21 Nisan 2013 Pazar

Birileri..

Biri var...

Öyle bilinç altıma işlemiş..

Rüyalarımda hani..

Öylesine sıkı sarılıyorum..

Sarılıyorum...

Sarılıyorum ben...

Sıvazlıyorum böyle ellerimle bedenini..

Aslında daha önce hiç sarılmadık ki..

Uyanıyorum, gerçek sanıyorum...

Düpedüz uyanışıma içerlemek benimkisi..

Hemen gözlerimi kapıyorum..

Dönsem, geri gitsem ya...

Olmaz mı?

Olmuyor..

Sanki hala sıcaklığı kalmış "biri"nin üstümde...

Sıcaklığı uçmasın diye ellerimi yorganın altına sokuyorum..

Gözlerimi kapayıp hayaliyle kıvrılıyorum yorganımın altında...

Son nefes kırıntısını da bitirene kadar...

Öylece..

Gözlerim kapalı...

Zaman alıyor o anı benden...

Kendimle baş başayım artık...

İçerliyorum..

İçerliyorum ben..

O hiç bilmez, tahmin de edemez ama...

Bende bir yeri var....

Benim yerim....

Benim yerim yok.

Benim..

Yok.

Yerim..

Benim...



17 Nisan 2013 Çarşamba

Ezgi Özcan Kuralları!!! :)

Ezgi - Gözde
Bu sabah uyandığımda "Dostluk" ve "Arkadaşlık" kavramları üzerine kafa yormam gerekti... Sonuçta şöyle bir karara vardım:

Dostluk dediğin şey daha ilk saniyede başlıyor.. Böyle daha ilk gördüğün an kan kaynayıveriyor... Bir de içten bi his bi ses ( Hani içimizde organlar falan var tamam da; et, kemik ve kan dışında ruh yada his her neyse işte bilirsiniz ya ) haaah.. bundan sana zarar gelmez der ya.. Dostu olanlar hatırlayacaktır mutlaka vardır böyle bi anları..

Arkadaşlık dediğinse zamanla gelişen bir durumdur.. Aslında yalnızlığa inat, bir kabulleniştir.. Kendiliğindenlik   barındırmaz bence içinde.. Tahammül sınırların el verdiğince zaman geçirmektir..

Halbuki dostunla zamanı anlamazsın bile.. Olaylar karşısında; hiç bir söze gerek kalmaksızın bir bakışınla tüm fikir alış verişini yapıp konuyu sonlandırırsın.. En kötü durumlarda bile; bu sessiz paylaşımın moral olur.. Gülümsersin... Bu kadar iyi anlaşılabildiğine sevinçtir bu... İçten hissedersin, yalnız olmadığını...

Artık o kişi o kadar benimsenir ki; bi süre sonra aranıza ne insanlar, ne mesafeler, ne insanlık halleri girer...Normaldir bu.. Çünkü işin içinde zoraki kan bağı yoktur.. Bilinçli bir seviştir bu.. Tercihtir..

Bugün sevgili Dostum Gözde'nin doğum günü.. Aramızda mesafeler var.. Ama her daim kalbim, aklım, fikrim kendisinin yanında... Bu yazıyı Gözde'ye ithaf etmek istiyorum...

İyi ki varsın, iyi ki hayatımdasın Sevgili Dostum.. Yüzün gibi, kalbin gibi güzel bir ömrün olsun...

Bu yazımı da yine bir şarkıyla sonlandırmak isterim..


14 Nisan 2013 Pazar

Hesabı Alabilir Miyim?

İnsan olarak harika bi mekanizmaya sahibiz... 

Yapabileceklerimizin sınırı yok belki de... 

Ama yalnızken, nereye kadar gidebileceğini kestiremezsin.. Ya da neyi yapabileceğini görmen mümkün olmaz...

Çok değil dört yıl kadar önce bi adamla tanışmıştım... Benden farklıydı... Yani öyle gibi gelmişti...

VBS
3 yıl içinde 500'e yakın film izlediysem, yani bi film kültürüm oluştuysa O'nun sayesinde... Hatta Afiş albümlerimin başlığı bile O'na daha yakın olabilmek için istemsiz söylediğim bir cümle... "Hadi Film İzleyelim" 

Sonra Müzik kültürüm... O'na borçluyum.. Daha önce hiç duymadığım sesleri, bana yaşama fırsatı verdiği için... Onun sevdirdiği şarkılarla hayatı, mevsimleri anlamlandırdığım için; her mevsim dönümünde tekrar ve tekrar bana gelişi...

O da yetmezmiş gibi; bişeyler çizebileceğimi bile O'nun sayesinde fark edişim... Karikatür çizdiği anları izleyerek fark edişim benim de bunu yapabileceğimi..

Açtığım blog bile O'na ait.. O olmasa olmayacaktı...

Şimdi O yok... 

Yok; çünkü aşk insan kimyasını bozan bişey... Hiç bir zaman sen gibi olamadığın; tüm şaşkınlıklarının, tutukluklarının, salaklıklarının bedenin tarafından bir buket şeklinde sana armağan edildiği anlar toplamı...

Tüm bunlardan daha da ilginç olan şey Aşk'ın hastalık gibi gelip geçici olması.. Yukarıdaki yazıyı aylar önce yazmış ama yayınlamamıştım.. Şimdi içime dönüp sesleniyorum... Ona dair, varlığını işaret eden en ufak bir ses bile gelmiyor.. O artık gerçekten yok.. Hiç bir anlamda... 

Bana kattıklarına gelecek olursam; uzun zamandır bir şeyleri hep Ona ithaf edip, yaptığım her şeyden kendimi tecrit etmiştim... BENİM yaptıklarımdan :) 

Kendimi cezalandırmaktan vazgeçiyorum artık.. Kendimi sevmeyi öğrenmeliyim sanırım... 

Bu yazımı çok sevdiğim bi şarkıyla sonlandırmak istiyorum..

Görüşmek üzere :)


9 Nisan 2013 Salı

Biraz Deniz, Biraz Bira, Biraz Çimen, Biraz Aşk = İzmir

Herkese selam;

Yine neresinden başlayacağımı kestiremediğim bir yazıyla baş başayım.. 8 saate koca bi öykü sığdırdım..

Aslında bi taraftan her şeyi kendime saklamak isteğiyle dolup taşıyorum.. Diğer taraftan yenik düştüğüm hafızamdan geriye kalan ne varsa buraya aktarıp ölümsüzleştirmeyi arzuluyorum..

Uzun zamandır neler yaptığımla ilgili pek bişey yazmadım.. Bi kaç yazı önce bahsettiğim mektuplaşma trafiğimiz yazmak konusunda tüm isteğimi kendi üstüne toplamış durumdaydı...

Askerliğinin bitmesine bir ay kalmışken daha önceden aldığımız Gemlik'te görüşme kararını geçtiğimiz Cuma akşamı aniden gelen güçlü bir istekle bozuverdim... Hatta sırf o plana uyabilmek için haftasonu Gemlik'te çok değer verdiğim dostlarımla buluşma ayarlamıştım. Ama beni anlayacaklarını bildiğim için hemen bilet aldım ve İzmir'e gitmek üzere çantamı hazırladım...

Onca aydan sonra ilk kez görüşecektik ama haberi yoktu.. Hatta çarşı izni alamaması bile söz konusu olabilirdi... Telefonu olmadığından ulaşabilmek için defalarca ankesörlü telefonu arayarak oradan geçen birinin açmasını bekledim. Sonunda... Telefonun diğer ucundaydı.. Hemen, yarın orada olacağımı söyledim.. Şaşırdı.. Sevindi.. Yine o çok keyif aldığımız konuşmalardan birini yapıyorduk.. Hazırlanmam gerekiyordu ama telefon kapanmak nedir bilmiyordu.. Sonunda vedalaştık... Ben duşa, o uyumaya :)

Yolculuğum normalde benden beklenemeyecek derecede relax geçti.. Koltukların rahatlığından mı yanımdaki kadının bi süre sonra yolculuğunun bitip yalnız yola devam edişimden mi emin değilim... Mp3'ümde en sevdiğim şarkılar.. Ardımızda bıraktığımız şehirler, ağaçlar, insanlar... Bi filmin içindeydim artık...

Sonunda yine tepeden aşağıya doğdu İzmir göründü.. Suratıma kocaman gülümsemem yayıldı.. Tek bir sorun vardı.. Saat 10:30 gibi buluşacaktık ama henüz saat 07:30'du...Forum Bornovaya gittim bende... Tuvaletlerden birine girdim.. Kadın olmanın tek iyi yanı bu sanırım... Eğer yapacak hiç bişey bulamazsanız oyalanmak için kendinizi makyaja verin :) Oradan da kahvaltı etmeye girdim bi yere.. Ama yiyemedim..  Vücudumun verdiği tepkiden de anladım ki fena halde mutluluk hormonu salgılıyordum.. Aç olmama rağmen yiyemememin başka hiç bir sebebi olamazdı...

Sonunda telefonum çaldı.. Küçük Park'taydı.. Hemen bi taksiye atladım.. Daha taksi durmadan fark etmiştim onu... Parkta oturmuş gelmemi bekliyordu.. Yanına gittim... Sarıldık...  Hafif rüzgar eşliğinde öylece bi süre kaldık.. Saçlarımı derin derin koklayarak öpmüştü.. Öpüşünü sevmemiş miydim zaten ilk..

Uzun zaman sonra birbirimizi görmüş olmanın şaşkınlığıyla biraz tutuk, biraz ne yapacağını bilemez halde kahvaltı edeceğimiz yere oturduk.. Önümüzde hem çok uzun hemde çok kısa bir günümüz vardı.. İyi değerlendirilmeliydi.. Oturduğumuz yerden kalktıktan sonra bi an kararsızlık yaşasak da; İzmir'deydik... Öyleyse Alsancak'ta bira-patates yapmadan, çimlere uzanmadan düşünülmezdi bu gün..

Metroya bindik.. Ayakta, yüz yüze... Metroya her binen kişi biraz daha yakınlaşmamız anlamına geliyordu.. Bi kez daha sarılmıştık bizde...

Konak metroda indik.. Gün güneşliydi, sıcaktı... Alsancak'a sahilden yürüye yürüye gittik.. Etrafı açık, aydınlık bi mekandı tek istediğimiz... Sıcaktan bunalmaya başlamıştık.. Hemen biralarımızı yudumlamak istiyorduk... Sonunda bi yere oturduk..

Herşey o kadar İzmir'di ki... Yanımızdan geçen faytonlar, ikide bir masamıza gelip gül satmaya ve fal bakmaya çalışan çingeneler, etrafta genç- aydınlık yüzler... Bir de üstüne bira - patates.. Aldığımız ilk yudumla tüm gerginliğimize de veda ettik... Karşılıklıydık... Sonra yan yana...

Biralarımızı içtikten sonra kalktık.. Deniz kenarına gittik... Orada sahildeki çimlere uzanır insanlar.. Gökyüzünü izler, muhabbet eder, çekirdek çitler, bira içerler.. Sevgilileriyle, arkadaşlarıyla, aileleriyle taciz eden bakışlar olmaksızın yaşarlar...

Çimlere uzandık bizde... Başı dizlerimde, ellerim saçında, yüzünde...

Sonra acıktık.. Leman-Kültür'e attık kendimizi... Karşı karşıyaydık bu sefer... Günün sonuna yaklaşmıştık..

Son olarak hayatta en sevdiğim yerlerden biri olan Kıbrıs Şehitleri'ni el ele geçtik...

El ele tutuşması aynı olur mu insanın?

Ve yine metrodaydık... Ama bu kez dönüş için....

Yan yana, el eleydik... Mektupların hesabını yaparken ( sen kaç mektup gönderdin, ben kaç mektup gönderdim diye atışırken daha doğrusu ) karşımızda bizi ayıplayan gözlerle değil; sevecenlikle bakan teyzelerin şahitliğiyle ayrıldık.. Son kez sarıldık.. Son kez öpüştük..

Metrodan indim...

Metro gitti... O gitti...

Ben gittim....