakülteyi sokuverdi.. Ancak yaşımın geçtiğini düşündüğüm için bu ihtimal bana çook  uzaktı.. Yine de gitarı hemen hemen çalabildiğimi keman veya piyano öğrenmem gerektiğini üstüne basa basa vurguladı..

Yıllar önce absürd bi şekilde anneme aldığımız kemanın artık neden eve girdiğini anlamıştım.. O benim içindi..

Keman derslerine başladım..

Derken eski sevgilimle barıştık ve benim yine kafam karıştı.. Müziği herşeyi bi kenara itip İstanbul'a taşınma kararı aldım.. Keman derslerini bıraktım ve iş aramaya başladım.. Kadınlar sevince gözü kara olur..

Bu süreçte nasıl büyük bir hata yaptığımı farketmem için yıllardır görüşmediğimiz Songül devreye girmişti.. O benim görmeyen gözüm, duymayan kulağım oldu.. Bu büyük hatayı farkedip kendimi geri çektiğim dönemde sonunda keman derslerini bırakmış ve ingilizce dersi alırken buldum kendimi..

Ama mutsuzdum.. Öğrenmek istediğim ingilizce değildi.. Ama artık vazgeçemezdim çünkü artık bu yaptığım maymun iştahlılığa girerdi ve ailem de benden desteğini çekerdi..

Tam bugünlerde yine uzun zamandır görüşmediğim Barıştan bir telefon aldım.. Telefonda konuşurken kendisi de müzisyen olduğu için keman dersi aldığımdan bahsettim. O da kendi müzisyen arkadaşı Serdar'ı önerdi..

Böylece haftada bir gün kendi cep harçlıklarımı toplayarak yeniden keman derslerine başlamış oldum..

Keman derslerimden sonra Fakültenin çok da uzak bir ihtimal olmadığını fark etmeye başladım...

Yine fakülte hayali kurarken tekrar Barış devreye girdi ve okul öncesi hazırlığı için bir müzik okulunu önerdi.. Görüşmelerimi yaptım ve kesin kararımı aldım..

Yaşanan bunca olay sonunda beni bu noktaya getirdi..

Yani birşeyi çok isterseniz eninde sonunda gelip sizi yine bulur :)

Neyse çok zaman harcadım, ders çalışmam lazım :)

12 Aralık 2012 Çarşamba

Kabus


Selam,

Tatlı uykuma istemsiz gördüğüm bi kabusla ara vermek zorunda kalıp, tekrar uykuya dönemeyince yazmaya karar verdim.. Zaten son günlerde yakamı bırakmaz oldu bu kabuslar.. İzmir'de gördüğüm "Kıyamet Günü" ( son günlerde basının ve insanların yorumlarından etkilenmiş olmalıyım ), sonrasında gelen Nazilerin "Yahudi Katliamı" gibi bi "Türk Katliamı", bu gece de cehenneme düşüp önüme 2 seçenek sunulması : 1. si tüm ailemin sırayla işkenceye maruz kalarak öldürülmesi, 2.si ise içlerinden seçtiğim birinin tamamını kendim keserek çiğ çiğ bir çırpıda yememi istemeleri.. Bunu yapamayacağımı çünkü midemin o kadar şeyi almasının mümkün olmadığını anlatmaya çalışırken diğer taraftan da hangisini kurban edeceğimi düşünmeye dayanamayınca kendimi kesip yemeye başlamamla son buldu kabusum... En azından onlardan hiç birini feda etmemiş olmanın gönül rahatlığı içerisindeyim şimdi..

Bi süredir yazmadım neler yaptığımı... Bana çok iyi gelen bi İzmir yolculuğu yaptım herşeyden önce.. Ama bu kısmı anlatmadan önce bi şarkı paylaşmak istiyorum..


Son zamanlarda "Kan Bağı" kavramını sorguluyordum.. Neden seviyorduk ailelerimizi? Annemiz, babamız, kardeşimiz.. Neden bizler için bu kadar vazgeçilmezdi.. Halbuki en büyük çatışmaları da genelde onlarla yaşıyorduk..  Bu konuları içten içe büyüttüğüm bi dönemimdeydim..Sonuçta ailelerimizin bizim tercihlerimiz olmadığı konusunda akla yatkın bilimsel açıklamalar vardı.. Ama "Ruh'u" henüz kimse açıklayamamıştı.. Sanırım bilge ruhum herşeyden önce ( Doğum, çocukluk, gençlik dönemlerini kastediyorum ) yaşanacakları bilerek; aniden bu ailenin göbeğine atıvermişti kendini bu bedende.. Bunun yazılı kayıtlarıma geçmesini istedim.. Dünyada yaşayan ailelerin tamamını kastederek; en doğru ve en duygusu yüksek aileye sahip olduğum için ne kadar şanslı hissettiğimi anlatmaya doğru kelimeleri bulmakta zorlanıyorum..

Aslında yazmam gereken ne çok şey varmış.. Şimdi onu farkettim.. Yukarıda bahsetmiş olduğum ailevi bağlar dışında bir de "Gönül Bağı" kurduğumuz insanlar var ki, onlar da en az ailelerimiz kadar vazgeçilmez ve değerliler hayatımızda.. Aslında ciddi bir anlam kargaşası yaşıyordum.. Bu satırları konuyu içimde çözümlemiş olarak yazıya aktarıyorum..

İzmir yolculuğuna dönecek olursak; geçtiğimiz hafta Çarşamba sabahı erkenden yola çıktık ve ilk durağımız Ege Üniversitesi oldu.. Kontrolüm çok iyi geçti.. Hızlı bir iyileşme süreci geçirmiştim.. Durumum iyi olunca Mart ayı için tekrar randevulaşarak hastaneden ayrıldık.. Sonra da Narlıdere'de yaşayan kuzenim Özden'in evine gittik.. Tüm kuzenlerin orada toplanması kararı vermiştik.. Annemi de almak istedim yanıma.. Yemekten sonra sohbet faslı derken uyuduk.. Yol yorgunluğu da vardı tabi.. Sabah da konulara kaldığımız yerden devam ettik..

Sonra ben onlardan ayrılarak Yıldız Hanım'ın ( Aslında çok yakın olmamıza, ablam gibi, arkadaşım gibi görmeme rağmen yine de hitap esnasında ismiyle veya Abla diye seslenemeyişimin nedenini bulamadım.. Bu durumu stajerlik dönenimde aldığım kesin bir komuta veriyorum :) ) ne diyordum; Yıldız Hanım'ın yanına gitmek üzere yola koyuldum.. Ama öncesinde Acentacı arkadaşlarım Deniz ve Ece ile buluştuk.. Güzel bir yemek ardından ofislerine gittik.. Sıcak ve eğlenceli saatlerden sonra; Ilıca Hotel'den eski oda arkadaşım Yeşim'i de alarak Yıldız Hanım ve Aylin'in evine vardık.. Balçova'da koooskocaman ve aydınlık bir evdi.. Taşındıklarından bu yana ilk defa geliyordum evlerine.. Evi öyle dizayn etmişlerdi ki; yaşayan, nefes alan bir mekan haline gelmişti.. Dört gecem ve beş günüm evde geçti.. İçsel hesaplaşmalarla, müzikle, sohbetle, gökyüzüyle, dostlukla, sevgi ve saygıyla, gönül rahatlığıyla; "sıradan bulduğum" hayatımdan 5 gün çalmıştım..

Şu an yazmaya daha fazla devam edemiyorum çünkü uykusuzluktan kafam çalışmaz halde..

5 günün ardından almış olduğum ve bugün itibarıyla uygulamaya geçirdiğim büyük kararlarım var, onu da yazacağım ama bilmem ne zaman :)

Bu saatte uyanık olanlar varsa; hepinize iyi sabahlar... ( Saat 05:43 )


4 Aralık 2012 Salı

Kuş Kadar Hafif Hissetmek!!!



Huzursuzum..

Yatakta o kadar dönmüşüm ki, uyandığımda üstümde ne varsa vücuduma dolanmıştı.. 

Karnımın üstünde bi ağırlık vardı.. Nefes almamı engelleyen..

Başım bedenime ağır, dayayacak yer arıyorum.. Elimle desteklemeye çalışıyorum.. Düşüncelerimin ağırlığı boynumu öne eğen..

Çok korkuyorum.. Her geçen gün, gözlerinde gördüklerimden çok korkuyorum..

Hayat insanın bedeninden akıp gitmeden önce gözlerdeki ışık azalmaya başlarmış ya..

Gözlerim hep gözlerinde..

Boğazımda yumrular.. Gidip ellerini, kollarını, boynunu, saçlarını, alnını öpüyorum.. Gözlerini öperken yaşları dudağıma bulaşıyor.. 

Neden böylesin diyorum.. Neyin var, bana söyle.. Sen benim herşeyim değil misin diyorum.. Kendini öyle bırakma diyorum.. Ben sonra mahvolurum yaşayamam sensiz diyorum..

Yalan değil ki.. Ben hiç bilmedim ki onsuzluk nasıl bişey.. O olmadan nasıl olur hayat....Hiç...

İçimden üzgünüm bu aralar deyip benim de nefesimi alıyor.. Gözlerimden yaşlar boşanırken boynuna sarılıyorum.. Sakın diyorum, sakın bana bunu yapma.. Sakın beni bırakma.. Ben ölürüm sen olmazsan.. Sen benim  direğimsin.. Ayakta kalamam ki diyorum..

Gözlerimin yaşını silerken sen benim direğimsin ağlama beni de üzme diyor.. İkimizde birbirimizi üzmekten korkarak, daha da kederli sımsıkı sarılıyoruz..

Sevgilerin en güzeline, en karşılıksızına, belki de en nedensizine sahip olmak onun bendeki değerini bu denli ulaşılmaz kılan..

Hep benimle ol, hep sıcaklığında kalayım.. Beni hiç bırakma benim küçük dünyam...




3 Aralık 2012 Pazartesi

Haklısın.. Ama Sen Hayatında Hiç Hata Yapmadın Mı?

Selam,

Bi süredir yazmayı bıraktım farkındayım.. Aslında yaptığım pek bişey yok ama içimden gelmedi doğrusu.. O yüzden bi süredir başımdan geçenleri kısadan özetliyorum..

Çok sevdiğim keman kurslarıma başladım.. Yeni hocamı çok sevdim. Zaten müzik yapabilen insanlara her zaman büyük hayranlık duymuşumdur.. Son iki haftalık süre zarfında neredeyse sabahtan akşama keman çalışıyorum diyebilirim..

Tüm hayatımı gözden geçirip, sonra da kendime ne istiyorsun ezgi? diye sorunca gerçekten en çok müzikle ilgilenmekten keyif aldığıma karar verdim. Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümüne hazırlanmaya başladım :) Bu konuyla ilgili diğer detayları yine anlatırım..

Bu konuları takip eden günlerde yine bir pansuman yaptırdım.. Her zamanki gibi acılı ve keyifsizdi..Ama o akşam dinlenmek yerine arkadaşlarımla zaman geçirmeyi tercih ettim.. Yaşadığımız her gün hatta her dakika yeni derslerle doludur ya, bende o akşam; aslında ne kadar yalnız olduğumuzu, kendim ve ailem dışında çevremde güvenebileceğim kimse olmadığını anladım.. Ama bu konuyu da detaylandırmak istemiyorum.. Belki başka bi gün yazarım..

Dün de doğum günümdü.. 25. yaşıma veda ettim dün.. Buruk bi veda oldu.. Dün sabah uyandığımda hava çok güzeldi ama içimden hiç birşey yapmak gelmiyordu.. Bana kalsa yataktan çıkmayacaktım.. Ama doğum günümün pazar gününe denk gelmiş olması ailecek birşeyler yapmamız gerekeceği anlamına geliyordu..  Normal şartlarda bu durumu seviyorum ama bazı zamanlarda ( tam da dün sabah hissettiğim kötü duygular gibi ) öyle acayip oluyorum ki, sanki başıma kötü şeyler gelecekmiş gibi hislere boğuluyorum.. O yüzden de yorganımı başıma geçirip olacaklardan kaçma eğilimi gösteriyorum.. Ama her seferinde insanları kırmak istemediğim için 6. hislerimi kulakardı ediyorum..

En son böyle hissettiğimde ( 3 hafta önce ) trafik kazası geçirip sakatlanmıştım. Tam kazadan sonra ağrılarım bitti iyiyim dediğim gün, dün babaannemle yürüyen merdivenlerden uçtuk.. Yukarı yöne çıkan merdivenlere binecektik.. Babaannem zaten hiç bir zaman beceremiyor bu işi... Basamağa uçtan basınca dengesini kaybetti.. Bende onun hemen arkasındayım.. Babaanne düşüyoruz.. Tutun.. Gidiyoruz.. Derkeeeen ağır çekimde arkaya doğru uçtuk.. Şu an bunları yazarken gülme krizine girsem de; o anda babaannemin ayakkabılar fırlamış alaşağı merdivende uzanmış görünce kalbimin sıkıştığını hissettim.. Böyle bildiğin babaanneee diye ağlayacağım, imdadımıza genç bi çocuk yetişti, babannemi kaldırdı.. Sonra ayakkabılarını giydirdik ama derin kederler içinde buldum kendimi.. Tabi o an aşırı adrenalinden sağ işaret parmağımın tırnağının kökünden kalktığını ve elimin kanadığını çok sonra fark ettik.. Ama işin aslını isterseniz elim falan hiç umrumda değildi.. Babaannem düştü ve ben onu tutamadım.. Bu yüzden çok acı çektim çok üzüldüm.. Hala daha gülmek ve ağlamak arasında gelgitler yaşıyorum.. Bu hayatta en değer verdiğim en sevdiğim insanın o olduğunu hissederim çoğu kez..  Keşke çok daha güçlü olsaydım diye düşünmeden edemiyorum..

Neyse sonra babamın yazarkasa alması amacıyla girip merdivenden uçtuğumuz AVM gezisi bitince, arabaya binip Heykel'e doğru yol aldık.. Bizimkilerle bi yemek yedikten sonra onların yanından ayrılıp Deryalarla buluşmaya gittim..

Yaşadığım sıkıntıdan sonra sessiz sakin bir yere gitmek istedim.. Yer seçimi mükemmeldi.. Pastamı kesip dileğimi de diledim.. Sonra eve dönüp ölü gibi yattım..

Bu sabah da erkenden uyandım.. Uyandığımda işaret parmağım şişmiş ve yeşillenmiş haliyle yaprak sarmayı andrıyordu, katlayamıyordum.. Bende kalkıp doktora gittim..72. sıradaydım.. Eve dönmek yerine sahile gitmeyi tercih ettim.. Lodosluydu hava.. Sıcak ama hırçındı rüzgar... Deniz dalgalıydı.. Kulaklığımı çıkarıp dalgalarla martıların sesini dinledim.. Rüzgarın sürüklediği bulutları izledim.. Yanıma gelen bi köpekle simitimi paylaştım.. Ondan sonra gelen kediyi kovaladım..Üşüdüğümü hissedene kadar hafif nemli bankta düşündüm durdum..

Sonra hastaneye geri döndüm.. Yetkililer öğleden sonra gelmemi emir buyurunca bende eve gittim.. Bi saat vardı.. Bende pijamalarımı giyip yatağa süzüldüm.. En tatlı uykularımdan birini uyurken Annemin açtığı telefonla uyandım.. Sinirlendim.. Kalktım hastaneye gittim.. Röntgen, doktor, eczane yaptıktan sonra eve döndüm..

Eve gelince her kendimi buruk ve ağlamaklı hissettiğim günde yaptığım gibi; bir Türkan-Kadir filmi açtım.. DEVLERİN AŞKI.. Neredeyse repliklerin tamamını ezberlediğim bu filmi izlerken yine ağladım.. Yine kederlendim.. Ama sonunda yine sıcacık oldu içim.. Yine sevgiye inandım..









19 Kasım 2012 Pazartesi

Oynatmaya Az Kaldı Doktorum Nerde?

Selam,

"Film veya dizi falan izleyip, oyunculardan birine aşık olan kız var mıdır acabaa??" diye düşünenler varsa!! ( hayatta düşünülecek o kadar çok şey varken kafasına böyle bişeyi takıyorsa o kişi de, hiç uzatmasın ama tırlaktır. ) merakınızı gidereyim. Vardır.

Ama bu akşam bahsetmek istediğim benim de o manyaklardan biri olduğum değil. Evet öyleyim, ama bahsetmek istediğim başka şeyler var..

Mesela delik çoraplar.. İnsan delik çorabından neden utanır? Bi kaç gündür bunu soruyorum kendime.. Ciddiyim ama.. Bunun cevabını ben bulamadım.. Bilen varsa bana da anlatsın..

Kafamı kurcalayan bir diğer şey de telefon sapıkları..Şimdi ben bu kategoride yarışan babayiğitleri 4 ana başlık altında toplamayı ve dilim döndüğünce açıklamayı isterim:

1. GRUP: Çocukluk zamanlarında arkadaşıyla birlikte eğlence olsun diye rastgele numara çevirerek sapıklık yapanlar : Bu işi bende yaptım zamanında.. Evet insanları taciz ediyoduk belki sürekli arayarak ama masumduk, şakacı çocuklardık..

2. GRUP: Özellikle bir tanıdığa şaka yapmak maksadıyla ahizeyi kaldıranlar: Bunu da yaptım, haaala da zevkle yapıyorum.. Tacizde bulunduğum 2 şahıs var, biri Anneannem diğeri Babaannem.. Kendilerine sapıklık yapılmasını şiddetle tavsiye ederim.. Zira genelde gülmekten altınıza kaçırıyorsunuz. Telefonlarını isterseniz bana ulaşın. ( Şaka şaka, numaraları vermem, herkes kendi ninesine salça olsun )

3. GRUP: Herhangi bir numara çevirerek denk gelene kaynayanlar :  Üzülerek belirtmeliyim ki ilerleyen teknoloji ve küresel ısınma bu sapık türünün neslinin neredeyse tükenmesine sebep olmuştur.. Sevgili sapık kardeşimiz anormal cinsel arzularını bastırmak için çeşitli siterlerde görüntülü ve sesli konuşmalarla her türlü ihtiyacını fazlasıyla giderebilmekte olduğu için artık telefon pek cazip gelmemektedir kendisine..

4. GRUP : Tanıdığı bir kişinin numarasını edinerek, kendi numarasını da gizliye çevirerek doğrudan saldırıya geçenler:  Bu zat-ı muhteremler bi kere en başta kendilerini çok zeki sandıkları için, hemen numaralarını gizlerler ( Savcılığa verildiklerinde numara öğrenilemeycekmiş gibi!!!) Numaralarını gizlemekle kalmayıp bi de üstüne kısık sesle konuşurlar kim oldukları anlaşılmasın diye.. Ama aslında onların kim olduğu çok bellidir.. Onları da O.Çocukları başlığı altında toplayabiliriz. Burdan da bugün beni ısrarla arayan sapığıma selamlarımı göndermiş olayım.


Delik çorap mevzusunu unutmayın, herkese sevgiler selamlar..


15 Kasım 2012 Perşembe

Saat 05:21



Selam,

Daha iki gün olmadı aşırı uyumaktan şikayet edeli.. Tamam şikayet etmiş olabilirim ama şöyle doya doya yaşasaydım o halet-i ruhiyeyi...

Sanırım benim ölümüm aşırı doz dengesizlikten olacak..

Dün sabah erkenden kalktım, gün boyu hamam yaptım gece de 00:00 gibi uyumaya çalıştım.. Yok Allah uyku falan yok.. Açarım kitap okurum gözlerim yorulsun diye.. Bi insan gözüm yorulana kadar okuyayım derken 100 sayfayı devirir mi?

Baktım olacak gibi değil ışıkları kapattım, kulağıma müzik çalarımı taktım gözler açık sağı solu izlemeye başladım.. Neyse uyumuşum bi süre sonra..

Tabi her normal insan gibi  uykumu aldığımı sanarak uyandığımda saat 02:00 sularıydı..Sıkıntıdan başladım yatakta yılan gibi dönmeye ama kararlıyım uyuyacağım..

Tabi arada da uyanmadan önce gördüğüm rüya var..Ben ne zaman rüya görsem uyandığımda rüya yarım kalıyor ya ben kendi kendime uyanıkken o rüyayı tamamlarım...

Karanlık, bir önceki rüyanın etkileri derken hoop düştüm yine uykunun kucağına.. Kavuşma çok uzun sürmedi, gözlerimi bi açtım yine karanlık saat 02:41.. İçimden aldı bi küfür... İnsan sabaha kadar uyuduğunu zannedip yarım saat uyumuş olsun... Şimdi böyle bünyeye küfür etmezsin ne yaparsın? Sanki uyumak dışında yapılacak bi ton işim varmış da dünyanın yükü sırtımdaymış gibi...

Bu düşünceler arasında yine uyumuşum.. Durum aynen böyle seyretmeye devam etti.. Hoop uyan saat 03:20 yatakta dön dolaş - küfür yağdır - bi önceki rüyanın muhasebesini yap hoop uyku, gözlerini aç saat 04:02 aynen devam...Taa ki saat 05:21'e kadar..

Baktın olmuyor, zorlamayacaksın..En son pes ettim... Gittim buzdolabından 500 gr'lık Sütaş Orman Meyveli Yoğurdumu aldım.. Oturdum Pc'nin başına..

Yazının sonuna yaklaşırken göz kapaklarım da düşmeye başladı..Sanırım ben yine uyuyacağım..




Memeler Baş Kaldırmış!!!

Selam,

Bu yazım +18 içeriğe sahip olup, küçüklerin okumaması falan filan...

Dün akşam yürüyüşe çıktığımızda, bugün için Derya'nın izin günü olduğunu konuşmuştuk... Bende gecenin birinde bi heyecan telefona sarıldım.. Deryaaa yarın hamama gidekkk..

Plan yapılmıştı.. Hem hafta içi gidecektik.. Kesin sakin olurdu..Gemliğin en nezih hamamında keyif yapacaktık..

Bilindiği üzere bu Türk Hamamı olayı dünyaca ünlü olup, Turizm Bakanlığının her yıl hazırladığı kısa filmlerde de yanda görmüş olduğunuz gibi peştemalli, sarışın- esmer afetler boy ölçüşmektedir..

Bu noktada bende bir meramımi dile getirmek isterim ki : Yandaki fotoğraf falan külliyen YALAAANNNN...

Nerde beyaz don giymiş, memeleri kum torbaları gibi göbeğine düşmüş nineler? Nerde apartman boy göbeğe sahip, üzerinde kıldan kazakla dünyaya gelmiş amcalar ?

Artık o gariban turistleri, daha önce hiç hamam yüzü görmemiş genç dimağları kandırmayı bi kenara bırakın, olmuyor böyle!!

Derya ile Ezgi
Neyse biz iki genç kız, bikinilerimizi giymiş hamamın yolunu tuttuk.. Güzelce soyunma kabininde havlularımızı sarındık, bi de fotoğraf çekinip anımızı ölümsüzleştirelim dedik..

Tabi bu fotoğraf "çıplak" gerçeklerle yüzleşmemizden çok kısa süre önce çekilmişti..

Hamamdan içeri girince kocaman havuzu gördük ilk önce içeride kimse yoktu ama sesler geliyordu.. Havuz dışında 2 ayrı hamam vardı içeride..

İlk odanın içine bakınca bi an içimden bi coşku yükseldi..


İbrahim Abiden "Dam Üstünde Un Eler, Tombul Tombul Memeler" şarkısını çalarak o teyzelerle halaya kalkmak arzusu içinde yüzerken buldum kendimi.. Nereye kafamı çevirsem; ıslak beyaz dondan göz kırpan popolar, Havva'nın Yaprağı misali edep yerlerini sarkmak suretiyle örtmüş göbekler,  yer çekimiyle olan savaşta yenik düşmüş bir o yana bir bu yana düşmüş memeler...

Son anda attık kendimizi diğer odaya, tek başına sabunlanan yarı sarkık teyzemizin yanına.. Hemen oturacağımız kurnaları temizleyip başladık, beyaz kalıp Hacı Şakir sabunla sabunlanmaya.. ( Deneyimli teyzelerden aldığımız bilgiye göre kiri daha iyi çıkartıyormuş :) ) Yıkanma işimiz bitince de Aslan Ağzından akan sıcak suyla dolu havuza attık kendimizi.. Yüzdük.. Yüzerken de Teyzeleri çekiştirdik. On dakika sonra sanki az önce çıplak teyzelere uzaylı gibi bakan biz değilmişiz gibi, Allaaaah bir muhabbete sardık ki sormayın gitsin.. Hatta en son Derya'yı "Teyzecim oğullarınız var mı, biz bekarız" falan derken buldum :):):)

Para verip hamama geldik ya :) illa suyunu çıkaracağız... Defalarca sabunlanıp yıkandık.. Sonra da keseci teyzemize kese yaptırdık.. En son çıkarken de 40 tas su dökündük :) Pür-i Pak vaziyette soyunma odasına geçtiğimizde koskocaman hamamda bi ikimizin kaldığını farkettik.. 5 saat yıkanmıştık :) Bir sonra ay yeniden hamama gitmeyi kararlaştırarak mekandan ayrıldık..

Ben bu yazımı beyaz donuyla hamama giren teyzelerime ithaf etmek istiyorum.. Yaşasın beyaz don giyme özgürlüğü.. Yaşasın memeler....

14 Kasım 2012 Çarşamba

Çiküfteeee

Selam,

Şu sıralar nasılsın diye soranlara "Aslan Gibiyim" demek geçiyor içimden.. Zira bende onlar gibi 24 saat içinde ortalama uyku saatimi 20'ye çıkarmak üzereyim..

Gece 01:00'da uyuyup, öğlen 12:30'da uyanıp, öğleden sonra 15:45 gibi yeniden uyuyup 19:00'da yeniden uyanarak gece 00:30 gibi yeniden uyuma isteği duymaya başlayarak kendi çapımda bir rekora koştuğumu hissediyorum..

Uyanık olduğum sürede bugün bol bol keman çaldım.. Kulağım sağ olsun nota bilgim olmadan da çalmama yardımcı oluyor.. Bugün ağırlıkla Veda Busesi şarkısını çalmış olsam da aklıma gelen diğer şarkıların da üstünden geçtim.. Yeni bir keman hocası arayışı içindeyim.. Ama bu seferkinin 60'ını geçmemiş olmasına özen göstereceğim..

Uyumadığım zamanlar oldukça rutin ve sıkıcı olan hayatım; uyuduğumda, gördüğüm antin kuntin rüyaların etkisiyle oldukça şenlikli..Belki bi ara rüyalarımı da yazarım ama bu akşam değil..

Akşam 21:30 gibi ede sıkıntıdan patlamak üzere olduğumu fark edince, Adem'i aradım yürüyüşe çıkmak için. Tesadüfen yakınlarındaydı..Beş dakika sonra çıktım evden.. Gemlik'te yaşayan insanlar olarak her ne kadar buradan şikayetçi olsak da en azından sıkıldığımızda yürüyebileceğimiz bir sahil olduğu için şanslıyız doğrusu.. Sahile çıkınca Derya'yı da aradık gelmesi için, 15 dakika sonra o da katıldı aramıza..

Çiköfte Dürüm ile Ayran
Pis boğazlar takımı tamamlanınca gittik Adıyamanlı Çiğköftecisine.. Ayıptır söylemesi dürümü şahane yapıyorlar.. Birer dürüm bir de ayran söyledik, paketlerimizi alıp sahile çıktık çiköfteleri gömmeye.. Çok değil, 5 dakika sonra ellerimizde boş paketler kalmıştı...

Biraz temiz hava almak,  biraz da evde yediklerimi hazmetmek için çıktığım sahil yürüyüşünün sonunda boğazıma kadar dolu mideyle eve dönmenin burukluğu içerisindeyim..

Yazımı Zekko Abiden Veda Busesi ile sonlandırmak istiyorum..


Herkese iyi geceler...

13 Kasım 2012 Salı

Tirilye

Selam,

İnsan çalışmayınca, beklediği birşey de olmayınca takvimler ve saatler de önemini yitirmeye başlıyor.. Hele bir de uyku düzensizliği baş gösterince herşey birbirine giriyor..

Uzun bir aradan sonra dün sabah hava ilk defa açık ve ılıktı... Bende hemen bişey yapmalıyım düşüncesi ile güne başladım.. Bişey yapmaktan kastım da Bursa'ya  gidip biraz gezip alış-veriş yapmak..Tabi telefona sarıldım ve sırayla zaman geçirmek istediğim kişileri aramaya başladım.. BU BİR EZGİ RİTÜELİ : Kimseye ulaşamadım.. Aradıklarımın hiç birine..

İçimden küfürler yağdırarak odamdan salona geçtim.. Yanlız başına bir şey yapmak gelmedi içimden...TV de yemek programını izlerken telefonum çaldı.. Arayan sevgili arkadaşım İsot'tu :) Müsait olduğunu öğrenince mutluluktan havalara uçtuğumu söylememe gerek yok sanırım :)

Hemen duşa girdim, hafiften makyaj yaptım ve üstümü giydim.. Artık bu güzel güne hazırdım.. İsotcum evden aldı, Kurşunlu'ya gitme kararı aldık.. Kurşunlu, deniz kenarında sevimli bi yer.. Yoldan geçerken bi Kokoreçci gördük.. Bi çok kızın aksine ben kokoreç ve midyeye bayılıyorum.. İsotun da canı isteyince ikimizde birer yarım söyledik.. Açık mis gibi havada kokoreçlerimizi yedik afiyetle.. Sonra bulunduğumuz yerden kalktık.

Kış günü yapacak pek fazla bişey olmadığından Mudanya'ya doğru gittik.. Tam Mudanya sınırındayken uzun zamandır merak ettiğim ama bi türlü fırsat bulup da gidemediğim Tirilye'ye gitme kararı aldık.. Hem hava güzeldi hemde çok sevdiğim, sıkılmadan zaman geçirebileceğim bi arkadaşım vardı yanımda.. Gün başladığı gibi gitmemişti :)

Yol boyunca çocukluğumuzdan bahsettik.. Oyunlarımızdan.. O kuzeni Kamil'le yaptığı yaramazlıkları anlatırken bende Abimle oynadığımız oyunları anlattım.. Ama ortak bi oyunumuz varmış.. Kanepeleri gemi, halıları deniz gibi görmek :) Korkudan inemezdim koltuktan dedi.. Bende heyecanla atıldım :  bende bende diye :)

Öyle daha bir sürü şeyden bahsederek vardık Tirilye'ye..
Gerçekten çok güzel ve şirin bir yerdi.. Orada Tirilyalı Oteli'nin kafeteryasında oturup birer kahve içtik.. Bi kaç fotoğraf da çektim.. Hemen paylaşayım sizle de :)



Hava yavaştan kararmaya başlamıştı.. Yine sahil şeridinin bol dolambaçlı yollarından eve doğru yol aldık.. Dönerken de radyoda çıkan şarkılara eşlik ettik.. Tekrar çocukluk zamanlarımızdan bahsettik.. Sonra da "Bizim zamanımızda" ile başlayan uzuuuun cümleler kurduk :) Sanırım biz de artık koskocaman insanlar olduk :)

O günden aklımda kalan bi parçayı paylaşmak istedim..


İyi geceler...

10 Kasım 2012 Cumartesi

Empati

Selam..

Saat 02:41'i gösteriyor.. Aslında bu sabah son zamanlarda kitap okuyamadığımı yazmıştım ama durumda bir iyileşme oldu... Biraz önce Adam Fawer'in "Empati" kitabını okuyordum... Kitabın şahane kurgusunun yanında kapak tasarımının da çok başarılı olduğu görüşündeyim..

Neyse.. 2 gece önce facebook'u kapatma kararı almıştım.. Kabul etmem lazım ki; kararı uygulamak, almaktan çok daha zor..

Teknolojinin de üstün desteğiyle teşhirciliğe öylesine alıştık ki; hemen herkesin, gecenin ikisinde bile ne yaptığımı bilmesine ihtiyaç duyuyorum..

Aslında derin özlemler içerisindeyim...

Günümüz koşullarının bizi sürüklediği bu yalnızlığı reddediyorum..

İlgi ve şefkate olan özlemimiz yüzünden her gittiğimiz yeri işaretlemekten, durmadan kişisel iletiler yazmaktan, paylaşılan her türlü şeyden tiksiniyorum..

Yapmacık şehit taziyeleri, bayram mesajları, doğum günü mesajları...

Bir camekanın arkasına sığınıp, sözcüklerimizi klavyelerin şekillendirmesinden bıktım.. Sesimi duyurmak, konuşurken karşımdakine dokunmak, kokusunu duymak, göz bebeklerine bakıp gerçek düşüncelerinden emin olmak istiyorum.. İnsan olduğumu hatırlamak istiyorum..

Paylaşımı anıyorum sık sık..

Paylaştıkça artan coşkulu hisleri...

Ve Nazım Hikmet'in de dediği gibi; BEN ARTIK ŞARKI DİNLEMEK DEĞİL, ŞARKI SÖYLEMEK İSTİYORUM !!!



Bu arada ailem ve yakın çevrem dışında blogumu takip eden biri ya da birileri varsa iletişime geçmeyi isterim : ozcan.ezgi@gmail.com

Sevgiler,

Neden Böyle Oldu

Facebook'umu kapattım, cep telefonumu kapattım..

Kendimi eve kapattım...

Kötü çizimler yapıyorum...

Sabahları kalktığımda acıktığım için değil, sabah kahvaltı yapıldığı için kendimi bişeyler yemeye zorluyorum...

Günde 3 kupa sıcak çikolata içiyorum... Her seferinde cezveye koyduğum sütü ocakta unutup taşırıyorum.. Bi gün bu yüzden ailece havaya uçabiliriz.. Belki de bu zihnimin derinliklerinde kurguladığım bi intihar planı.. Bilmiyorum.. Emin değilim..

Kitap okuyorum ama hızımdan memnun değilim.. Çabuk yormaya başladı kitap okumak gözlerimi..

Tek hayalim uyandığımda deniz kenarına yürüyüşe çıkabilmek.. Her gece istisnasız ertesi gün için aldığım karar.. Uygulayamıyorum.. Ya havanın soğukluğunu ya da güneşi bahane ediyorum.. Sanırım gitmeme sebebim yalnızlık..

8 Kasım 2012 Perşembe

Hüzünlü Hisler Mevsimi

Aydınlık günleri geride bıraktık...

Dünya, güneşe diğer yanağını uzattı.. Biz karanlığa ve hüzne boğulurken, O'nun ışınları sıcacık bir öpüş gibi diğerlerinin üzerinde artık...

Şimdi Hüzünlü Hisler Mevsimindeyiz...

Tıpkı sevgiliden ayrılmış gibiyiz...

Sabahlara içimizdeki hüzün vurduğu için bu kadar karanlık gökyüzü...

Hepimizin gözyaşları, bulutların toparlayıp üstümüze saldıkları..

İçimizde kopan fırtınalardan kaynaklanıyor esen yel...

Deniz yüreğimiz gibi kabarık, dalgalı..

Terk edildiğini anlayan ağaçlar bile artık çırılçıplak kaldı...


4 Kasım 2012 Pazar

Garip İnsanlar ralnasnİ piraG

Selam,

Anında tepki nedir ?

Her durumda, anında tepki verebilen kaç kişi vardır ?

Bu soruların yanıtları tartışmaya açık ama kesin cevap verebileceğim bişey varsa ben anında tepki verebilen o cesur - yırtık insanlardan olamadım tam olarak.. ( Yanlış anlaşılmasın, benim için idol kabul edilebilirler.. )

Bahsettiğim durum genelde haksızlığa uğranan, savunma mekanizmasının çalışması gereken durumlar için geçerli.. Tam da böyle zamanlarda kitleniyorum ben aniden.. Konuşamıyorum, elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırıyorum.. Gerçekten sinir bozucu bi durum..

Daha sinir bozucu olanı ise; olay yaşandıktan sonra, o durumda verebilecek onlarca cevabınız olduğunu farketmek... 

Daha daha sinir bozucu olanı da ( komik bile denebilir ); anında tepki verilemeyen olayı kafanızda defalarca yeniden farklı kombinasyonlarda canlandırmak... 

İhtiyacınız olduğu anda sizi terkeden beyniniz, hayal gücünüzün de yardımıyla; hemen sahneyi kuruverir oracıkta.. Sahne, dekor, oyuncular herşey hazırdır.. Senarist ve yönetmeni tahmin etmek hiç güç değil bu durumda :)

Başrolde siz, yan roldeki  hasmınızı duvardan duvara vurur, her bir lafınızla taşlar- kırbaçlarsınız... O kişi yerin dibine girse yetmez size.. 

Hatta zihniniz içinde canlandırdığınız oyuna o kadar kaptırırsınız ki; önce dudaklarınız oynar; sonra sesinizi duyarsınız.. Bu iç hesaplaşmayı dışardan gören biri deli olduğunuzu düşünebilir.. 

Yine de dert etmemek gerekir; eninde sonunda gündem değişir.. Ne demişler, keser döner sap döner, gün gelir hesap döner :D

Herkese sevgiler;

Bu arada alakasız bi şarkı ile sonlandırmak istiyorum yazımı, iyi geceler :)



2 Kasım 2012 Cuma

Sevdiğim Şeyler Listesi

Şimdilik aklıma gelenleri yazıyorum.. Aklıma geldikçe listeme ekleyeceğim...
  1. Babannemi, Abimi, Annemi, Babamı, Dedemi ve Ananemi
  2. çok fena yağmur yağdığında sokakta öylece durmayı ( az önce yaptım :) )
  3. ilkbaharda hafif rüzgarla gelen çiçek kokularını
  4. yatağımda film izlemeyi
  5. masaüstü bilgisayarımı
  6. efes Pilsen 50cl lik bardaklarda meyve suyu içmeyi
  7. çok yüksek sesle müzik dinlemeyi
  8. oje sürmeyi ve kemirmeyi
  9. takma kirpikleri
  10. Beyaz mis kokulu kazablanka çiçeklerini bi de sümbülleri
  11. koltuk altına rexona sprey sıktığım ilk andaki o soğukluk hissini
  12. saçlarımın kokusunun burnuma gelmesini
  13. bebeklik çarşafıma yüzümü gömerek uyumayı
  14. eski model araba ve bisikletleri
  15. denize ayaklarımı sokmayı
  16. ince yumuşacık kumları olan sahil şeritlerini boydan boya yürümeyi
  17. kupamdan sıcak çikolata içmeyi
  18. ellerime krem sürmeyi
  19. kışları çorapsız pandufla dolaşmayı
  20. yaklaşık beş yıl önce Yıldız Ablamın hediye ettiği yumuşacık pijama takımının altını giymeyi
  21. jelibon ( ayıcık olanları ) yemeyi
  22. banyodan çıktığımda yüzüme krem sürmeyi
  23. fal baktırmayı
  24. kitap okumayı
  25. kalamar yemeyi bi de hamburgeri
  26. şaka yapmayı
  27. arkadaşlarımı ve en çok da gamze, pınar, yıldız, derya, serdar, ismail, caner, ebru, makbule,  alpgiray, berceste, gülşahı ( şimdilik onlar geldi aklıma :) )
  28. kuzenlerimi berfu, özden, pelin, gökan, erşah, pınar, nazlıcan ve özüm, cemre ve alicem, öskan, ece, gonca, funda ve hüseyini
  29. odamdaki posterlerimi
  30. sol işaret parmağımın tırnağının şeklini
  31. eski türk filmlerini 
  32. tam benim zevkime uyan kıyafetlerin hiç aramama gerek kalmadan karşıma çıkmasını ve o an onları alacak paramın olmasını 
  33. aşık olmayı
  34. kışın bere ve atkı takmayı
  35. çok topuklu ayakkabıları
  36. duştan çıktıktan sonra mis oldum diye babannemin beni öpmesini
  37. yeni insanlarla tanışmayı
  38. klavyede yazı yazmayı
  39. odamın dağınıklığını
  40. deniz otobüsüne bindiğimde güverteden martıları denizi ve büyük mavi deniz analarını izlemeyi
  41. sevdiğim kişilere sarılmayı
  42. yanağımdan öpülmesini
  43. bisiklet sürerken rüzgardan saçlarımın uçuşmasını
  44. sarhoş olduğumda yanımda en yakınlarımın olmasını
  45. haşlanmış kestane yemeyi
  46. izmiri
  47. güneşin batarken turuncu ve portakal büyüklüğünde görünmesini
  48. dolunayın denizin üstündeki tarafa denk gelmesini veya tam umurbeyin üstünde olmasını
  49. yağmurdan önceki ve sonraki kokuyu
  50. insanların beni sevdiğini söylemesini 
  51. miskinliği
  52. sırtımın ve omuzlarımın okşanmasını
  53. saçlarımla oynanmasını
  54. leyla ile mecnun dizisini ve en çok ismail abiyi sonrada erdal bakkalı, iskenderi, yavız abiyi bi de mecnunu haa bi de çakma sakallı dedeyi
  55. kitap okuma lambamı
  56. yerden tavana kadar olan ahşap kitaplıkları vede eski kitap kokusunu ( ama çok eski de değil, sarı ama mahvolmamış olanlardan böyle tatlı gibi kokanlardan )
  57. annemin bana "tilki surat", pınar ablanın "poker surat" demesini
  58. süte karıştırılmış bebe bisküvisini
  59. kokoreç, midye dolmayı
  60. rock müzik yapan barları
  61. her yıl düzenlenen efes blues festivallerinde verilen hediyeleri
  62. Bolywood filmleri ve Aamir Khan'ı
  63. Ağlamayı
Not: Fikrin Songül Ayaz'dan çalıntı olduğunu belirtmek istiyorum.. ( Yani sevdiğim şeylerin listesini yapmak olayı.. Sevdiklerim tamamen bana aittir.. )

28 Ekim 2012 Pazar

Eller Yukarı! Teslim Ol!





Kanundan kaçma çabalarına rağmen, yakalandığı an duyduğu bu iki cümle muhakkak ki bir suçlu için korkuyu ve mahkumiyeti ifade ederdi... 

Sanırım bu bizler için geçerli değil... Aldatmanın, sevgisizliğin, küçümsemenin suç sayılmadığı bir dünya bizimkisi... 

Bunun için olacak ki; şimdilerde sıklıkla "ellerimizi yukarı kaldırıp koşulsuz teslim olabildiğimiz yakınlarımız kaldı mı?" sorusunu yinelerken buldum kendimi...

Belki... Ama bugüne kadar yaşadığım bi çok şey, bunun gerçek olabileceğine olan inancımı zedeledi.. Öğrendim ki yaş ile doğru orantılı büyüyor içimizdeki güven eksikliği...

Yine de hayal etmeden, heba edemem aldığım her bir nefesi...

Onun için umudumu taze tutmaya çabalarken; tekrar ediyorum içimden: Yine de ne tatlı, ne sıcak olurdu ellerim havada, gözlerim kapalı, içimi kaplayan güvenle ona teslim olma hissi...


Kulakların Çınlasın

Merhaba...



Çok uzun zamandır yazmak istemiyorum.. Başımdaki düşünceler, kalp atışlarım, mide ağrılarım, boğazımdaki yumrular ...

Böyle hissederken insanın umuda, sevgiye dair söylenecek sözleri tükeniyor sanırım.. Ağzını her açtığında sitem, özlem, nefret sözcükleri dökülüveriyor...

Benim kendi bütünümle bir araya getiremediğim hislerimi, bir şarkı dile getirdi..

Seni andım bu gece, kulakların çınlasın..
Şimdi dargınız seninle, inan sen herkesten başkasın..
Belki bana çok uzaktasın, belki de çok yakınsın...
Şimdi dargınız seninle, inan sen herkesten başkasın...

17 Ekim 2012 Çarşamba

"Hoşgeldin"

Günaydın :)

Bu sabah bir değişik uyandım.. Biraz buruk gibiyim.. Birazda başı okşanmış kedi gibi...

 Benim adım Ezgi...

Sanırım bu yüzden hayatımda hep başrol oynadı Müzik...

Gülmeyin ama o kadar etkiliydi ki hayatımda; sırf bana öğrettiği, dinlettiği şarkılar dünyamı değiştirdi diye bir adama deli gibi aşık olduğum bile oldu...

Ne zaman çok yalnız hissetsem, hüzünlensem, sevinsem, aşık olsam, aşk acısından gebersem, ağlasam, gülsem karşılık verdi bana..

Hiç bir dostun, anne-babanın, kardeşin, sevgilinin edemeyeceği kadar derinden teselli etti belki...

Hiç elini üstümden çekmedi ki o..

Asla aramam dediğimi arattı.. Unuttum, sildim dediğimi her defasında hatırlattı..

Yeri geldi, bebeğin ağzından emziğinin alınması gibi gülüşümü aldı, yeri geldi hüngür hüngür ağlamak üzereyken uzanan bir şeker gibi anımı kurtardı..

Bu yazıyı bana yazdıran da yine bir şarkıydı... Daha dün tanıdığım bir insan sayesinde dünyama sızan, kimyamı değiştiren o şarkı, şarkıyı sevdireni de unutulmaz kıldı içimde...




16 Ekim 2012 Salı

Özlem

Herkese selam...

Bu akşam özlem üzerine yazmak istiyorum...

Sizi bilemem ama benim çok sıklıkla hissettiğim bir his, Özlem..

Hayatıma bu güne kadar dokunup geçen bir yığın harika, duygusal, zeki, eğlenceli, güzel, çirkin...  insan oldu..

Bir çoğuyla artık görüşmüyorum, bir kısmıyla görüşemiyorum, bir kısmı ise hala görüşmeme rağmen o eski tadı vermiyor..

Gelip geçen günlerin içinde bir çoğunun varlığını unuttuğumu sandığım zamanlar çok... Ama ne büyük bir yanılgı bu düştüğüm...

Unuttum sandığım tüm o acı-tatlı anlar ruhumda şimdilerde kapanmış olan derin bir yaranın izi gibi.. Hala görünürde ama zamanla bir göz aşinalığı oluşmuş sanki.. Sadece elimi üstüne attığımda hissediyorum o huzursuz hissi.. O başkalaşmış dokuyu..

Yalnız kalındığında hatıralar çöker ya insanın üstüne, zihin durmadan gözünüzün önüne getirir ya o resimleri.. Bi an için geçmişte buluverirsiniz kendinizi...Çok kısacık bi andır.. Sıcakcık bir an.. Sonra bi anda gerçeğe uyandığınızı farkedersiniz.. Bi bakarsınız odanızda veya kalabalıklar içinde yapayalnızsınız..

İşte "o an" çöker insanın üzerine karabasan gibi...Yakar içinizi... Mideniz burulur.. Yanaklarınız yanar..

Kaybettiğinizi anlarsınız... Kaybınız canınızı sıkar.. Geri dönüş yolu yoktur çünkü..

Bir zamanlar yüz yüze olduğunuz, sesini duyduğunuz, gönlünüzce sarıp sarmaladığınız kişi bir hayale dönüşmüştür..

Aslında özlem çekilen kişi, kaybedilmiş kişidir..

İşin en kötü yanı da özlemini duyduğunuz her şeyin yok olmuş olmasıdır.. Özleriz, çünkü o artık yoktur...

Artık hiç bir zaman size o hislerle sarılmayacaktır.. Hiç bir zaman güvenemeyecektir belki.. Ya da artık o değere sahip değilsinizdir onun gözünde.. Özlem tek kişilik bir histir...Can yakar.. Ama sadece özlem çekenin canını...

Acı olan da budur..

Esas gerçeği bilinciniz kavradığında, hemen dikkatini başka bir noktaya verir.. Yine zihninizin suları içine gömülüverir batık bir gemi gibi.. Özleminiz.... Siz yine de bilirsiniz her med'de sulara gömülenin, her cezir'le yeniden ortaya çıkacağını....


Not :  Abi'mi ( Hasan Ali'm ) çok özledim.. "Tek" kaybetmeden özlediğim adamı...

İyi geceler...

14 Ekim 2012 Pazar

Gecenin Öteki Yüzü

Merhaba Sevgili......

Gözlerinizi kapatıp dinlemenizi tercih ederim..


Hayatta duyduğumuz en acımasız eleştiriler; çığlıklar halinde kuytularımızdan yükselen iç seslerimizdi...

Çok yorgunum... 

Ben biliyorum... Acıyorum.. Kanıyorum.. Kimsenin duyamadığı çığlıklarıma boğuluyorum...BEN BİLİYORUM.

Ezgi yanlış tercih insanı oldu hep...

Ama neredeyse salak denilecek zekaya sahip olan ben, nasıl oldu da bu kadar çok kötülüğü etrafıma çekebildim..

Çok yorgunum...

Evet ben kendime kızdım... Küstüm kendime.. Hayatta en sevmediğim insan oldum ben... Ama istesemde kurtulamam ki.....

Yeni bi şans istiyorum... Son bi şans......

Oysa uzanmış ağaçların arasından gökyüzünü seyrederken UMUTLARIM vardı..

13 Ekim 2012 Cumartesi

Pis Pis Yazarım

Herkese selaaaaam :)

Önce hemen bi şarkı atıyorum çünkü keyfim çoook yerinde :)


Tüm gün keyifli değildim aslında... Hatta sabah uyandığımda yine ölmek isteği taşıyordu içimden... İlk önce çalışmamama rağmen sabahın 8'inde uyandığıma bozuldum, sonra tv'yi açıp kanalları gezerken bugünün Cumartesi olduğunu anladığımda tekrardan bi buhran geçirdim, salonda yeteri kadar sıkıldığımı anlayınca yine odama geldim, burada da sıkılmaya devam ettim... İşte günün ilk yarısı; Odam, salon, tuvalet ve mutfak arasında yürüyüşler, oturduğum yerde attığım taklalar ve offlamalarla geçti...

Neyse sonra bi anda üzerimdeki ölü toprağını silkeleyebildim ve elektro gitarımı aldım elime..Parmaklarım acıyana kadar çalıştım..

Sonra da kendimi Türk Filmleri'nin güvenilir kollarına bıraktım.. Önce Türkan ve Kadir ikilisinden "Bodrum Hakimi" filmini izledim.. Film bittiğinde de ağladım.. Hani yine filmlerde sinemaya bi paket mendille gidip ağlayan teyzeler var ya eskilerden, hah işte bende onlardan biriydim bence eski yaşantımda.. Şu an tek eksiğim filmi izlerken "Körolası kadın mahvetti güzelim adamı" gibi yorumlar, kii beni tanıyan herkes bu konuda ne kadar büyük potansiyele sahip olduğumu da bilir :) Neyse sonra da Türkan Şoray'ın "Metres" diye bi filmi denk geldi.. İzledim ama ağlamadım, çünkü başka bi herifle oynuyordu...

Son zamanlarda Türkan Şoray'a benzemek için bir dizi estetik operasyon mu geçirsem düşüncesi iyice netlik kazandı kafamda. Bazen, neden Türkan ben değilim de O diyorum.. Ama çok bozdu kendini o ayrı.

Neyse filmler vs. derken beklediğim telefon geldi.. Müstakbel İngilizce Hocam arıyordu.. Geleceği saati kararlaştırdık.. Bende duşa falan girdim, yüzüme gözüme iki bişey sürdükten sonra bi an aynaya baktım, yuuuhh ne kadar güzelim dedim...

Uzun bi süredir kendimi çirkin ve işe yaramaz hissettiğim için bi an aynada başkasına bakıyomuş gibi hissettim.. Sonra da kendime gelmeye başladığımı fark ettim.. Bu akşam kendime olan güvenim pazarlıkta bana %45 kazandırdı..Sonuç olarak çok uygun koşullarda anlaştık..

Keyifliyim, herşey yoluna girmeye başladı...

Son bi aciliyetim var o da AŞK...

Tüm kapılarım hatta pencerelerim açık, karşıma çıkacak adam çok mu şanslı olacak ne :)

Bu gece size Metres filminden eşsiz bir şarkıyla veda etmek isterim...


 Baybaaaayyy :D ( pis pis yazarımda pis pis veda edemem mi sandınız :D )

11 Ekim 2012 Perşembe

Veda

Hiç yazamam sanıyordum..

Aslında o yazmadığım zaman diliminde o kadar çok şey yaşadım ki....

Ama söylemek istediklerim, şu an hissettiklerim o zaman diliminde hissettiklerimden çok başka şeyler...

Ben bu hafta başında hayatımda en değer verdiğim, en sevdiğim insanlardan birini kaybettim..

O ÖLDÜ..

Keşke insanlar ölürken, onlarla yaşadığımız tüm anıları da alıp gitselerdi... Bi daha hiç duymasaydık onların sevdiği şarkıları, görmeseydik izlediği filmleri, yemeseydik en sevdiği yemeği, onun kokusunu hiç kimse kullanamasaydı... Hele o hain rüzgar bi başkasının teninden uçurup getirirken O'nun kokusunu....

Bir de rüya aldatmacası.. Tam kollarındayken, tam yüz yüzeyken aniden uyanmanın verdiği buruk mutsuzluk ve yalnızlık halleri...

İşte bunlar olmasaydı, olmasaydı bunların hiç birisi.... Belki o zaman son bulurdu içimdeki bu kusma isteği, bu halsizlik, ağlama nöbetleri...

Her şeye rağmen son yolculuğuna güzel bir şarkıyla uğurladım en sevdiğimi..



Hoşçakal en sevdiğimdi....

25 Eylül 2012 Salı

Ankara

Uuuuuufffff.... 

Aslında bu yazıyı Ankara'dan döner dönmez yazacaktım... Ama bir türlü elim varmadı..

Neden bilmiyorum ama Ankara'yı hiiiç sevmiyorum.. Belki denizi olmadığı içindir.. Aslında bu hayatta en sevdiğim ve değer verdiğim insanların bir kısmı Ankara'da yaşıyor..

Demetgül Mahallesi, Ankara

Ankara'da ilk günüm çocukluğumun geçtiği Demetgül Mahallesi'nde başladı.. Uzun yıllardır uğramadığım mahallemizin başında bi anda bambaşka bir havaya girdim.. Yokuşun başından aşağıya doğru yavaş yavaş ilerlerken bir zamanlar kahve olan bir dükkanın şimdi sanat evi olduğuna, manavımızın yerine berber dükkanı açıldığına, çocukluğumuzun bakkalının kapandığına şahit oldum... Ama beni en çok derinden etkileyen ve üzen olay Demircan Pastanesi'nin kapanmış olmasıydı.. Camlarına gasteler yapıştırılmış, demir parmaklıklar geçilmişti.. Parmaklıkların rengi hala mavi-beyazdı.. Oysa bizim bitanecik Ley-Buz'cumuzdu Demircan Pastanesi.. 

Biraz daha ilerlediğimde deliler gibi hoplayıp zıpladığımız, evlenmecilik, doktorculuk, annecilik-babacılık ve yakantop oynadığımız, ip atladığımız arka bahçelere gözüm kaydı.. Kaldırımın başında durmuş orada arkadaşlarıyla oynayan Küçük Ezgi'yi ve Hasanali'yi ( biricik abim ) gördüm adeta.. Gözlerim dolu dolu oldu.. ( Bu aralar çok duygusal olduğum için veya abimi çok özlediğim için olabilir.. ) 

Sonra çocukluğumun geçtiği evin önünde durdum... O bize koooskocaman gelen evin önündeki alana baktım.. Meğer ne kadar da küçükmüş.. Sonra başımı kaldırıp balkonumuza baktım.. Artık evimizde beyaz ahşap kapı ve pencereler yoktu.. Pimapendi her yanı... İtici geldi.. Oradan uzaklaşırken hemen küçük oda tarafındaki balkona kışları odun yığdığımız geldi aklıma.. Ve odunların arasına yuva yapan güvercinler.. Nasılda heyecanla beklerdik yumurtaların kırılıp civcivlerin çıkmasını...

Sonraa..biraz ilerideki büyük boşlukta durdum... Kurban Bayramlarında o yıllarda hayvanlar sokakta kesilirdi.. Biz de o kesim senin bu kesim benim koştura koştura izlerdik.. Her yer kan gölüne dönerdi.. O çocuk halimizle hiç korkmadan izlerdik tüm bu vahşeti.. Artık hiç dayanamıyorum böyle manzaralar görmeye doğrusu...

Nihayet amcamın evine vardım... Tabi burada da anılar peşimi bırakmadı.. Asansöre binince hemen 6 yaşındaki Ezgi oluverdim.. Bayramlıklarımı giymiş, şeker ve paraları toplamak için kapı kapı gezdiğimiz ve asansör bozulunca zırladığımız o gün geldi gözümün önüne...

Bu sefer asansörde kalmadım. 6. kattaydım. Sevgili Amcamın evi.. Evet. Ankara ziyaretim sebepsiz değildi. Amcam gırtlak kanseri illetine yakalanmıştı ve bende onu görmeye gelmiştim. Çok zayıflamıştı, zor konuşuyordu... Daha yeni kanseri atlatmıştım.. Anlıyordum acılarını, korkularını.. Kolay değil ölümdü kapısını çalan.. Kalbim acıdı.. Ne kadar değerli olduğunu göstermek isterdim ama yapamadım.. Onu bile görebilecek yada görmek isteyecek güçte değildi belkide.. 2 gün sonra hastaneye gidilecekti.. Uyumaya, dinlenmeye çekildi odasına.. Bizde kuzenim Ersin'le dışarı çıktık yemek yemeye.. Gece geldik uyuduk hemen.. Sabah Ersin işe bende ev temizliğine giriştim.. Öğleden sonra işlerim bitmişti, son olarak Amcamın hastane çantasını hazırladık birlikte ve bende evden çıktım Kızılaydaki diğer kuzenim Berfu'nun yanına gitmek üzere..


deppo

Sonunda ( aramızda kalsın enn sevdiğim kuzenlerimden biri diyebilirim ) Berfu'nun yanındaydım.. Şöyle sessiz sakin bir yere gidip son günlerde hayatımızda olan bitenin durum değerlendirmesini yaptık..Bıdır bıdır konuştuktan sonra saat ilerleyince Berfu'nun amcası benimde Kuzenim olan Meşrutiyet Caddesindeki "deppo" 'nun sahibi Özcan Abinin ( 45 yaşında ) yanına gittik... Şansımıza mekan kapalıydı... Sadece Özcan Abinin bi kaç arkadaşı ve biz vardık.. Sanki mekan bize kapatılmıştı...Gecenin Dj'i de ben olmuştum.. Diyebilirim ki 14 gün boyunca İzmir'de ve Ankara'da geçirdiğim günlerin ennn keyiflisi ve eğlencelisiydi.. Bir arada ve istediğimiz gibiydik.. Deli gibi dans ettik.. Karnımız ağrıyana kadar güldük.. Komiklikler yaptık.. Birbirimize sarıldık.. Bazen derin konulara daldık...  Ve yine olan oldu.. Bu sefer de acaba Dj mi olsam demeye başladım.. Ama gerçekten çok keyifli bi iş olduğunu düşünüyorum. Sonra vazgeçtim, kimse endişelenmesin :)

O akşamdan bi şarkıyla mola verip, yazıma devam edeceğim :)



O güzel ve tüüm kötü elektriğimizi attığımız geceden sonraki gün, amcamın hastaneye yatırılacağı gündü.. Yeniden KBB kliniğine gidecektik.. Böyle zamanlar ( insana en ihtiyaç duyduğunuz zamanlar ) aile olarak en kenetlenmeniz gereken, en çok birbirinize destek olmanız gereken zamanlardı.. Orada olmak istedim. Gözünden yaş gelirse silmek, sırtını sıvazlamak istedim.. Kolay olmadı.. Orada bulunduğumda henüz kapanmayan yaralarım bi kez daha kanadı... Bir kez daha korkularım tüm bedenimi sardı.. Tek yapabildiğim içimden yalvarmaktı. Çok acı çekmesin, gücünü kuvvetini kaybetmesin.. Saatlerin ardından hastaneden çıkan ezgi değil bir enkazdı... Nefes almaya bile halim kalmamıştı.. Sadece ağlamak istiyordum.. Yanlızca işin Hasta tarafında olan ben, ilk defa bir refakatçinin hislerini tatmıştım.. İşte o gün anladım Annemle Babamın neler çektiğini..Canım bir de onlara çektirdiklerim yüzünden yandı.. 

Sonraki gün kendime gelebilmek pek kolay olmadı, ancak öğlene doğru uyanabildim.. Sonra Berfu'yla kahvaltı etmek için evden çıktık.. Çok güzel bir kitap kafeye gittik... Çok güzel bir bahçede kitaplık manzarası eşliğinde kahvaltımızı yaptık, sonrada bir kaç sahaf dolaştık..Kitapları neden bu kadar çok seviyorum bilmiyorum ama çocukluğumdan beri annem ve babamın elinden düşmemelerinden olabileceği kanısındayım... 

Fenerli Ağaç
O günün akşamı Galatasaray'ın Maçı vardı, bizde bir bara gidip bişeyler içelim dedik... Yoldayken fenerli bi ağaç gördük.. Öyle etkileyiciydi ki, sizinle de paylaşmak istedim.. Sokakların kalabalığına rağmen henüz erken olduğu için bar sakindi.. Üç kız oturup bişeyler içtikten sonra film izlemek üzere evin yolunu tuttuk.. Film izlemeye bayılan ben, daha filmin 5. dakkikasında derin bir uykunun kollarına atmıştım kendimi...

Ertesi sabah uyandığımdan kısa bir süre sonra Ankara'daki dayımla telefonlaştık. Akşam onlarda kalmayı kararlaştırmıştık daha önceden.. Ama çok uzakta oturuyorlardı.. Açıkçası yol gözümde büyüdüğünden onları en sona atmıştım. O gün Kızılayda işi olduğu için beni alacaktı.. Buluştuk, uzun bir yolun ardından evdeydik.. Dayımın dünyalar güzeli iki tane kızı var Nazlıcan ve Özüm.. Nazlıcan Lise son Özüm Orta 1'e gidiyor.. Ama nasılll cimcime bir kız olduğunu anlatamam.. 2 gün boyunca hep kendisinin elbiselerine baktık, abur cubur alışverişi yapıp deli gibi jelibon ve cips yedik... Artık ayrılma vaktimiz gelmişti.. Ayrılmadan öncede son alışverişimizi yapıp eve geldik.. Saat 16:00'da arabam kalkacaktı... Özüme teşekkür etmeliyim çünkü sanırım son 15 yıldır hiç ağızda patlayan şeker yememiştim... Enteresandı...
Patlayan Şekerli, Meyveli Yoğurt..
İşte böyle :)

Herkese iyi geceler....

Ezgi Özcan^^