26 Ekim 2015 Pazartesi

buradayım

ben artık buradayım:

http://birkadinhayatveyollar.blogspot.com.tr


22 Ağustos 2015 Cumartesi

Bu yazıya bir başlık gerekiyor-du!


En yetenekli olduğum konulardan biri de sıkılmak. Öyle sanıyorum. Bursa'ya ailemin yanında gelişimin birinci haftası dün doldu. Bugün ikinci haftanın ilk günü. Yarın Çanakkale'ye dönüyorum. Muhtemelen orada da bu depresif ruh halini koruyacağım ama en azından yalnız kalacağım. Böyle dönemlerim var benim. Sevgisizlikten, bencillikten, soğukluktan ölebilirim. Bu ruh hali bir fili bile sıkıntıdan ortadan ikiye ayırabilir.


Aslında bu karnımdaki his, kıpırtı hep aynı. Aşık olduğumda, çok korktuğumda, çok sıkıldığımda... Karnımda oluşan fiziki his, o aynı. Ama ruh halim durumu bu şekilde yorumlamama sebep oluyor işte.


Şu an oturma odasında üçlü koltukta kulağımda mp3 dinlerken bunları yazıyorum. Babam ise karşı koltukta belgesel kanallarını zaplıyor. Kendimi son derece ergen hissediyorum.


Bunun sebebi ne, çok merak ediyorum. Bu dünyada en çok sevdiğimden emin olduğum insanlarla birlikte olma şansını yakaladığım şu kısacık zaman dilimi, bana neden bu derece tahammül edilemez geliyor? Kendimi sırf bu sebeple pislik gibi hissediyorum. Suçluluk duyuyorum ama içimdeki bu gitme, uzaklaşma arzusunu bastıramıyorum. Sanki burada esaret altındaymışım gibi hissediyorum, neden?


İçimdeki boşluk bazen herşeyi, herkesi yutuyor. O anlarda kendimden bile kaçmak istiyorum. Bu çok edebi gelebilir. Kendinden kaçmak nedir diyebilir bunu okuyan bir insan. Sanırım sahip olduğum tüm rollerden arınmak bunun anlamı... Hiçbir numaraya yalana başvurmadan, tüm nezaket ve görgü kurallarını bir kenara itip içimden geldiği gibi olabilmek... Bu ihtiyaç tespiti oldu. Bunu sağlayabileceğim ortam biraz yalnızlık gerektiriyor.

9 Ağustos 2015 Pazar

Son öptüğüm dudaklar sana aitti.

Son öptüğüm dudaklar sana aitti.

Bu loş ve serin akşam üstünde o anları hatırlamamı işe bu zamanlamaya bağlıyorum.

Yine de içim elvermiyor böylece bırakmaya... Ardından gelen soruyu da bu hisse borçlanıyorum o sebeple.

Senden sonrası olsaydı, aklım yine onca an arasından seçip çıkarır mıydı o küçük kaçamağımızı?

Şu son cümleyi yazdıktan sonra yüzümü görmeliydin halbuki.

"Kaçamağımızı"

Bir süre asılı kaldı bakışlarım o kelime üzerinde.

Sonrasını tahmin etmek senin için güç muhakkak: muzur bi gülümsemeydi yüzümdeki.

Aslında bizim birlikte yaptığımız da biraz muzurluk değil miydi canım?

Hani bazen insan kendini şımartmak ister. Ne bileyim böyle sıkı bir diyet yaparken, istikrarlı giderken hani, bir çikolata yemek ister. Yer de o çikolatayı. Sonra birazcık pişmanlık duyar. Ama çikolatayı yerken aldığı hazza yanaşamaz bile pişmanlık hissi. Böyle devede kulak gibi kalır.

İşte böyleyken böyle.


7 Ağustos 2015 Cuma

Beşyüzonüç

Kendimi, toparlayıp odamın zeminine yaydığım taşları sayarken buldum. 

513...

Onları yalnızca saymıyor, tek tek inceliyor, okşuyordum da...

Taşlara karşı olan ilgim eskiye mi dayanıyor yoksa kendi kendime icat ettiğim yeni bir tutku mu bilemiyorum. Ama ne acayip şeylerdir aslında onlar... Hele deniz tuzu değmiş olanlar... Hele hele dalgalarla yoğrulmuş olanlar...

Her birine tek tek bakıyorum. Ruh gibi onlar da...Ruhlarımız gibi... Ne çok yaşanmışlık, olduğumuz şey haline getiren bizi...
  
Bir başlangıç arıyor yine de insan, bir çıkış noktası... 

Kırılma anları olur hayatta. Benim hayatımın bilmem kaçıncı parçaya ayrılışına tanıklık eden tarih; 2015 yılının Temmuz ayına ait olan 13. gündü.

Uzun uzun anlatmak da istiyorum ama buna gerek yok. 

Korkuyordum ben. Hayattan. İnsanlardan. Kendimden. Saatlerden. Yollardan. Hayallerimden. Ölmekten. Babamdan. Her şeyden işte...

Sonra ölüm karıştı hikayeye. Ölüm ki; yarım kalmışlık...

Çıktım ben de, yollara çıktım. 

Korkunun ecele faydası olmuyordu. 

Korkmadım o andan sonra.

Sonrası iyilik güzellik...
 
Hani "bazı anlar" diye ayırırız ya hep. Hayatla ilgili o kadar gözümüz korkmuş ki, tesadüfen yaşanan mutluluklara "anı"demişiz. Hayatı yaşamayı bırakıp geçmişteki "tesadüfler" ile gelecekteki "hayaller" arasına sıkıştırmışız koskoca hayatı. İşte ben bunun nasıl bir aldatmaca olduğunu gözlerimle gördüm. Öyle anlar yaşadım ki, her biri eşsizdi. Hiç biri tekrar yaşanmayacak anlar... Ben de hayatımda ilk defa yalnızca o anları yaşadım. Ve o anlar ne geçmişte kaldı ne de geleceğe taşındı. Ben de yeni anların peşine düştüm. 

Tüm olanlar olurken yanıma anı yaşamayı unutmamak için, hayatın ne eşsiz ne renkli olduğunu hatırlamak için taşlar aldım.

513 taş...


18 Temmuz 2015 Cumartesi

Kıtlama Şeker

Kıtlama şeker... Bildiğiniz kesme şeker yahu... Burun kıvırmayın hemen. Şimdilerde içecek çeşidi bol lakin bundan çok uzak değil on - on beş yıl evvel meseleydi istediğini yeyip içesin... Giyinesin, gezesin... Çay vardı işte herkesin evinde... Sabah kahvaltısında çay, misafir geldi mi çay, yoruldun mu çay, üşüdün mü çay, yandın mı çay... Her derde deva idi... Çay... Ben kıtlama diyorum, siz kesme anlayın... Çaya katık edilirdi o şeker. Yanında bi'şey olması şart değil a... Kaç şeker? Tek şeker... Sonrası malum; kıt.... kıt.... kıt.....


16 Temmuz 2015 Perşembe

Çıplak uyuduğum bir gecenin sabahı:

Çıplak uyuduğum bir gecenin sabahı:

Gözlerimi araladığım an, saate uzanıyor elim.

Sonra fark ediyorum, "Ezgi" ile başlayıp uzayan satırları. Sonrası malum; bir çırpıda ama yarım yamalak...

Bir "eyvah" ile başlamıştı halbuki gün. Ayıramıyor uykusuz-bulanık aklım manayı. Karnımda hafif ağrı!

Sonra neden bilinmez -ki ben zaten hiç bilemem- fotoğraf berraklığında görüyorum o anları.

O anlar...

İnsanın kendisiyle olan kavgası hiç bitmezmiş gibi gelir bana. Belki bununla baş edilebilir. Peki itinayla dikip üzerime geçirdiğim o deli gömleği? Hani bir kolunda pişmanlık, diğerinde utanç olan...

Karnım, yok ağrı değil bu, düpedüz huzursuzluk....

O an zaman -çift başlı bir ejder-

Biri alevleriyle kül etmek için açmışken iştahlı ağzını, diğeri bir anne şefkati ile sarmaladı dört bir yanımı...

Çıplak uyuduğum bir gecenin sabahı:

Çıplaklık bedenimde mi, ruhumda mı?  

31 Mayıs 2015 Pazar

Yalnızca çocuklar mı günlük yazar?

Bugün Çanakkale Boğazı'nın serin suları öldüren bir cazibeyle içine davet ediyor insanı... Sular bebek mavisi... Dünyalar tatlısı bir esinti var gölgede.


Bu sabah çok erken uyandım. Yatakta yatarken kısacık bi hikaye yazdım. Sonunun iyi mi kötü mü olduğunu kestiremiyorum. Üstelik o kadar kısa olmuş olmasını da aklım almıyor. Hikayenin başında ortasında ve de sonunda, ilaveten sonrasında birçok şey oldu ama bunları sizinle paylaşmayı beceremedim. Yalnızca ben biliyorum.
***
Evden, uyandığım saate nazaran geç sayılabilecek bir vakitte çıkmış oldum. Karnım açtı. Para harcamak istemiyordum. Yine de kendimi çarşıda buldum. Belki kendimi denedim. Satın alma gücüm olmamasına rağmen cebimde taşıdığım kredi kartlarımın vermiş olduğu yersiz güven...!? Neyse ki beş para harcamadan kendimi Çanakkale'nin en saçma bulduğum yiyecek mekanı gözlemecide buldum. Sebebi ise inanılmaz keyifli bir lokasyonda olup, bu kadar berbat hizmet vermeleri.. Gözleme kaşarlı ve patatesliydi halbuki... Halihazırda lezzetti olması için tüm önkoşullar yerindeydi. Gerçekte olanlar ise bambaşkaydı. Gözlemenin tadını ezmesi için çaya dört şeker kattım. Sonra da gözleme ismini neden almış olabileceğini düşünmeye odakladım zihnimi. Pek akıllıca çıkarımlara ulaşamadım. Yani kelimenin kök ve gövdesinden pek uzaklaşamadım. Bu durum zekama bir kez daha burun kıvırmama sebebiyet verdi.
***
Tam yukarıdakileri yazarken etraftaki konuşmaları işittiğimi fark ettim. Mp3umdeki şarkılarım bitmiş liste başa dönmüş. Durum böyle olduğunda alet susuyor. Listeyi yeni baştan çalmak için onayım anlamına gelen tuşa basmam gerekiyor. Ne garip, Mp3un kısa süreli sessizliğinin yarattığı boşluk hayatımdaki birçok şeyden daha önemli. Hatta tahammül edilemez. Neden neden...

30 Mayıs 2015 Cumartesi

Hayal Ürünü

Her zaman yaptığı gibi uykusundan uyanmıştı. Eğer uykuda ölmediyse sıradan bir eylem sayılabilirdi bu uyanış. Bu sıradanlığı bozan şeyin ne olabileceğini algılamak o an için oldukça güçtü. Yataktan kalkıp bir adım atmaya çalışınca tıpkı deniz içinde yürümeye çalıştığı zamanlarda olanlar oldu. Boy aynasının önünde ayakta dikilirken saçlarının suda nasıl süzüldüğünü seyretti. Bir anda pencerece doğru döndü. Suyun içinde olmasına rağmen alışılageldik hareketlerle yürümeye çabalayarak uzun denebilecek bir süre sonra pencereye ulaştı. Pencereyi açıp elini dışarı uzattığında tamamen sular altında kaldıklarını anladı. O an tam ne düşündü bilemiyoruz. Dört katlı binanın çatı katında oturuyordu. Sanırım her yerin sular altında kalmasının verdiği rahatlık ve endişe ile o an bunun en iyi fikir olduğunu düşündü... Pencerenin kenarına çıktı ve eskiden olsa gökyüzü olduğuna yemin edebileceği "su boşluğu?"na bıraktı bedenini. Bir kaç saniye sonra  apartmanın zemin katında yerde yatıyordu. Kısa bir an parçalanmış kafa tasından yerlere yayılan kanı gördü. Köpüklü koyu kırmızı, yoğun...


Not: Bu yazı kuşlara ithaf edilmiştir.

29 Mayıs 2015 Cuma

29 Mayıs 2015 Akşamı


saat dokuz buçuğu biraz geçti. Tüm gün evdeydim. Yattım. İki film izledim. Bolca meyve yedim. Aldığım kavun bol şekerli çıktı. Biraz canım sıkkındı. Okulda saçmasapan şeyler oldu dün. Sonra bu akşam oldu işte. Gökyüzü enfes görünüyor. Az önce yolda bi sincap gördüm. Hemen o an mp3umde çok sevdiğim şarkılardan biri çalmaya başladı. Sanırım bu iyiye işaret...

16 Mayıs 2015 Cumartesi

17 Mayıs 2015 gecesinde böyleydim işte...

Sabah saatin dördü.

Sabah saatin dördü mü? Ben çok değiştim. Eski ezgi olsa saat gecenin dördü derdi. Neden?: Çünkü, henüz etraf zifiri karanlık... Bana bu saate sabahın demeyi öğreten hayatın....

Neyse.

Dört işte.

Enteresan ötesi bi rüya gördüm.. Ne gördüğümü tam hatırlayamıyorum. İyi hissettiren bişeydi çoğunlukla..

Rüyadan daha enteresan diğer durumsa kendimi kuru bi yaprak gibi hissetmem. Biri gelse, bir tarafımı tutacak olsa unufak olacakışım gibi... Burada kuru bi yaprak derken ruh halimi tarif etmiyorum.

Sonra, bi çığlık fark ettim. Bu saatte komşulardan birinin evinde gitar çalıp şarkı şaapıyolar. Tam olarak söyleniyo denemez. Çünkü sesleri ayırana kadar bildiğin olay var zannettim. Allahım yaşlanıyor muyum ben?

Babam gelecek. Bir saate burada olur.. Onu bekliyorum bir yandan.. Yarın birlikte olacağız tüm gün... Şimdi de şuna takıldım. Yarın dediğim günün içerisindeyiz aslında. Acaba bi yabancı dilimizi öğrenirken bu durumu algılayabilmek için ne kadar çaba harcıyor?

Polisi aramakla aramamak arasında gidip geliyorum. Asayişe ihtiyacım var. Geceler; düşünmeyi seven, sessizliğe sarılan insanların olmalı. Hele bu saatte bu gürültücülerin çoktan sızmış olması gerekirdi.

 Bu arada, komşudan kulağıma çalınan gitar seslerini dinlerken, akorun kaçıncı derecesinin bu kadar yoğunlukla bana ulaştığını düşündüm. Bi süre düşündüm işte.. İşitme hocam Kazım bilse gözleri dolardı heralde. Ya da umursamazdı.

Güzel bi şarkı dinliyorum şu an... Listedeki tek şarkı.

Sizinle de paylaşmamı ister misiniz?


Çok çok uykum var.


12 Mayıs 2015 Salı

Ahh siz yok musunuz?

Ah insanlar!

Neden bu kadar önemlisiniz?

Neden, her adımda, her anımda, kendimden önce sizleri düşmek..?

Bu anlaşılma tutkusu neden?

Ya görünür olma çabası?


***

Sanki,

Hayatı"m"daki rolü"m" sizinkinden az...

Oysa ki bu "benim" filmim...


****



Hayatta kalmak için birlikte yaşamalıydık biz...

Hayattayız, yaşıyor muyuz sahiden?


****

Ah yok olsanız, yok olsam...

Yok'lukta hiç'lik, var'lıkta hiç'liğe yeğdir.


***

8 Mayıs 2015 Cuma

Halay

Yazmaya ihtiyacım var. 

Bir süredir kafamda yazıyorum. Aslında, bilgisayardan uzak olduğum anlarda, birden bir bakıyorum bambaşka bir dünyanın içindeyim. Memnun ediyor beni bu durum. Tamam, oldu diyorum. Bunu yazayım ben. Tam bilgisayarın başına geçince, o eşsiz bütünlük bozuluyor. Kelimeler dört bir yana dağılıyor.

Kendimi; mahalle düğününde, "tam halaya kalkmışken" bir anda mezdeke çalmasıyla birlikte, ıssızlaşan pistte biraz utangaç, biraz şaşkın etrafa bakarmış gibi hissediyorum.

( Yukarıdaki cümleyi ilk okuyuşta anlayanın alnından öpmeli. Ama ama ama... Öyle hissediyorum işte. )

Ne diyordum, kelimeler...

Halay gibi. Evet... Hani halay çekerken olur ya, önce sevdiğin-yakın hissettiğin kişinin yanına girersin.. Bir süre sonra araya başkaları girer.. Bir bakarsın yanındakiyle arana onlarca kişi girmiş.. Umarsızca devam edersin yine de... Ahenkli, hareketli, sıcak... 

Kelimeler benimle oynuyor. 

Yazmaya ihtiyacım var.

Neden yazamıyorum?

Neden....

24 Nisan 2015 Cuma

Bismillah

Saat 05:20...

Ezanın başlamasına birkaç saniye varken o sesi duydum... İlahi bir sesti.. Sanırım ney çalıyordu... Ezan başladı ama o ses de devam etti. Sarıp sarmaladı ezanı... Sonra diğer sesler de arkasından geldi.. Diğer caminin  hocası da başladı.. Dışarıdan uyum değil kaos sesleri duyuyorum şimdi.. Birbirinden bağımsız ezan sesleri, köpek havlamalarına karışıyor...

05:26...

Başım çatlamak üzere. Boğazım acıyor... Gözlerim bulanık görüyor..

05:27...

Sesler kesildi. Yalnızca bir hoca kaldı.. Ne söylediği belli değil. Çok uzaktan belli belirsiz gelen garabet bir ses duyuluyor yalnızca...

05:29...

Günlerdir uyuyamıyorum. Yirmi dakika önce boğulma korkusuyla yataktan doğrulup, hemen ayak ucumda oturarak dakikalarca kustum ve kustum... Gözlerimden akan yaşlar ağzımdan dökülenlere eşlik etti... Yerlerin ahşap parke olmasına sevinebildim yine de o esnada... Bu düşünce jet hızıyla geçti aklımdan ve sonra da tüm o işkencenin sonlanacağını ümit ederek, dışarı çıkmaya niyetli ne varsa akıp gitmesine izin verdim sabırla...

05:34...

Paranoyak kişiliğim durumu akılcı bir şekilde değerlendirmeme imkan tanımıyor. Hani şu hep izlediğimiz klişe filmlerde dünyayı tehdit eden hastalık yayılır da filmin ilk dakikalarında hastalığa yakalanıp telef olan insan güruhu vardır ya... İşte ben de onlardan biriyim sanırım.  Halbuki en az başrol oyuncuları kadar mücadeleci ve hayat dolu olabilirdim.... Kim belirliyor ki zaten bu rolleri? Ben neden kahraman olamıyorum?

05:50...

Ulan sahiden kimyasal bi saldırıya kurban gittiysek! Ya gökyüzünden bi gaz, bi toz serptilerse üzerimize de, o illet neyse gelip yapıştıysa benim ciğerlerime, boğazıma... Böyle öksüre, kusa iğrenç bi şekilde gebereceksem ya... Bi mezarım bile olamayacaksa.. Topluca bir çukura itiverileceksem...  Evet.. Bu şekilde dile getirilince bir garip oluyor insan... Esir kamplarındaki o insanlar geldi aklıma birden.. Garip bi dünyada yaşıyoruz dostlar...

05:54...

Haince canı alınmış tüm insanlara üzülüyorum şu saniyelerde... Hatta o kadar üzülüyorum ki, paranoyayı bir kenara bırakıp bunları düşündüğüm için biraz utanıyorum...



05:58...

Çok uykusuzum.

...................................................................................................


Gün ağardı..

Köpekler havlıyor.

Kulaklarım uğulduyor.


06:00...

Eğer benim gibi başkaları da varsa ve bu yazıyı okudularsa bana ozcan.ezgi@gmail.com adresinden ulaşsınlar. Tabi o zamana kadar hayatta kalmayı başarabilirsem.


06:01...

Şimdi uyumalıyım.

22 Nisan 2015 Çarşamba

Sevdiğim Şeyler Listesi 2015

Geçen yıl da bir liste yapmıştım. Bu da bu yılın listesi olsun...

  1. Film izlemeyi çok seviyorum. Yeşilçam filmlerini izlerken yanımda birisi olsun isterim. Birlikte güldüğünde tadı çıkar onların. Onun dışında film izlerken yalnız olmak daha güzel..
  2. Bişey yapmak zorunda olmadığım, tamamen özgür olduğumu hissettiğim anlar en sevdiklerim. 
  3. Süt. Eğer hazır aldıysam, çikolatalı süt. Evde soğuk içeceksem, kendi yaptığım muzlu süt. Sıcak içilecekse de, pekmezli. Pekmez keçiboynuzu pekmezi olacak ama...
  4. Puzzle yaptığım sırada, herhangi bir dizinin açık olması hoşuma gider.
  5. Bir de odanın her bir yanında yaptığım puzzlerın olması çok hoşuma gidiyo doğrusu :)
  6. Yeni yıkanmış çarşaflarda yatmayı çok seviyorum. Çarşaf yıkandığında mutlaka ben de duş almalıyım. O zaman tadı çıkıyor...
  7. Biricik dostum, Alp'i seviyorum... İzmir'i sevme sebeplerimden birini verdiği için...
  8. Yazmayı seviyorum. Yazmaktan daha çok sevdiğim şey, yazdıklarımın okunmasıdır tabi...
  9. Güneş battıktan sonra gökyüzündeki bulutların rengini seviyorum. Odamdan bakıldığında çok ayrı keyif veriyor... Ne kadar şanslı olduğumu hatırlıyorum her akşam...
  10. Güneş battıktan sonra, tek başıma, müzik dinleyerek yürümeyi seviyorum. Ağır tempoda :)
  11. Yolda yürürken, çalan şarkılar eşliğinde, kendi filmimde oynuyormuş gibi hayaller kurmayı seviyorum. 
  12. Şu an yaşadığım odamı seviyorum.. Bana verdiği huzuru, manzarayı... 
  13. Yatağımda yatarken, gece yıldızları izlemeyi seviyorum..
  14. Elbise giymeyi seviyorum.
  15. Rahat ayakkabıları seviyorum.
  16. Saçımın sol tarafına tek örgü örmeyi seviyorum.
  17. Renkleri çok seviyorum. Canlı renkleri, bir arada olmalarını..
  18. Yemek yerken masada çok kişinin olmasını seviyorum.  
  19. Şehitlik Abidesindeki banklarda oturup denizi izlemeyi, dinlemeyi seviyorum. Sevmekten de öte, ibadet gibi geliyor. İçimin temizlendiğini hissediyorum...
  20. Köpekleri seviyorum.
  21. Ayı, aslan ve köpek balığı saldırılarını izlemeyi bir de seri katil belgeselleri izlemeyi severim.
  22. Gündüz saatlerindeki uyku kaçamaklarını severim.
  23. Gece stadın ışıkları söndükten sonra, penceremden görünen manzarayı severim.
  24. Perdelerin hep açık olmasını seviyorum... 
  25. Bahar çiçeklerini seviyorum..
  26. Bahar aynı seviyorum..
  27. Havanın ne sıcak, ne soğuk oluşuna bayılıyorum... Böyle havalarda topraktan gelen o nemli kokuya aşığım..
  28. Meyvelerin üstüne nutella sürüp yemeyi seviyorum.
  29. Parmak kadar olan, ısırdığında kıtır kıtır olan, buram buram kokan hıyarları yemek iyi geliyo. Geçen gün bi oturuşta yarım kilo yedim.
  30. Çiğ bezelyeyi çekirdek gibi çitlemeyi severim.
  31. Şehirler arası seyahat ederken, otomobilde olmayı severim. Şoför yanı :D
  32. Kıyafet ve sevgililer dışında konuşabilen kadınları severim. Duygu iyi bir örnek sanırım...
  33. Müzik dinlemeyi seviyorum.
  34. Yalnızlığı seviyorum. Bi tercih olabildiğinde... 
  35. Herkesin beni sevmesini seviyorum :) Bu bir dilek.. Tabii ki öyle bişey yok :D
  36. Abimle webcam muhabbetlerimizi çok seviyorum.
  37. Babaannemle ilgili her şeye tapıyorum..
  38. Annemin karakterine, güzelliğine bitiyorum.
  39. Babamın, baba sözcüğünün altını tam anlamıyla doldurmasını, idealistliğini, dik duruşunu çok seviyorum. Onunla gurur duymayı seviyorum..
  40. All Green'in sesini çok seviyorum.
  41. Yaman Koray kitapları okumayı çok seviyorum.
  42. İsim-şehir oynamayı seviyorum.
  43. Sağlıklı hissetmeyi seviyorum bir de...
Şimdilik bunlar geldi aklıma...


19 Nisan 2015 Pazar

Ekmek ve Laleler ( Pane e Tulipani )

Merhaba yavrular.

Hastalıkları fırsata çevirmek konusunda uzman olan biricik dostunuz, yani ben, bir evreyi daha oldukça güzel şekilde geçirmeyi başardığımı gururla beyan etmek isterim.

Bu yazı, iki gündür evden hatta yataktan çıkmadan neredeyse aralıksız izlediğim muhteşem filmlerden bir tanesiyle alakalı.



Pane a Tulipani.

Annelik, dostlar, kadının silgisi gibi değil mi?

Mesela, kadınlığını siliyor önce.

Sonra kocasının çapkınlıklarını...

Yorgunluğunu, bıkkınlığını...

Unutulmuşluğunu...

Gönüllü kölelik işte bildiğin.

Bir insanın kendine yaklaşımı, çevresinin de ona bakışını etkiliyor zamanla... Aslında işine de geliyor herkesin böylesi... Temizliğini, yemeğini yapan, hastalandığında başında sabahlayan, kendi ihtiyaçlarından ödün verip ailesinin bir eksiğini tamamlamaya çalışan birinin varlığı...

Zamanla silmeyi o kadar abartıyorlar ki, görünmez oluyorlar işte...

Bu filmi izlediğimde annemi düşündüm ben. O harika kadını...

Sanırım, henüz çok geç değilken, henüz dizlerine sarılıp özür dileyebileceğimiz, ne kadar kıymetli ve özel olduğunu hissettirebileceğimiz annelerimiz hayattayken, bir şeyler yapmak gerekiyor.

Anneciğim benim, dünyalar güzeli, müthiş zeki, sağduyulu, düşünceli, becerikli, muhteşem kadın...

Seni ne çok seviyorum, ne çok... Bir bilsen....

17 Nisan 2015 Cuma

Yanımda

Önemsememiştim boğazımdaki sızıyı... Kolay kolay grip olmadığıma inandırmışım kendimi nedense! Aslında bir noktada haklı çıktım. Grip olmadım ama yaklaşık dört gündür konuşamaz vaziyetteyim. Sesimi kaybettim. Yerine gelmesi için de bir süre kimseyle görüşmemem gerekecek. Çünkü yanımda birileri varken illaki bir kaç kelime de olsa çıkıyor ağzımdan. Ama, hayır. Sonra geceleri boğuluyorum. Sonra hemencecik kısılıyor yine...  Onun için hiç ama hiç konuşmamam lazım. Kimseyle görüşmemem lazım. 


****

Sessizlik günlerim benim. 


***

İşte bu sessizlik günlerimde, alıp alıp dışarı çıkıyorum kendimi. Tam güneş batıyor, gözden kayboluyor.. O zaman anlıyorum benim zamanımın geldiğini. En rahat kıyafetlerimi giyip çıkıyorum. Yanımda bir ben. Acelesiz küçük adımlarla yürüyorum. Seller gibi akan zamana inat adımlar atıyorum. Saçlarımın arasından gecen serin rüzgarı hissediyorum. Eğer güzel kokulu bir ağacın yanından geçiyorsam yavaşlıyorum, iyice... Birbiriyle oynaşan iki köpek gördüğümde durup izliyorum. İnsanlardan ziyade gökyüzüne, ağaçlara bakarak yürüyorum. O saatler mühim. Henüz sokak lambaları devrede değil.. Gözlerim seçebiliyor yıldızları. Her bir rengi ayrı ayrı gökyüzündeki...

Kendi kendime konuşuyorum. Çok güzel şeyler anlatıyorum kendime. 

Müzik çalarımda istediğim şarkılar dönüyor. Yolda yürürken kendi filmimi çekiyorum. Hayat hakkında beylik laflar ediyorum. Sonra diğer insanları düşünüyorum. Sanki en bi erdemlisi, en bi akıllısı, doğrusu benmişim gibi üstten bakıyorum hepsine. Sonra da o baktığım yerden kendimi aşağıya itiveriyorum bi tekmeyle...


****

Duygusallaşıyorum işte böyle olunca. Her daim bastırabildiğim duygularım zapt ediyor düşüncelerimi. Hemen telefona sarılıyorum. Anneme mesaj atıyorum. Ne kadar sevdiğimi yazıyorum. Sonra bi kaç damla gözyaşı döküyorum paylaşamadıklarıma. Sonra yine kendime kızıyorum. Ne ara bu kadar duvar örmüşüm etrafıma... Şaşırıyorum. 

****

Kendi başınalığın tadına varıyorum yine. Tekrar soğuyorum türdeşlerimden. Yine gömülüyorum kendi dünyama.

****

Yanımda "olmasını istediklerim", yanımda "olanlar"........

10 Nisan 2015 Cuma

Dağınık

İnsanın ruh hali çevresine yansır.

Şöyle bir etrafıma bakıyorum da, her yer darmaduman olmuş.

Odanın dört bir yanına saçılmış eşyalarım gözüme inanılmaz itici geliyor. Sanki her birisine severek, isteyerek sahip olmamışım gibi...

"Sahip" olduğum eşyalar!

Sahip olduğum anılar...

Sahip olduğum hayaller...

Sahip olduğum aile...

Sahip olduğum arkadaşlar...

Okul...

...

..

.


Gerçekten ben mi onlara sahibim, yoksa onlar mı benim sahibim?


6 Nisan 2015 Pazartesi

Kendime Nasihat

***Bir şeyi yapmış olmak -her zaman, sonuç ne olursa olsun- onu yapmamaktan daha iyidir.

*Durmak; bitmek, tükenmek ile eşdeğerdir.

***Çağıldayamayabilir. Akmayabilir. Hatta süzülmeyebilir. Damladığı sürece ilerliyorsun demektir.

**Zaman geçiyor. Her saniye tükenme tehlikesiyle karşı karşıyasın. Rahat ol. Önemli olan hareketin sonlanmamasıdır.

* Anahtar kelime; harekete geçmek değil, hareket halinde olmaktır.

03.04.2015/07.04.2015 : 07:40
Çanakkale


18 Mart 2015 Çarşamba

Sadece gidelim.

Hayat; küçük bir çocuğu şeker vaadiyle kandırıp kaçıran, üstüne bir de tecavüz eden bir sapık gibi tıpkı...

Tecavüzcünün şekeri ile hayatın umudu arasında bir fark görmüyorum.

Bir söz vardır hani; bakmak ile görmek arasındaki fark diye...

İşte hayatımızın içine eden şey de bu sanırım. 

Gerçekten sadece baktığımız gibi kalsa, görüntünün ardını düşünmesek, geleceği ve geçmişi orada bırakabilsek huzurlu olurduk.

Bir şarkı çaldığında birini düşündürmesin bana, yalnızlığımı hatırlatmasın mesela...

Duşa girdiğimde yalnızca suyun ve sabunun tadını çıkartabileyim, duştan çıkar çıkmaz ne giyeceğimi veya nereye gideceğimi değil.

Yola çıkmak istediğimde sadece gideyim, gittiğimde yolda başıma gelebilecekleri düşünmeyeyim.

Salt, dümdüz yaşayayım...

Yani sadece yaşayayım...

Düşünebilmek insanların canlılar arasındaki üstünlüğü değil lanetidir bu sebeple.

Sırf bi kedi, kedi olduğu için, yumağıyla oynarken mutludur. Yumağın cinsini, etrafın dağılacağını düşünmez.

Ağaç sonbaharda sararıp, kışın çıplak kaldığında utanmaz halinden. İnsan dediğin de çulunun üstüne çul eklemeyi marifet bilir. Modaya uygun olmasa giydiği, kendine dert edinir...

Düşünmek istemiyorum artık.

Yol arkadaşım, hadi gel. 

Sadece gidelim.

Gidelim.....

5 Mart 2015 Perşembe

yirmilik diş sendromu

dün yirmilik dişimi çektirdim. bir işe yaramıyordu. işlevi yoktu ama yanağımı parçalayıp kanatmaktan geri kalmıyordu.sonra o gün geldi ve doktora gittim. benden ayrılması otuz saniyeden kısa sürdü sanırım. bu kadar kolay olacağını tahmin edemezdim. hep korktum halbuki o andan.
şimdi diş karşımda öylece duruyor. bilgisayarın üstünde... belki de dişçide bırakmalıydım. yapamadım. artık ağzımda yeri yok. atamıyorum da.. dişi hayatımdaki insanlarla özdeşleştirdim. gereksiz varlıklarıyla huzursuzluk veren...

peki ben kimin yirmilik dişiyim?

kim bilir varlığımdan rahatsız olan ne çok kişi var...

onlara gelsin bu şarkı.





27 Şubat 2015 Cuma

Zamana Sıkışmış

Hiç kaybolan bir eşyanızı veya paranızı koltuk arasına sıkışmış bulduğunuz oldu mu?

Belki daha önce defalarca sağda solda aradınız...

Bir süre sonra da kaybettiğinize kanaat getirip vazgeçtiniz ondan...

Bir gün, öylesine bir gün...

Salonda, aylardır üstünde oturduğunuz koltuğun arasından çıkıverdi ansızın...

Halbuki bu kadar yakınınızda olduğuna hiç ihtimal vermemiştiniz...


***

İşte tıpkı o eşyalar gibi dostlarım var benim...

Öyle zamanın bir köşesinde, kaybettiğimi düşündüğüm...

Zamana sıkışmış...

"kristal bir an" Öyle parlak, temiz, göz alıcı...

Zaman saklıyor ama yok edemiyor onları...


24 Şubat 2015 Salı

Biri 24 Şubat mı dedi?

Hayat garip.

Bir gün, ben doğduktan bir kaç yıl sonra, bir yerlerde -benden çook uzak bir yer- bir kız çocuğu dünyaya geliyor. Bambaşka aileler, ortamlar, şehirler...

Sonra bir gün geliyor, bir noktada buluşturuyor bu birbirinden habersiz, ülkenin farklı köşelerinde nefes alan bu insanları...

Yo.. Bu kadar basit düşünmeyin...

Hiç tanımadığınız birini evinize alır mısınız? Hele böyle bir zamanda... 

Siz düşünedurun ben devamını yazayım, daha doğrusu başlangıç kısmından günümüze...


***

Geçtiğimiz yıl, yaşadığım evden çıkmam gerekmişti. Çanakkale'de ev bulmanın neredeyse imkansız olduğu bir tarihte, bütçeme uygun, okul çevresinde bir ev... Günlerce taban teptim.. Günlerce internetten baktım, tanıdıklara haber saldım.. Yok yok...

Sonra bir tanıdık telefon etti. Yakın bir tanıdığının evi varmış.. Eski bir ev.. Eve bir girdim, çook eski bir bina, hani taş evlerden... Bahçenin içinde, giriş katı.. Annem de vardı. Mecburiyetten tuttuk sobalı evi... Ev ev değil örümcek yuvası... Benim ne derece örümcekten korktuğumu daha sonra uzun uzun yazarım ancak, hayatım boyunca o kadar örümceği bir arada görmediğimi ifade edeyim. Hayal edin işte.. Anneciğimle eve girdik iki gün ağ temizledik, perdeler vs.. derken ikinci güne ne ağ ne örümcek kaldı diye içime bi ferahlık çöktü. Kısa bir süreliğine alışveriş için evden çıkmamız gerekti. Döndüğümüzde pencereden yere kadar koskocaman bir örümcek ağı karşıladı bizi üzerindeki koca mahlukla birlikte... Sanki yarım saat değil de 3 yıldır yoktuk evde... Şok olduk resmen... Sinirimden ağlamaya başladım.. Evin okula uzak olmasına, kötü bir muhitte olmasına hatta sobalı olmasına da razıydım ama örümceklerle baş edemezdim.. Annem teselli etmeye çalışıyordu ama bir kere sinirlerim bozulmuştu... Sonra yapamayacağımıza emin olunca ev sahibine çıkmak istediğimizi ilettik. İki gün sonra çıkmak üzere anlaştık. 

***

Hayat tesadüflerden ibaret mi?

Ev sahibinden hemen sonra, facebooktaki sahibinden sayfalarından birinde bir ilan gördüm. Evine ev arkadaşı arayan bir kız... Hemen aradım, evdeydi, bekliyordu. Hiç zaman kaybetmeden çıktık örümcek yuvasından.

***

Kul sıkışmayınca hızır yetişmezmiş!

Hızır baba bu sefer Dilşad kılığına bürünüp dardaki Ezginin karşısına çıkmıştı...

***

Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz!

Böyle koskocaman bir oda, kooskocaman bir teras ve koskocaman bir pencere, alabildiğine gökyüzü... Üstelik dubleks daire...

Anlaştık.

***

Bir haftada üç kez ev taşımak...

Deyim yerindeyse götü başı dağıtmışım... 

Eşyaları asansörsüz üç kat çıkarmamız gerekiyor, anneme kıyamıyorum.. 

Bir baktım incecik bilekleriyle "Hızır Acil" yetişmiş :) Hiç gocunmadan ne uğraşıcam abi ya demeden, kendine başka iş üretip kaçmadan, içten yardıma koşuyor. Allah Allah diyorum kendi kendime.

Neden?

Çünkü insanlara zerre kadar güvenmiyorum. Her işin içinde bi ibnelik arıyorum. ( Kendim kötü niyetli olduğumdan olabilir. )

Yazın sıcağı, yorgunluktan bayılacağım neredeyse.. Koştu su getirdi.. Bir bardak içtim yetmedi.. Bi tane daha getirdi...

İşte daha o an içime siniverdi haliyle hareketiyle..

Ben ki kolay kolay ısınamam kişilere... Tamam dedim bu kız içli.. 


***

Araya koca tatil girdi. Adı tatil ama ben okulun ilk haftasına kadar köpek gibi çalıştım. Çanakkale'ye dönmeye bir hafta var. Yakın bir dostumdan telefon geldi. Çok müşkül durumda.. Kalacak yeri yok.. Ne yapalım ne edelim derken, e dedim ben evi tuttum ya.. Bi anahtarı yok, pek eşya yok ama ben de geliyorum yakında sen git benim yeni eve orda kal.. 

Sen....; hiç üşenme, sırf benim arkadaşım diye, git kaldığı pansiyondan al, koca koca bavullarını taşı getir eve.. Yedir, içir, yerleştir, ilgilen... Yahu Allah da biliyo ben kendim bu derece ilgilenmiyorum bana gelen gidenle.. Yapımda yok arkadaş.... 

***

Çok değil 5 ay... Sadece 5 aydır birlikte yaşadığım bir insan... 

Ama gerçekten insan...

Mesela sarılmaktan, öpmekten yani sevmekten korkmayan bir insan....

Var mı ötesi diyorum bazen...

Yahu nasıl bir bilseniz.. Yalnızca üç gün gördüğü bir sevdalısı var bir bilseniz... Nasıl sevmek, nasıl bağlanmak! Deli işi, karasevda işi, yürek işi anlayacağınız.... Hep diyorum deli bu kız diye...  Deli bu kız.. deli deli deli.... 

Sonra hassiktir ordan diyorum... Ne delisi? Sevmeye korkmuyor işte... Bi tek sen mi kırıldın? O hiç üzülmemiş mi bu zamana kadar? Gülümsüyorum sonra... Sevgili diyorum kendi kendime... Tamam belki biraz da kaçık ama aslında düpedüz Sevgili bu kız...

Sevgili Dilşadcığım benim :)

***

Öğretmen sonra... Ama nasıl biliyor musunuz? Anne anne... Sanki öğretmen değil de anne.. Öyle sevecen... Öyle bir kucak açmış ki yavrularına, sanki dünyadaki tüm bebeleri sarıp sarmalayacak... 

Sonra diyorum ulen sen de öğretmen olacaksın sözüm ona! Bi çıtırından kıskanıyorum da belli etmeyin şimdi.

***

Dağınık mı dağınık sonra. Tıpkı ben! İyi bulduk birbirimizi ha diyorum. Valla başkası olsa kan çıkardı ama tencere kapağız arkadaş!

***

Ben ne derece takıntılıysam o o derece relaks.. Düşün, saç kurutma makinası yerinde değil diye olay çıkarıyorum, sakin şampiyon diyo bana. Ulen başkası olsa çıkarmıştı len beni evinden... Tüm takıntılarıma manyaklıklarıma da göz yumuyo ayrıca. Canım benim.. Ben de azıtmıyorum ama bak törpülemeye çalışıyorum çıkıntılarımı :)

***

Tabi kötü yönleri de var... Mesela sırtıma masaj yapmıyo. Tamam çok nadir yapıyo. Daha çok yapsın istiyorum. :D 

Sonraaa... Ayy bak yazken bile tüylerim diken diken oldu... "Ayyyy" çığlığından sonra gelen o sevişme nöbetleri yok mu... İlla sıkıştıracak bi yerlerini, illa elleyecek. İçi rahat etmiyor. Dedim ya sevgili. Çok sevgili. Sevgisi taşıyor, o esnada yanında olana geçmiş olsun. 

***

Ev arkadaşının evde olmayanı makbuldür.

Tamam, arada sessizlik iyi geliyor, kafa dinliyorum falan da, arada bir evin olduğunu da hatırlasan be kardeşim. Bi sofrada oturup muhabbet etsek...Yeri gelmişken :D

***

Herkese küfür edemezsin. Küfür etmek bir ayrıcalıktır. Küfür dediğin tek kale maç gibi olmalıdır. Çekişmeli. Karşılıklı ettiğimiz küfür atışmalarını yediğim...

***

İçten bir de... Arkadaşlarımla tanıştı hep.. Her bi taraftan ekleşip takipleştiler. Sizce kıskanmalı mıyım? :D

***
Güzelim benim, nasıl kötü yoğun bir gün geçirdim. İnan kafan,hafızam yerinde değil. Herkes kendince bir şeyler üretebiliyor. Ben de kendimi yazarak ifade edebiliyorum daha çok...

Ne güzel; doğdun, büyüdün, okudun, şimdi ayaklarının üstünde duran, yüreği kocaman bir genç kadın oldun..

Ne güzel bir tesadüftü karşılaşmamız..

Biliyorsun doğum günlerini pek önemseyemiyorum. Belki üşengeçliğimden... Lakin seni önemsiyorum..

Bu yaşında, senin için dilediğim tek şey; hayatının da kalbin gibi olması...

Romantiklik olsun diye değil.. Biliyorum nasıl saf, içten, duygu dolu bir insan olduğunu... 

Bu yaşında daha çok şey paylaşabilmek ümidiyle.... 

Seni seven ev arkadaşın Ezgi....

Vahide Dilşad Korkmaz

16 Şubat 2015 Pazartesi

Deniz aşkına!!!

Çanakkale'ye geçtiğimiz yıl öğrenci olarak geldim... Bölümümün bulunduğu bina Merkez'de, denize uzaklığı da beş dakika... Doğaya, denize aşık her insanın yapacağı gibi benim de ilk keşfim Kordon idi... Şehre ilk defa gelip de Kordon'a hayran kalmayacak birini düşünemiyorum... 

Deniz öylesine berraktı ki şaşırdım. Bursa'nın Gemlik ilçesinde yaşayan biri için alışılageldik bir manzara değil ne de olsa... Üstelik yine deniz kenarında Belediyeye ait Golf Çay Bahçesi var... Bira bile içebiliyorsun, çay desen bardağı 50.-krş...

Allah Allah dedim kendi kendime...Türkiye'de boğaz manzarası dendiğinde benim aklıma en başta lüks gelir. Bir ucu İstanbul'da diğer ucu Çanakkale'de olan hani... Lüks diyorum çünkü boğaz kenarında ev sahibi olmak, mekan sahibi olmak bir yana dursun, o kısımlardaki mekanlarda bulunmak bile meseledir. Belli bir maddiyat gerektirir.

Gerektirmiyordu işte... Canım şehir dedim... Güzel Çanakkale... Canım ne zaman sıkılsa hemen kendimi deniz kenarına attım... Nefes alamadığımı hissettiğimde boğaza gittim.. Serin rüzgarıyla kendime geldim.. Sevinç, üzüntü, gözyaşı, kahkaha hep oradayım...

Tabi yaz tatili girdi araya memlekete döndüm. Eylül ayının sonlarına doğru da gelip ev yerleştirdim.. Bir akşam geç vakit çıktım sahile.. O ahşap kısma... Hani o güzelim manzarayı yaslanıp da izleyebilelim diye yaptıkları ahşap korkuluklara... Denize baktım üzerinde koskocaman bir platform var... Gece ve gözlerimdeki astigmatın etkisiyle tam olarak kestiremedim ne olduğunu... Sonra da ( müzik bölümü okumamın etkisiyle olabilir ) deniz üzerinde sahne kurulabileceğini düşündüm.. Önemli bir olay kutlanacak galiba diye geçirdim aklımdan... Sonraki süreçte uzun zaman gündüz saatinde uğrayamadım deniz kenarına...

Neyse, lafı çok dolandırmayayım. Meğer o koskoca platform sahne değilmiş. Meğer denizin üzerini kaplayan o koca demir yığını fıskiyeymiş. 

Fıskiye!!!!!!

İnanamadım yahu!!

Çanakkale Ticaret ve Sanayi Odası yazıyor bir de koca platformun üstünde. 

Buyrun resimler aşağıda:




Şimdiiiii..... 

Bu çok saygıdeğer büyüklerimiz düşünmüş taşınmış, Çanakkale'limizi eğlendirelim diye sırf haftanın iki akşamı yarımşar saatten, toplamda bir saatlik bir show!!! için bu ucubeyi gelmiş dikmişler denizin üstüne.

Neden diye sordum kendi kendime önce...

Neden bunu yapıyorsunuz?

Sizin doğa ile alıp veremediğiniz  nedir? Hangi zihniyetle böyle bir adım atılmıştır?

Neden doymuyorsunuz betona, demire?

Bana şunun mantığını açıklayabilir misiniz??

Benim doya doya denize bakma hakkımı ne için elimden aldınız?

Sizin reklamınızı yapma derdiniz benim umurumda değil... 

Deniz halkın biricik hakkıdır... Hiç bir şahıs, hiç bir kurum menfaatleri doğrultusunda bu hakkı elimizden alamaz. 

Bu konu için kampanya başlatmaya karar verdim. Buradan da duyurmak istedim. 

Uçsuz bucaksız denize bakmanın keyfi ayrı, baktığında karşıyı görebilmek ayrıdır... Denizin üstünde martı, kayık, gemi görmek istiyoruz. Ucubenizi değil!!!!

Ucubeden önce.....

Saman Alevi

Bunalıyorum!

Düşündüklerimi yazıya dökmek çok kolay değil şu an için... Geldiği gibi dertleşmek istiyorum...

Geziden bu yana, genç nesil olarak tepki verebilmeyi öğrendik.. Direnmek nedir, sokaklara dökülmek nedir, bedel ödemek nedir fikir edindik...

Peki ne oldu?

Sonuç olarak bize geriye kalan nedir?

Neye engel olabildik?

Vatandaşlık haklarını bir kenara bıraktım, insanlık haklarımızı bile söke söke aldılar elimizden...

Son bir buçuk yıl içinde ne kayıplara uğradık...

"Furya" diyorum artık... Şimdi de Özgecan furyası başladı...

Hepimiz kin kustuk, sokaklara döküldük, sosyal medya aracılığıyla konuyu tartıştık...

Son saatlerde ünlü şahsiyetler bu vahim durumdan nemalanmaya bile başladı!

Hayır... Ben bunlardan çok sıkıldım...

Özgecan için artık çok geç... Çok üzgünüm ama gerçek olan bu...

O ne ilkti ne de son...

Bu sebeple gerçekten bunun bir furya gibi gelip geçmesine izin vermemek bunun için savaşmak gerekliliğine inanıyorum.

Ateş düştüğü yeri yakıyor, hepimiz üzüldük etkilendik belki ama kimse yemeden içmeden kesilmedi, gülmeyi unutmadı değil mi?

Bir gün bizim başımıza da gelir korkusuyla değil, o "bir gün" kimseye uğramasın, takvimlerden silinsin diye...

Ne olursunuz...


( Aslında bu yazı yalnızca bir suçlama değil aynı zamanda bir özeleştiridir! )


14 Şubat 2015 Cumartesi

bi çay demleyim de


içine tüküreyim...

bu yalan dolandan nasıl sıkıldım....

neyi sevip neyi sevmediğini bilmez mi insan...

iki kelam edemeyecekleri istemem artık yanımda yöremde.

gözüme hoş gelmeyeni görmem...

kulağımı tırmalayanı duymam daha....

çay demler, düşüncede demlenirim...

sade...

samimi....


11 Şubat 2015 Çarşamba

perşembenin gelişi




İsmini hatırlayamadığım filozofun bahsettiği boş levha gibi kafam.. 

Uykum var aslında.. Bi yatağa yatsam bi uyusam tüm bu hislerden arınmış olacağım ama yatamıyorum... Perşembe oldu iki saat yedi dakika önce..  Üç gün sonra okul açılacak.. 

Sınırlar, diyorum...

Evrendeki dünyayı düşünüyorum. Sonra kıtalar, ülkeler, şehirler, ilçeler, semtler, aileler, fikirler... 

Sonsuzluğun içinde sıkışıp kalmak ne garip!

İçimde tarifsiz bi üzüntü var..







29 Ocak 2015 Perşembe

İlişkinin İçine Tüküren Hatalar


Gözlemliyorum...

Yıllardır, sinsice sizleri izliyorum.

Şimdi az sonra yazacaklarımı okumadan önce, küçük bir açıklama yapmalıyım ( çünkü çıkış noktam budur. ): Bu yazıyı okuyan veya dinleyen; sen yani.. Siz.. Onlar, ben, o, bu, şu...

Neyiz biz?

Tamam, çok düşünmeyin, söylüyorum.

İnsanız. ( Hadi canım sende! Geri zekalı karı! demiş olabilirsiniz. Aynen iade ederim. )

Kadınlık ve erkeklikten önce; salt insanız.

Ancak her zaman gözardı edilen bu durum, yalnızca aşk ilişkilerinin değil, toplumsal tüm bağlarımızın da zayıflamasına neden oluyor kanımca.

Ama tabi ben şimdi bu konuyu daha spesifik ele alacağım. Bu yazımda yalnızca kadın-erkek / kadın-kadın / erkek-erkek ( Lgbti'ye de bi selam çaktıktan sonra devam edelim. ) ilişkilerinin içine eden davranışları aklıma geldiğince yazacağım.

Başlıyorum.

1. Önce kadın mı, erkek mi adım atmalı?
            Zıkkımın kökü. Hoşlanıyosan, ilgileniyosan git konuş. Olur veya olmaz... Sırf bunları düşünmekten kabız olan, uykusuz kalan, yemeden içmeden kesilip telef olan nice genç biliyoruz. Tabi bu pısırıklık sebebiyle özgüveninizi; kapı önü paspasını temizlensin diye yola atıp arabaların ezmesine izin veren esnaf gibi, biçare bıraktığınızı hatırlatmak isterim. Neden? "Çünkü her bişey insanın kendine güvenmesiyle başlar."

2. Artık sevgilisiniz. Cicim ayı!
            Ayı oğlu ayı! Tamam anladık sevgili yaptın. Ama ne var ne yoksa bir ayda tüketip sonra sağa sola salça olmak nedir bana bunu bi açıkla... Hemen el ele tutuşmalar, diz dize, göz göze oturmalar iyi hoş... Buna diyecek lafım yok elbette. Ama 4 saat birlikteydin. Ayrıldınız. Daha eve girmeden, merdivenlerden çıkarken mesaj atmasana ulan!
-Eve girdim aşkım!
Yapma yau!! Valla mı?

3. Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol...
            Tanıştınız.. Adam çok bonkör, hediyeler, gezmeler, yemekler... Kız desen çok hanım hanımcık, zarif, kuş kadar yemek yer vs.... Bu liste uzar gider... Kandırmayın artık arkadaş birbirinizi... Ne sen fabrikatör oğlusun, ne de sen moda ikonu! Normal olun azcık arkadaş. Artık adamlar akşam nereye götürürsem ne kadar param gider diye hesap yapmasın, kızlar akşam buluşacağı iki saat takılacağı için, öğlen saat birde hazırlanmaya başlamasın..Ayrıca; 70 kilo çeken bi kızın sürekli salata yemesi hiç inandırıcı değil onu da belirteyim.

4. Para, para, para!
            Eskiden bu mevzu cidden daha kolaydı. Hani herkesin pazardan giyindiği, marka-mekan takıntısı olmayan günler! O yıllarda ben de çocuktum tabi ama diyorum ya gözlemler de önemli. Şimdi kızlar arabasız adamı beğenmez oldu. Erkekler desen, kılığa kıyafete göre kız seçer oldu... Markalaştık anlayacağınız...  Burada benim hala kafamda oturtamadığım olay da şu; parası olan da olmayan da aynı hayatı yaşama çabası içinde. Neyse burada ilişkilerin içine tüküren durum da şöyle ki; para araçtır dostlar. Küçük bir örnekle; ben şimdi Çanakkale'de yaşıyorum. Merkezdeyim. Ekmek, domates,peynir aldım. Güzelce iki sandviç yaptım. Sonra iskeleye kadar yürüdüm. Boğazın karşı tarafına yani Kilitbahir'e geçmek için; 1.-TL ödedim. Öğrenciyim ya o sebeple, yetişkin de 1.50.-TL ödedi diyelim. Geçtik misler gibi temiz havayı içimize çeke çeke yürüyüş yaptık hemen ormanın kenarındaki yolda, sonra baya yürüdükten sonra bi kır kahvesinde çaylarla birlikte sandviçlerimizi yedik. Çaylar da bardak başı 1.-TL olsun. Sonra oturduk sohbet, muhabbet.. Manzara izledik. Dönmeye karar verdik. Geri geldik bi de kalenin ordaki çay bahçesinde oturup çay-kahve içtik. Hava serinlemeye başladı döndük. Ne etti sana iki kişinin toplam harcaması? 15.-TL.Bilemedin 20.-TL... İçmek mi istedin bi de, bi şişe şarap aldın diyelim yanına, biraz da peynir. Ona da verdin 20.-TL... Daha Allah'tan belanı mı istiyosun kardeşim?


5. Yalnız doğdum, 25 yaşında yapışık ikiz oldum.
            Hiç ayrılmayın e mi. Tuvalete giderken bile telefonunuzu yanınıza alın. Bi rahat nefes alamayın.. Sonra da bu ilişki beni boğdu! Boğar tabi... Ne dedik en başta? Hepimiz insanız. Hepimizin kendiyle baş başa kalmaya, dostlarıyla-arkadaşlarıyla paylaşımda bulunmaya ihtiyacı var. Hayır seni seviyorum diye her dakikamı senin için veya seninle geçirmek zorunda olduğumu da nereden çıkardın? Yok yani kim çıkardı bu adeti yahu? Bi nefesim var,utanmasan ona bile ortakçı olacaksın. Bi öte git. Bi git sosyal ol, akıllı ol, yaşamana bak...

6.Teknoloji teknik ister!
           Sıçtın. Sıvadın. Teknolojinin insan ilişkilerini tükettiğini zaten anlamış bulunuyoruz. Ama artık açın yahu gözlerinizi...  İlk şoku atlattık. Yani hani telsim zamanında cep partner dönemleri vs. Sırf konuşma beleş diye uyurken telefonun açık bırakıldığı,  30.000 sms verildi diye her saniye bişeyler yazma ihtiyacı duyulan, sonra chat yapıp hiç tanımadığımız insanlarla konuşabilme özgürlüğü vs... Bitti bunların hepsi, alıştık. Facebook, whatsapp, instagram vs.. Daha bir çok kanaldan yayın yapabilir haldeyiz. Bu gerçekten çok güzel. Ama yalnızken güzel. Hayatında biri varsa tek kelimeyle sıçtın. Ulen sanki mantar gibi bittik bi anda... Kaç yaşında insanlarız. Hepimizin bi çevresi bi geçmişi var. Daha dakka bir gol bir, hemen fotolara bak. Altındaki yorumları oku, yorum yapanların profilini gez. Arkadaş listesinde kimler varmış kontrol et. Sonra başlasın tacizler. O sana niye bunu dedi. Bu sana niye böyle yorum attı, bu niye durumunu beğendi. Bununla nerden tanıştınız. Bu ne samimiyet...Yok ebenin nalı! Tabi bu kadarla da kalmadı, uygulamalar geliştikçe yeni kavga sebepleri; whatsapp'ta online'sın ama bana yazmıyosun, şu saatte gördün cevap vermedin vs... Tabi diğer taraftan da, sürekli beni niye aramadın, niye mesaj atmadın... Sonra bi de üst üste elli defa arayanlar var.
-50 kez aradım neredeydin?
-tuvaletteydim.
-15 dakikadır tuvaletteydin yani!!!
-kabız olmuşum mınakoiim!!! bi siktir git!

Bi de ayrı şehirlerde olup, ilişki yürütmeye çalışanlar var. Her dakika hesap vericeksin.
-Günaydın.
-Hazırlanıyorum evden çıkıcam.
-Evden çıktım okula yürüyorum.
-Derse girdik, hoca geldi.
-Ara verdik.
-Kantine gittim.
-Derse
-Kantine
-Çarşıya
-Ota
-Boka
Arkadaş, adamı hasta etme bi bak işine! Ben böyle ilişkinin de senin deee....

7. Kod Adı: Aşkım
          Ah şu tatlı aşk sözcükleri... Aşkım, bitanem, sevgilim, yarim, balım, çiçeğim, böceğim.... Nasıl da hoş geliyor kulağa... O kadar hoş geliyor ki, bir süre sonra isimler unutulur oluyor.
-tanıştırayım; sevgilim Aşkım.
-nası yani adı aşkım mı:??
-ha yok adı, adııııı....
-cidden neydi senin adın!

Veyaaa trip atma aracı! Hayııır... Aşk sözcükleri değil. İnsanın kendi adı! Garip ama gerçek. İnsanın kendi adına yabancılaştırılan bi psikolojiye sokulması....
-Ezgi!
-Nasıl da mesafeli olduk.
-Ezgi neymiş canım!
-İnsan aşkına Ezgi der miymiş!

Kısacası ilişkinin artık cılkının çıktığının ispatıdır bu durum.

8. Beni taşımalı!
           Yani hakikaten erkeklere acıyorum bazen. Buradaki taşımaktan kastım, tamamen maddesel! Benim çok darlandığım bi durum var mesela; birisi başını omzuma yasladığında ağırlıktan çöker gibi olur, rahat edemem. Sonra gece uyurken erkeğin kolunun üstüne yatılması falan... Yani nihayetinde insan vücudunun en ağır kısmının kafa olduğu bilimsel olarak açıklandığına göre, bi daha düşünmek, elini vicdanına koymak gerekir diye düşünüyorum...

Manevi taşıma boyutuna ise gerçekten girmek istemiyorum. Yani insanın sorası geliyor. Hayırdır? Seni bu derece önemli, ağır kılan şey nedir? Yani sen de sıradan bi insansın neticede!

9. Yatak, uyku...
         Geldik zurnanın zırt dediği yere.  Bu konu çok kritik. Açıkçası ben bu birlikte uyuma fikrine uzun süredir pek sıcak bakamıyorum. Hele de odasını başkasıyla paylaşmaya alışkın olmayan insanlar için gerçek anlamda sıkıntı veren bi durum. Niye mi? Çünkü insani yönlerimizi en çok ortaya döktüğümüz alanlarımızdır yatak odalarımız. İnsani yönler nedir peki? Şöyle bir sıralayalım;
-Kadınlarda makyajsız ve dağınık bir surat
-Horlamak
-Osurmak
-Sonra düzenli diş fırçalama bilinci oturmuş bi millet de olamadık henüz...yani ağız kokusu
-Vücut bakımı da eksik olabilir kimi zaman; yağlı saçlar, ter kokusu, ayak kokusu vs..

Bunlar dışında bir de yatış alışkanlıkları var tabi;
-Bacak-kol arası yastık sıkıştırmak
-Çarşafa-yorgana dolanarak yatmak
-Hareketli yatmak vs...

Bir de şu, sarılarak uyuduk, arkasını döndü, yanını döndü vs.. durumları var... Tüm gün boyunca insanlarla, hayat koşullarıyla boğuşmak yetmezmiş gibi! Uyurken bile tetikte olma hali!

Çünkü canlıyız ve vücudumuz da bir fabrika gibi çalışıyor. Dolayısıyla enerji ile birlikte atık da üretiyoruz. Ne kadar yakın bulursak bulalım, kendimiz dışında bir başkasının atıklarıyla haşır neşir olmak itici bir durum.

Gel gelelim bir de sıradanlaştırma hali var ki, o da en beteri sanırım. Yanındaki bedenin artık sana heyecan vermeyişi, sıradanlaşması...Bu elbette ki olacak ama ömrü uzatılabilir diye düşünüyorum.

Kadınlar bi nebze hazırlıklı bu tür şeyleri göğüslemeye de; erkekler arasında hala kadınların osurmadığını, sıçmadığını zannedenler için ağır travma sebebi.

Tüm bu tantananın ana fikri şudur efenim: yatak odalarınızı ayırın. hem ne demişler tebdili mekanda ferahlık vardır. bi gün birinizin, diğer gün başka birinizin odasında sevişmek hani farklılık açısından da bi şekil bi boyut :D anladınız siz onu...

10. Romantik ol biraz hayvan!
            Nerde o eski romantikler... Romantizm, erkeklerin korkulu rüyası... Halbuki zannettiğiniz kadar zor bi durum yok ortada. Valla bak.  Ben bi kaç madde yazayım. Sonrasında da sen biraz kaseyi çalıştır.

-çiçek. gül al demiyorum. güle kıl olurum zaten ben. papatya da alma. köşe başlarındaki çiçekçilerde bir demet nergis 3.-TL. al, koysun bi vazonun içine, evde yemek yiyecekseniz atmosfer değişsin. masanın üstünde bi hoşluk yaratsın. hem kadınlar küçük şeylerle de mutlu olur valla bak...

-mum. ne var yani iki tane mum yakıp ışıkları söndürseniz. hafiften müzik çalsa.. erkeksin, futbol seviyosun falan tamam da, sen de insansın be kardeşim. Hiç mi ihtiyacın yok ilgiye sevgiye?

-Tango yap demiyoruz da, evde veya gittiğin bi yerde elinden tutup, sarılıp sağa sola sallanmak çok mu zor? Dansa kalkanı topuğundan vurmuyolar rahat ol.

-film. birlikte film izlemek güzeldir. filmdeki sahnelerden etkilenir insan. Acıya da sevince de aşka da ortak olur. Kendin beceremiyosun madem en azından yapabilenlerden sebeplen!

Tamam şimdilik bu kadar yeter.


25 Ocak 2015 Pazar

bir ocak sabahı

gözlerimi zorlukla araladım.

bedenim uyuduğu uykunun yeterli olduğuna karar vermişti. ama gözlerim açılmamakta direniyordu. belki bu sebeple, dalgın gözlerle uyandım.

hemen başucumdaki sehpadan telefonumu aldım. gelen maillere baktım. gece yazanlara... kısa sürdü. sıkıldım bıraktım. kimseye cevap vermek istemedim.

telefonu bıraktıktan sonra; "Aylak Adam"ı aldım elime. bugün okunacak en doğru kitaplardan biriydi, sanırım. bir kaç sayfa... sonra acıktığımı hissettim.

bir ocak sabahından beklenecek her şeyi sunmuştu gün. gökyüzünde akşam üstü karanlığı.. sokaklar kasvetli, yerler ıslak.. kediler, köpekler bile yok etrafta. şehir merkezinde yaşamama rağmen bu kadar sessiz olması dikkatimi çekti bir an için. şehir bile uyanmak istememişti bu sabah.

kitabı kapatıp yataktan çıktım. serin bir sabahtı, tişörtümün üstüne hırkamı geçirdim. merdivenlerden aşağı inerken ışığı açma ihtiyacı hissettim. gerçekten karanlık bi sabahtı.

banyoya girdiğimde ilk önce lavaboya yöneldim. ellerimi sabunladım. bolca köpürttüm. normal bir yıkamadan daha uzun sürdü. aynada yüzüme baktım. göz kapaklarım şişmişti. yüzümde o an için tek beğendiğim şeyin kaşlarım olduğunu düşündüm. sonra avucumu suyla doldurup yüzümü yıkadım. burnumun ucu ve gözlerimin etrafı kızarmıştı. yüzümü kurulamadan klozete oturdum. kısa süre önce gördüğüm rüyayı düşünüyordum. abimi görmüştüm. küçüktük biraz. ama sıcaklığını hissetmiştim. sonra başka birini.. tanıdığım, sevdiğim biri..

ah şu yirmilik dişler.. canımın yanmasıyla kendime geldim. kalktım. tekrar ellerimi yıkamaya başladım.

mutfağa geçtim. sabah kahvaltısı niyetine bir muz alıp, derken kapıdaki sesi duydum. geceleri yalnız kaldığımda evin kapısını kitliyorum. ev arkadaşım dış kapıda anahtarı deliğine sokmaya uğraşıyor. hemen seslendim, dur geliyorum diye, kapıyı açtım. tekrar muzun başına geçip ezmeye başladım. odasına gidip geldikten sonra, çalışmak için bilgisayarıyla mutfağa geçti. muzu büyük bira bardağına boşattıktan sonra üzerine süt döktüm.karıştırdım. sütün bu ağdalı kıvamını seviyorum.

sonra odama çıktım.

kocaman penceremden gökyüzüne baktım. bulutlara.. tencere kapağına benzettim onları, şehtin üstünü kapattıkları için belki... boğazın öteki yakasındaki dağları izledim. bilgisayarımı alıp, pencere kenarındaki koltuğuma geçip böyle günler için yaptığım müzik listesini açarak yazmaya başladım....




24 Ocak 2015 Cumartesi

yoğun

havanın bir anda yoğunlaşmaya başladığını hayal edin. böyle yavaş yavaş katran kıvamı aldığını...burun deliklerinizden girişini ve çıkışını hissettiğiniz... ciğerlerinizin ezildiğini hissederdiniz değil mi, ya da boğulduğunuzu...

beni tanıyan herkes babaannemin hayatımdaki yerini bilir. aklıma geldiği zaman bile kalbimin atışı değişir. yanında olduğum zaman ona dokunmadan edemem. yoğunlaşırım. sıradanlıktan çıkarım. bu;  törpülemeye çalıştığım duygularımın, insanların görmesine izin verdiğim yanı. diğer yanını ise benim için sıradan olan insanlar göremez, hissedemez. ama muhattabı kimse; bir obje gibi dokunur, görür, anlar yerini...

duygusuz ve bencil bi pislik olduğuma kanaat getirdiniz. o mesajı okudum. bunu da cevaben yazıyorum. sizin böyle düşünmekte kendi adınıza haklı sebepleriniz olabilir.

babaannem bariz bi örnek olduğu için onu anlatmak istedim. zaman törpülüyor insanı. tabi her insan kendi içinde eşsizdir. kendince değer görmeyi hak ediyordur. ancak herkesin bizim hakkımızda böyle düşünmesini beklemek aptallık değil mi? yani demek istediğim; size beklediğiniz derecede özel davranmamış olmamın sebebi bende ettiğiniz değerin sizin beklediğiniz ölçüde olmamasıdır. bu noktada sadece bana yüklenmek ne derece doğru?

ha bir de çocuksun demişsiniz. bunu hakaret olarak almadım. teşekkür ederim. sanırım yazdıklarınız arasında tek güzel ifade buydu.

aslında suçlamalarınızı anlamakta güçlük çektiğimi de söylemem lazım. çünkü hayatta değer verdiğim insanların hepsiyle hali hazırda görüşüyorum. beni iyi tanıdığınızı da iddia etmişsiniz ki  eğer beni gerçekten tanısaydınız; benim için değerli insanları üzdüğümde yukarıda yazdığım gibi nefessiz kaldığımı, hatamı düzeltmek için sonuna kadar çabaladığımı da bilirdiniz. çabalarım hiç sonuçsuz kalmamıştır üstelik.

eğer kimliğinizi belirterek yazma cesaretine sahip olsaydınız belki bir orta nokta bulunurdu. ama siz suçlayıcı bir mesaj atıp, ağır ithamlarınıza rağmen kimliğinizi saklı tutmayı tercih ettiniz. kendi sözlerinizin ve hislerinizin bile arkasında duramayan birisiniz.

eğer söylediklerinizi hissettirdiysem ve yaşattıysam bu sizin benim için anlam ifade etmediğiniz anlamına geliyor maalesef.

sonuç olarak; siz kimliğinizi açık etmeden saldırmayı tercih ettiniz ama ben içimden geçenleri yazıyorum işte.


22 Ocak 2015 Perşembe

doğa ana ( ormanlar istilası ) - 1. bölüm

saat sabahın altısıydı.

perdenin açık kısmından gökyüzüne baktım, karanlık... işe gitmek için daha vakit vardı. uyumaya devam ettim.

saatin sekize vurduğunu haber veren alarmın sesiyle gözlerimi araladım.

hala her yer karanlıktı!

hemen  ışığı açmaya yeltendim. düğmeye bastım. lamba yanmadı. elektrikler de kesikti demek ki... telefonun ekran ışığını açarak karanlık odada pencereye doğru ilerledim. cama yansıyan ışıkla birlikte hayretler içerisinde kalakaldım.

yeşil bir doku, camın önünü tamamen kapatmıştı.

o kadar ürkmüştüm ki! anı bir refleksle geriye doğru sendeledim ve düştüm. kalbimin çarpıntısını kulaklarımla duyabiliyordum.

hemen ailemi aramak istedim.

şebeke yoktu....

başta bunun bir kabus olduğuna inanmayı tercih ettim. gözlerimi kırpıştırdım. etrafa dokunmaya başladım. en sonunda uyanık olduğumu kabul etmek zorunda kaldım.

evde yalnızdım. hemen üstüme iş kıyafetlerimi giyinip dışarı çıktım. ne de olsa yetişmem gereken bir işim vardı ve eğer ölmediysem, patronlarım zamanında işimin başında olmamı isterdi. bu zamanda iş bulmanın ne kadar zor bir şey olduğunu herkes bilir!

telefonun cılız ışığı eşliğinde merdivenlerden zar zor indikten sonra yeni bir sürpriz ile karşılaştım. dış kapı açılmıyordu. kapının önünde her ne varsa buna engel oluyordu. biraz daha zorladıktan sonra çaresiz, başka bir yol bulmam gerektiğine karar verdim.

aslında şuursuzca davranıyordum. uyandığım andan itibaren olan bitenler... akıl alır gibi değildi. yine de hayatın rutininde devam ettiğine olan inancım o kadar kuvvetliydi ki, her şeyi görmezden gelmeyi başarmıştım sanırım.

korku filmlerindeki oyuncuların kaçmak yerine sesin geldiği tarafa yönelme arzularını hep saçma bulmuştum. ancak böyle bir durumda insanın merakına yenik düştüğünü yaşayarak öğrenmek hiç hoş değildi...

karanlıkta bu düşüncelere dalmışken, arkamdan gelen sesle irkildim... uzun zamandır selamlaşma gereği bile duymadığım komşularım geliyordu. ilk defa konuşuyorduk.

merhaba dedim. kapının önünde bir şey var, açamıyorum bir türlü. ( sanki her şey normalmiş gibi! nasıl oldu da camı kaplayan yeşil dokudan hiç söz etmedim! )

hemen erkek olan, bakalım diyerek öne atıldı. hallerinde bir anormallik yoktu. bir an için derin bir nefes almama sebep oldu bu sıradan hava... belki de ben yanlış görmüştüm! öyle umuyordum en azından... adamın kapıyı açmakta zorlandığını fark edince geride kalan iki kişi olarak yanına gittik ve hep birlikte tüm gücümüzle kapıyı itmeye başladık.

ortak sorunların insanları birbirine yakınlaştırdığını biliyordum. ancak selam bile vermeye lüzum görmediğimiz bu insanlarla tek vücut hareket etmek, bu sabahı benim için iyice ilginçleştirmişti.

nihayet kapı aralandı. ilk önce adam çıktı. "A" şeklinde bir şaşkınlık ifadesi duyuldu. kısa ama etkileyiciydi. hemen ardından biz de dışarı çıktık. donmuştuk adeta. durup önümüzdeki manzaraya bakıyorduk. bu olanların hepsi saniyeler içerisinde gerçekleşmişti ancak bana göre dışarıda çok uzun süre kalmıştık. hemen kendimizi güvende hissedeceğimiz tek yer olan binaya döndük ve seri hareketlerle kapıyı kapattık.

insanoğlunun bilinmezler karşısındaki acizliği...  kapıyı kapattığımız andan itibaren suratlarımıza o hayretler içerisindeki ifade asılı kalmıştı. telefonun yarım yamalak ışığıyla aydınlanan yüzlerimiz iyice korkunç bir hal almıştı. apartmanın içinde öylece bekliyorduk. sessizce...

bir süre sonra nihayet aramızdan biri konuşmaya başladı. tabii ki konuşan kadındı. erkeğin duruma verecek bir cevabının olmaması onu sessizleştirmişti belki de...  kadın erkeğe sarılmış neler olduğunu soruyordu. adam da ne yapacağını bilemez haldeydi. onlar iki kişiydi, ben ise yalnız. yardım isteme fikrini ilk ortaya atan da ben oldum bu sebeple. onlar da mantıklı buldular ve hemen en yakın kapıya vurmaya başladık. neredeyse hepsi şaşkın ve öfkeli bir şekilde açıyordu kapıyı. belki de haklılardı... sabahın erken bir saatinde kapıya o derece şiddetli vurulması benzer tepkiler almamıza neden olmuştu....kısa bir açıklamanın ardından önce kızgın bir ifadeyle dalga geçtiğimizi düşünüyor sonra camdan bakarak korku içerisinde çığlık atıyor ve hızlı bir şekilde giyinerek yanımıza geliyorlardı.

tüm apartman sakinlerini durumdan haberdar etmiştik. tabi kimse sakin olamıyordu. büyük bir uğultu vardı. yetişkinler panik içerisindeyken çocuklar merakla dışarı çıkacakları anı bekliyorlardı.

olan biteni ilk fark eden ve duruma diğerlerine nazaran biraz daha alışmış olan bendim. bunun verdiği güvenle hemen merdivenin başına geçtim ve yüksek sesle konuşmaya başladım. bir  kaç saniye içinde herkesin dikkatini çekmeyi başarmıştım.

dışarı çıkıp neler olduğunu anlamamız gerekiyordu. tabi bu kararı aldıktan sonra kimlerin gitmesi gerektiği ile ilgili ateşli bir tartışma içine girdik. eşi ve çocuğu olan adamlar, erkeklerin gitmesi gerektiği yönünde oy kullandılar. tabi bu durum bekarların hiç hoşuna gitmedi. haklılık payları da yok değildi. kadınlara ve çocuklara göz kulak olmak için binada kalmayı talep edenler de yine bu aile babalarıydı... ortam iyice gerilmişti. kadın-erkek hiç kimse bir bilinmezliğe adım atmak istemiyordu. filmlerde o öne atılıp hayatını feda etmeyi göze alan kaslı kahraman gerçek hayatta yaşamıyordu işte... herkes kendisini düşünüyordu. sonunda yapılacak en doğru  şeyin hep birlikte gitmek olduğuna karar verildi.

dış kapı açıldığında gruptan içeridekine nazaran daha küçük bir uğultu duyulmaya başladı. korktukları için sessiz davranmaya çalışıyor ancak bu muazzam manzara karşısında tepkisiz de kalamıyorlardı. kapının önünde uzun süre bekledikten sonra en önde olanlar küçük, temkinli adımlarla ilerlemeye başladılar. kimse gruptan uzaklaşmıyordu. etrafta kuş cıvıltıları vardı. insanlar sessizleşmeye başladı...

her yer yemyeşildi. gökyüzüne başkaldırmış devasa ağaçlar vardı... her yerdeydiler... ağaçların olmadığı yerlerde sarmaşıklar vardı. otlar, çimenler, yapraklar, hatta ağaçların gövdelerinde kalın yosun tabakaları...araçlar, elektrik direkleri, binalar... her yer yemyeşildi. o kadar sık bir bitki örtüsü vardı ki, ilerlemekte bile güçlük çekiyorduk. sanki bütün bunlar bin yıllardır buradaydı da bizi ışınlamışlardı... tek bildiğimiz şey ne bizim buraya ne de onların buraya ait olduğuydu...

yürümeye devam ediyorduk. dev bir orman içerisindeydik. avucumuzun içi gibi bildiğimiz sokaklar yabancılaşmıştı artık. baktığımız her yerde onlar vardı.... ilk anda yaşadığımız korkumuzun yerini hayranlık almıştı. muazzam bir manzarayla karşı karşıyaydık...

bir gecede nasıl olabilmişti tüm bunlar?

insanoğlu doğaya büyük zararlar vermişti. uzun süre sessizliğini koruyan doğa ana, zaman zaman büyük felaketlerle insanlara aslında ne kadar çaresiz kalabileceklerini hatırlatmaya çalışmıştı.... bu uyarıların hiç birini dikkate almayan insanlar; teknolojik ve kimyasal silahlarıyla kendileri dahil dünyadaki canlı-cansız her şeye zarar vermeye -yok etmeye- devam etmişti. manzaraya bakılırsa bu sefer çok kızmıştı bize... ve insanoğlunun yarattığı ne varsa hepsini yutuvermişti bir gecede...



devam edecek...

21 Ocak 2015 Çarşamba

üşüyorum

küresel ısınma mı!

ne saçmalık!

dünya...

dünya, her geçen gün biraz daha soğuk bir hal alıyor...

aynı ev içinde; "birbirine" -cep telefonlarından- daha uzak insanlar...

aynı binada, aynı okulda, aynı iş yerinde....

diyorum ya...

dünya çok soğuk...

en az kalplerimiz kadar..

sevgisizliğimiz kadar.

üşüyorum ben.

ya siz?






durup izliyorum

izlemek...

ne kadar düşündürücü değil mi!

bu kelime bana nedense hep durağanlık hissi veriyor.

hayatı kaçırmak endişesi içindeyim ama elimden de bişey gelmiyor.

ben hala ne yapmak istediğini bulamamış bir insanım.

ben kimle nerede nasıl yaşamak istediğimi bulamadım.

şiddetli duygulara arkamı dönmedim hiç bi zaman...

acı çekmeyi de en az mutlu olmak kadar seviyorum aslında...

ağlamayı mesela...

gözlerimden akan yaşların sıcaklığını, dudaklarımın ve burnumun kızarmasını, göğsümdeki karnımdaki o hissi...

hayatı kaçırmak diyordum; içinde gibiyim aslında...

çevremde, yanımda insanlar var...

ben de oradayım. gülüyorum saçmalıyorum konuşuyorum yiyorum geziyorum.

ama eksik işte.

sadece diyorum o olsun. sadece ikimiz. o yokken nefes alamayayım. gülmeyeyim. hatta yaşamayayım.

ama olsun...

sıkıldım bu yalnızlıktan..

sıradan değil. ölürcesine, delirircesine yaşamaktan bahsediyorum.

keşke böylesi mümkün olabilseydi.

sıradan ilişkiler diyordum. günlük koşuşturmaca içinde, teknolojinin hapsinde, egoistliğin hüküm sürdüğü bir dünya değil bahsettiğim.

ruh eşine inanıyorum.

yanımda olmadığı için acı çekiyorum.

acı çekiyorum o olmadan hiç bişey anlam kazanmıyor değer etmiyor gözümde içimde...

ne kadar önemli sanki giyindiğimiz yediğimiz içtiğimiz?

her biri bizi birbirimizden daha da uzaklaştırmadı mı...

ben, seni bekliyorum..

ben seni özlüyorum...

geleceğine inanıyorum...

senin dışında hiç kimse çözemez bu düğümü.

izlemek...

duruyorum ve izliyorum.

sen gelene kadar.


17 Ocak 2015 Cumartesi

Smiley ley ley tililili tey tey tey

Naber millet?

Her gün yeni bir akım, her gün bir çılgınlık....

Ben de dedim du bi tane delilik de ben atayım ortaya.

Şimdi efendim, yıllardır önümüze verdiler top başlı sarı kafalı smileyleri. Lakin bana söyler misiniz, benim duygularımı düşüncelerimi benden iyi kim anlatabilir???

O halde ben de dedim ki kendi smilelerimi kendim yapayım.

Yaptım.




Kızlara öpücük











Ben yapacağımı bilirim!
Yalarım











Ufff









Hoşnutluk ifadesi
 
Çoohh gomiiihhh
Bak bu iyiydi
Sarhojjjumm










Sen çok biliyon

İşte şimdi kızdım.













Ben bunu bi düşüneyim!
Ben ne bilim ya!




Çok üzgünüm.
Hanım hanım da gülerim!
Aaaaayyy ççççooogg dadddllııııı







Ühü ühüüüüü

Hınzıııııırrr....
Mutluyum
















Anaaa valla mı la!!


Sevgiliye öpücük


Bunu niye yapıyoz hala bilmiyom. 













Ottssiki diş güldüm

Kız seni yerler.

Vaarrrr mı ulan bana yan bakan?

hhaaağğğrrhhoooğğrr

hıımmm bak bu fena değil

ıııyyykk o ne ola ki? poh mu la o?



çok mahçubum

vay yellooozzzz

şimdi saçını başını yolarım
 
tüüüü sıfatına

aaa!!!!



ehehe bi pislik yaptım


hhıııımmmmmmuuuaaa



pek beğenmedim.


eneee şuna bak ehe 

vırvrvırvırı

öööğğkkk















dil papuç




 Evet sonunda bunu da yaptım.

Bu fotoğraflardan sonra, sevgilim terk edecek, babam mirastan men edecek, abim silahını beline takıp töre cinayeti işleyecek.

Şaka şaka.

Hadin iyi geceler.