25 Aralık 2014 Perşembe

Dost dediğin:

Hayat, dünya, insanlar... 
Her şey karmakarışık... 
Bir çok insan kendini bile anlayamadan, sevemeden yaşıyor ve ölüyor.
Mutsuzluk için çabaladığıma inanıyorsun.
Belki de beni benden iyi tanıdığın içindir. 
Bu mümkün mü gerçekten?


***

Ben mutsuz değilim, bunun için çabalamıyorum da.. 
Odamın perdesi hep açık misal.. Her gece uyanıp yıldızları izliyorum...Günün ilk ışıklarıyla gözlerimi açıyorum. Denizi izlemeyi, rüzgarı, insanları seviyorum..Müziği, çiçekleri, filmleri, bisiklet sürmeyi... 
Mutsuz olmak için çabalayan bir insan bu saydıklarımın farkında olabilir mi?
Çabalamak deyince bir de kasıt giriyor işin içine... 
O zaman tüm bunlara gözlerimi, kulaklarımı kapatmam gerekirdi.
Telaşlanma.. Hepsini görüyorum, hissediyorum...

***
Sadece arayıştayım çünkü tamamlandığımı, biraz da olsa anlaşıldığımı hissetmeye ihtiyacım var. 
Her insan gibi aslında... 
Hiç aklından geçmiyor mu, evlenen insanların en özel anlarını bile hemen facebookta, instagramda paylaşması veya sadece duygu bildirimleri misal; çok mutsuz hissediyor vs.... 
Neden peki?? 

***

İnsanın psikolojisinin sağlıklı olması (*ki ben böyle bir şeyin mümkün olduğuna inanmıyorum. Ruhumuz var çünkü ve her biri birbirinden farklı, sayısı da bu dünyada yaşayan her bir insan kadar. ) için bir takım temel ihtiyaçlarını giderebiliyor olması şart elbette...
Evim var, param var, sağlıklıyım, ailem hayatta, arkadaşlarım var... 
Mutlu olmak için her şeye sahibim bu koşullarda...
Belli bir düzlemde yol almamı istiyorsun. 
Sebebi bunun mutluluk için yeterli olduğuna inanman mı gerçekten?
Eğer söylediklerini yaparsam, bundan sonra geçireceğim tüm günlerim aydınlanacak mı?

***

Bunun güçlü olmakla, iradeyle, parayla alakası olduğunu düşünmüyorum.
Benden cevap bekleyeceksin şimdi.
Sormuşsun da, neden diye..
Ben de bilmiyorum.
Ben de kendime soruyorum neden diye...
Cevabı bulamamış olmamın nedeni de soruya verilebilecek sonsuz cevap olması...
Çelişkiye düştüğün olmuyor mu hiç, neden hayattayız, neden buradayız, neden öleceksek...
Filmin sonunu biliyoruz hepimiz...
Peki neden tüm bu olanlar?

***

Bir de yalnızlık var tabi.. 
En az senin kadar yalnızım ben de...
En az diğer insanlar kadar.

***

Peki sadece karnı doyduğu için mi hayatta kalır insan, evi olduğu için ailesi olduğu için...?
Bedenimiz belki..
Ruhumuz?
Görmezden gelmek iyi bir çözüm mü gerçekten?

***
Ya sen?
Senin ruhun huzurlu mu?
Bana mutluluktan, şanstan bahsettin..
Ne kadar acı çekersek çekelim, zaman her şeyi unutturuyor insana... 
Ölümü bile!!!

***

Bir anne düşün Gamze...
Bir gün öleceğini bildiği halde dünyaya getiriyor çocuğunu...
Kendi yavrusunun katili olmuyor mu bu durumda?

***

Farkında mısın?
Burada bir yorum farkı var...
Belki de sen o anneyi bebeğine can veren ilahi bir varlık olarak nitelendiriyorsun.

***

Burada bir tercih yapmam gerekiyor sanırım.
Sen öyle söylüyorsun...

***

İnsan kendinden vazgeçebilir mi Gamze?

***

Bunu yaptın mı sen?
Mutlu olmak için ruhunu görmezden gelebildin mi?
İçinden gelen sesleri susturmayı nasıl beceriyorsun?

***

Bana kızma Gamze...
Bana hak vermeni beklemiyorum.
Bak görüyor musun, yukarıda onlarca soru çıktı karşımıza.. 
Cevaplarını verebilir misin hepsinin?
Cevapların doğruluğundan emin olabilir misin?

***
İnsanların da doğanın bir parçası olduğunu unuttuğumuz için belki...
Bizlerin de mevsimleri vardır belki...
Olamaz mı?
Belki ben kara kıştayımdır, içimde fırtınalar kopuyordur..
Yine de panik içerisinde değilim.
Mevsimler değişir.

***

Hayatta cevabını bildiğim bir takım sorularım da var benim. 
Birisi de; dost dediğinle başlıyor...
Biliyorum ki ruhunun bi köşesinde beni anlıyorsun.
Bana ait bişeyler var çünkü orada..

***


24 Aralık 2014 Çarşamba

Bugün



Üzerime rahatlık giyindim.

Gökyüzüne gülümsedim.

Peynirimi kediyle, simidimi martıyla paylaştım.

Vapurda en üst kata çıktım.

Esen rüzgarı kokladım.

Sessizliği dinledim.

Sevgiyi dillendirdim.

Oturdum, önüme çay geldi. Ben, güneşi içtim.

Ben bugünü sevdim...





22 Aralık 2014 Pazartesi

Bozuk bu!

Bok gibiyim sevgili dostlar.

Bebekken verem aşısından zehirlendim diye sol koltukaltımı aldırmışlar.

Çocukken alerjik bronşit sebebiyle defalarca kez nefessiz kalıp ölümle kolbastı yaptım.

Blue çağımda iki kez böbrek taşı düşürdüm.

Yirmili yaşlarımda tümör aldırdım.

Şimdi de iskelet sistemim teklemeye başladı.

Kendimi geçiyorum annemle babam beni Allah'a havale etseler yeri... Bozuk mal vermişsin bize, neresinden tutsak elimizde kalıyo diye...

Efendime söyliyim, yaklaşık bir yıldır çekmekte olduğum sırt ağrılarım son demine gelmiş olacak ki, biricik enstrümanım kemanımı on dakika bile çalamaz hale geldim.

Yani öyle böyle değil. Daha elime alıp boynuma yerleştirdiğim an kaskatı kesiliyorum. Değil çalabilmek.... O durumu da şöyle ifade edeyim: Hani bi çoğunuzun da başına gelmiştir; dizinizde çarpmamanız gereken en kritik yer vardır ya, ilk başta başa gelen bela anlaşılmamıştır ama sonradan böğüre böğüre ağlatır insanı... Heh.. İşte öyle yavaştan kuvvetliye doğru histerik bi ağlama krizi izler oldu.

Dedim fuck! Dedim lanet olsun hayat!!!

Arada da baş dönmesi var yalnız onu atlamiyim :D

Tuttum kolumdan doktora götürdüm kendimi. Geçtim o gün Allah ne verdiyse dahiliye, nörolog, göz, diyetisyen, psikiyatristten sırayla randevumu aldım.. Oradan oraya koşturdum..

Tabi keşke koşturmakla kalsa iyi. Mesela ilginçtir, yıl olmuş 2014 kadın milleti olarak bardağa işetiyolar bizi. Yahu deyyuslar erkek değilik ki nokta atışı yapalım..

Kan verme ayrı bela.. Hemşirelerin hepsi cellat kesilmiş artık günde 500 hastanın kanını çek.. Bir nevi sivri sineklik yap, tabi adamda tahammül kalmaz. Yine de onların bu kan çekme anında garip bir haz duyduklarına inanıyorum. Yüzlerinde "ohş" ifadesi oluşuyo gibi geliyo.

Veee MR cihazı. MR cihazıyla apayrı bi meselem var. Son 3 yıldır kendisiyle özel bir münasebette bulunuyorum. Şöyle ki, kafamla içine giriyorum aletin. Pek hoşuna gitmiyor olacak ki;  insanın türlü çeşitli felaket senaryoları kurmasına sebebiyet verecek o sesleri çıkarıyo.

Velhasıl, tüm tahlillerin sonucunda MR sonucu henüz çıkmamakla birlikte tıp dünyasının genel kanısı depresyona girmiş olduğum yönünde. Standart bi görüşmeden sonra psikiyatristimin vermiş olduğu antidepresan ve dahiliye uzmanımın vermiş olduğu vitaminlerle afedersiniz kıçıma baka baka döndüm evime.

Peki ne oldu?

Bi bok olmadı tabii.. İş başa düştü. Aklın yolunu takip edeyim dedim. Çıktım gittim bi pilates uzmanıyla görüştüm. Dedim böyleyken böyle. Sağolsun doktorlarımdan daha fazla ilgilendi bi fiziktedavi doktoruyla tanışıkmış, üstelik devlet hastanesinde, aradı ona yönlendirdi beni. Yarın gideceğim. Acılarıma son vermesi umudunu taşıyorum bu gece.

Onun dışında da çarşamba akşamı yani yarın değil de ondan sonraki gün beyin MR sonucum çıkacak. Ahdım olsun, beyinde tümör falan çıkarsa alıp başımı gidicem bu diyarlardan. Ha yoksa da paşa paşa yavaştan sıyırdığımı kabullenip yasal uyuşturucu müptezeli olarak hayata adapte olmaya çalışıcam :D

Neyse dostlar sonuç olarak yarın pilatese başlayacağım bi aksilik olmazsa. Sonra gelsin lokum gibi kaslar, eklemler :D

Haaaa son olarak laf oraya gelmişken fakir edebiyatımı da patlatayım. Paramız yok ki masaja gidek :D

Yazacaklarım bu kadar.

Bi dene de şarkı koyayım da bari dinleyin :D



21 Aralık 2014 Pazar

Sihir diye bişey var.




Bazen hayat tüm gücüyle üstüne abanıyor insanın.

Yanlış oldu aslında hayat hep tepemizde de, bazen taşıyacak gücü bulamıyoruz belki de...

İnsan ilişkilerini düzgün yürütmeyi bırak, günlük ihtiyaçlarını gidermek bile işkence halini alıyor.

O zamanlar aslında ne kadar yalnız olduğunu bir kez daha anlıyorsun.

Yanında ne ailen, ne dostun ne de arkadaşın kalmıyor.

Yani bedenen yanında olsalar da ruhunu okşayamıyorlar işte...

Ne söylesen havada asılı kalıyor.

Bir süre sonra da çabalamıyorsun.

Dünyada hissettiklerini anlayacak dile getirecek hiç bir şey olmadığını söylüyorsun içinden.

Kendini ifade edememek, anlatamamak içinden geçenleri...

Boğazında düğümlerle, derin bir nefes alıyorsun.

Tüm ümitsizliğinle bir şarkı açıyorsun.

Sonra müzik seni alıyor.

Tüm yakınlarının bir araya gelip de hissettiremeyeceği o eşsiz desteği sağlıyor sana...

Kalbine baskı yapan ne varsa, şarkının sözleriyle içinden akıp gidiyor.

Melodiler yaralarına merhem oluyor. Acıyan yerlerini okşuyor.

İşte! Bu Müziğin Sihri....

18 Aralık 2014 Perşembe

uzandım

Bazı anlarda yalnızca Pink Floyd dinlemelisin. Şu an olduğu gibi...


Müzik dinleyicisi olmakla müziği meslek edinmek arasındaki uçurum.. Diye düşünmeme sebep olsalar da..


Sadece gökyüzü manzaralı bir pencerenin önündeki ikili koltuğumda uzandım.


Güneş ışınlarının çıplak ayaklarımı ısırmasına izin veriyorum. Çoraplar şimdilik çekmecede güvende.


Üzerime hiç bir işe yaramıyor olmanın tarifsiz ruh halini geçirdim.


Önümden bulut kümeleri geçiyor. Gelişlerini ve gidişlerini takip edebileceğim hızdalar..


Günün en sevdiğim ve en sevmediğim saatine doğru birlikte yol alıyoruz. Güneş batmak üzere konumlanıyor. Tam o noktaya geldiğinde tüm bedenim ışıyacak ama ısısını yitirmiş ışınlar eski tadı vermeyecek.

Biliyorum.


Bugün dünün aynısı değil.









17 Aralık 2014 Çarşamba

bazı ruhlar hep gölgede

gölgede gezenler birbirini tanıyor.

acıyla selamlıyorlar birbirlerini.

çirkinliklerini saklamak için oradalar.

ben de oradayım. 

büyük bir yalanı sürdürmeye çalışmak....

sahip olduğum her şeyi iade etmek istiyorum artık.

lütfen al benden verdiklerini.

acı çekmek çektirmekten daha zor çünkü.

ve sen de çirkinsin. hatta en aşağılık tüm meziyetlere sahipsin.

hepimizi bir yalanın içine hapsettin.

şimdi bana söyler misin?

sahip olduğumuz tek şey gerçekten zaman mı?

öyleyse neden akıp gidiyor?

ben istemiyorum. ben o kısacık saniyeye sıkışıp kalmak istiyorum. ne yaşayarak ne de ölerek... ben sonsuza dek o saniyeyi istiyorum.

sen bir yalancısın.

sen altında gezindiğimiz gölgenin ta kendisisin...

hiç bişey yapamamanın acısını yükledin omuzlarıma. 

seni ve verdiklerini sevmiyorum.