26 Ekim 2015 Pazartesi

buradayım

ben artık buradayım:

http://birkadinhayatveyollar.blogspot.com.tr


22 Ağustos 2015 Cumartesi

Bu yazıya bir başlık gerekiyor-du!


En yetenekli olduğum konulardan biri de sıkılmak. Öyle sanıyorum. Bursa'ya ailemin yanında gelişimin birinci haftası dün doldu. Bugün ikinci haftanın ilk günü. Yarın Çanakkale'ye dönüyorum. Muhtemelen orada da bu depresif ruh halini koruyacağım ama en azından yalnız kalacağım. Böyle dönemlerim var benim. Sevgisizlikten, bencillikten, soğukluktan ölebilirim. Bu ruh hali bir fili bile sıkıntıdan ortadan ikiye ayırabilir.


Aslında bu karnımdaki his, kıpırtı hep aynı. Aşık olduğumda, çok korktuğumda, çok sıkıldığımda... Karnımda oluşan fiziki his, o aynı. Ama ruh halim durumu bu şekilde yorumlamama sebep oluyor işte.


Şu an oturma odasında üçlü koltukta kulağımda mp3 dinlerken bunları yazıyorum. Babam ise karşı koltukta belgesel kanallarını zaplıyor. Kendimi son derece ergen hissediyorum.


Bunun sebebi ne, çok merak ediyorum. Bu dünyada en çok sevdiğimden emin olduğum insanlarla birlikte olma şansını yakaladığım şu kısacık zaman dilimi, bana neden bu derece tahammül edilemez geliyor? Kendimi sırf bu sebeple pislik gibi hissediyorum. Suçluluk duyuyorum ama içimdeki bu gitme, uzaklaşma arzusunu bastıramıyorum. Sanki burada esaret altındaymışım gibi hissediyorum, neden?


İçimdeki boşluk bazen herşeyi, herkesi yutuyor. O anlarda kendimden bile kaçmak istiyorum. Bu çok edebi gelebilir. Kendinden kaçmak nedir diyebilir bunu okuyan bir insan. Sanırım sahip olduğum tüm rollerden arınmak bunun anlamı... Hiçbir numaraya yalana başvurmadan, tüm nezaket ve görgü kurallarını bir kenara itip içimden geldiği gibi olabilmek... Bu ihtiyaç tespiti oldu. Bunu sağlayabileceğim ortam biraz yalnızlık gerektiriyor.

9 Ağustos 2015 Pazar

Son öptüğüm dudaklar sana aitti.

Son öptüğüm dudaklar sana aitti.

Bu loş ve serin akşam üstünde o anları hatırlamamı işe bu zamanlamaya bağlıyorum.

Yine de içim elvermiyor böylece bırakmaya... Ardından gelen soruyu da bu hisse borçlanıyorum o sebeple.

Senden sonrası olsaydı, aklım yine onca an arasından seçip çıkarır mıydı o küçük kaçamağımızı?

Şu son cümleyi yazdıktan sonra yüzümü görmeliydin halbuki.

"Kaçamağımızı"

Bir süre asılı kaldı bakışlarım o kelime üzerinde.

Sonrasını tahmin etmek senin için güç muhakkak: muzur bi gülümsemeydi yüzümdeki.

Aslında bizim birlikte yaptığımız da biraz muzurluk değil miydi canım?

Hani bazen insan kendini şımartmak ister. Ne bileyim böyle sıkı bir diyet yaparken, istikrarlı giderken hani, bir çikolata yemek ister. Yer de o çikolatayı. Sonra birazcık pişmanlık duyar. Ama çikolatayı yerken aldığı hazza yanaşamaz bile pişmanlık hissi. Böyle devede kulak gibi kalır.

İşte böyleyken böyle.


7 Ağustos 2015 Cuma

Beşyüzonüç

Kendimi, toparlayıp odamın zeminine yaydığım taşları sayarken buldum. 

513...

Onları yalnızca saymıyor, tek tek inceliyor, okşuyordum da...

Taşlara karşı olan ilgim eskiye mi dayanıyor yoksa kendi kendime icat ettiğim yeni bir tutku mu bilemiyorum. Ama ne acayip şeylerdir aslında onlar... Hele deniz tuzu değmiş olanlar... Hele hele dalgalarla yoğrulmuş olanlar...

Her birine tek tek bakıyorum. Ruh gibi onlar da...Ruhlarımız gibi... Ne çok yaşanmışlık, olduğumuz şey haline getiren bizi...
  
Bir başlangıç arıyor yine de insan, bir çıkış noktası... 

Kırılma anları olur hayatta. Benim hayatımın bilmem kaçıncı parçaya ayrılışına tanıklık eden tarih; 2015 yılının Temmuz ayına ait olan 13. gündü.

Uzun uzun anlatmak da istiyorum ama buna gerek yok. 

Korkuyordum ben. Hayattan. İnsanlardan. Kendimden. Saatlerden. Yollardan. Hayallerimden. Ölmekten. Babamdan. Her şeyden işte...

Sonra ölüm karıştı hikayeye. Ölüm ki; yarım kalmışlık...

Çıktım ben de, yollara çıktım. 

Korkunun ecele faydası olmuyordu. 

Korkmadım o andan sonra.

Sonrası iyilik güzellik...
 
Hani "bazı anlar" diye ayırırız ya hep. Hayatla ilgili o kadar gözümüz korkmuş ki, tesadüfen yaşanan mutluluklara "anı"demişiz. Hayatı yaşamayı bırakıp geçmişteki "tesadüfler" ile gelecekteki "hayaller" arasına sıkıştırmışız koskoca hayatı. İşte ben bunun nasıl bir aldatmaca olduğunu gözlerimle gördüm. Öyle anlar yaşadım ki, her biri eşsizdi. Hiç biri tekrar yaşanmayacak anlar... Ben de hayatımda ilk defa yalnızca o anları yaşadım. Ve o anlar ne geçmişte kaldı ne de geleceğe taşındı. Ben de yeni anların peşine düştüm. 

Tüm olanlar olurken yanıma anı yaşamayı unutmamak için, hayatın ne eşsiz ne renkli olduğunu hatırlamak için taşlar aldım.

513 taş...


18 Temmuz 2015 Cumartesi

Kıtlama Şeker

Kıtlama şeker... Bildiğiniz kesme şeker yahu... Burun kıvırmayın hemen. Şimdilerde içecek çeşidi bol lakin bundan çok uzak değil on - on beş yıl evvel meseleydi istediğini yeyip içesin... Giyinesin, gezesin... Çay vardı işte herkesin evinde... Sabah kahvaltısında çay, misafir geldi mi çay, yoruldun mu çay, üşüdün mü çay, yandın mı çay... Her derde deva idi... Çay... Ben kıtlama diyorum, siz kesme anlayın... Çaya katık edilirdi o şeker. Yanında bi'şey olması şart değil a... Kaç şeker? Tek şeker... Sonrası malum; kıt.... kıt.... kıt.....


16 Temmuz 2015 Perşembe

Çıplak uyuduğum bir gecenin sabahı:

Çıplak uyuduğum bir gecenin sabahı:

Gözlerimi araladığım an, saate uzanıyor elim.

Sonra fark ediyorum, "Ezgi" ile başlayıp uzayan satırları. Sonrası malum; bir çırpıda ama yarım yamalak...

Bir "eyvah" ile başlamıştı halbuki gün. Ayıramıyor uykusuz-bulanık aklım manayı. Karnımda hafif ağrı!

Sonra neden bilinmez -ki ben zaten hiç bilemem- fotoğraf berraklığında görüyorum o anları.

O anlar...

İnsanın kendisiyle olan kavgası hiç bitmezmiş gibi gelir bana. Belki bununla baş edilebilir. Peki itinayla dikip üzerime geçirdiğim o deli gömleği? Hani bir kolunda pişmanlık, diğerinde utanç olan...

Karnım, yok ağrı değil bu, düpedüz huzursuzluk....

O an zaman -çift başlı bir ejder-

Biri alevleriyle kül etmek için açmışken iştahlı ağzını, diğeri bir anne şefkati ile sarmaladı dört bir yanımı...

Çıplak uyuduğum bir gecenin sabahı:

Çıplaklık bedenimde mi, ruhumda mı?  

31 Mayıs 2015 Pazar

Yalnızca çocuklar mı günlük yazar?

Bugün Çanakkale Boğazı'nın serin suları öldüren bir cazibeyle içine davet ediyor insanı... Sular bebek mavisi... Dünyalar tatlısı bir esinti var gölgede.


Bu sabah çok erken uyandım. Yatakta yatarken kısacık bi hikaye yazdım. Sonunun iyi mi kötü mü olduğunu kestiremiyorum. Üstelik o kadar kısa olmuş olmasını da aklım almıyor. Hikayenin başında ortasında ve de sonunda, ilaveten sonrasında birçok şey oldu ama bunları sizinle paylaşmayı beceremedim. Yalnızca ben biliyorum.
***
Evden, uyandığım saate nazaran geç sayılabilecek bir vakitte çıkmış oldum. Karnım açtı. Para harcamak istemiyordum. Yine de kendimi çarşıda buldum. Belki kendimi denedim. Satın alma gücüm olmamasına rağmen cebimde taşıdığım kredi kartlarımın vermiş olduğu yersiz güven...!? Neyse ki beş para harcamadan kendimi Çanakkale'nin en saçma bulduğum yiyecek mekanı gözlemecide buldum. Sebebi ise inanılmaz keyifli bir lokasyonda olup, bu kadar berbat hizmet vermeleri.. Gözleme kaşarlı ve patatesliydi halbuki... Halihazırda lezzetti olması için tüm önkoşullar yerindeydi. Gerçekte olanlar ise bambaşkaydı. Gözlemenin tadını ezmesi için çaya dört şeker kattım. Sonra da gözleme ismini neden almış olabileceğini düşünmeye odakladım zihnimi. Pek akıllıca çıkarımlara ulaşamadım. Yani kelimenin kök ve gövdesinden pek uzaklaşamadım. Bu durum zekama bir kez daha burun kıvırmama sebebiyet verdi.
***
Tam yukarıdakileri yazarken etraftaki konuşmaları işittiğimi fark ettim. Mp3umdeki şarkılarım bitmiş liste başa dönmüş. Durum böyle olduğunda alet susuyor. Listeyi yeni baştan çalmak için onayım anlamına gelen tuşa basmam gerekiyor. Ne garip, Mp3un kısa süreli sessizliğinin yarattığı boşluk hayatımdaki birçok şeyden daha önemli. Hatta tahammül edilemez. Neden neden...

30 Mayıs 2015 Cumartesi

Hayal Ürünü

Her zaman yaptığı gibi uykusundan uyanmıştı. Eğer uykuda ölmediyse sıradan bir eylem sayılabilirdi bu uyanış. Bu sıradanlığı bozan şeyin ne olabileceğini algılamak o an için oldukça güçtü. Yataktan kalkıp bir adım atmaya çalışınca tıpkı deniz içinde yürümeye çalıştığı zamanlarda olanlar oldu. Boy aynasının önünde ayakta dikilirken saçlarının suda nasıl süzüldüğünü seyretti. Bir anda pencerece doğru döndü. Suyun içinde olmasına rağmen alışılageldik hareketlerle yürümeye çabalayarak uzun denebilecek bir süre sonra pencereye ulaştı. Pencereyi açıp elini dışarı uzattığında tamamen sular altında kaldıklarını anladı. O an tam ne düşündü bilemiyoruz. Dört katlı binanın çatı katında oturuyordu. Sanırım her yerin sular altında kalmasının verdiği rahatlık ve endişe ile o an bunun en iyi fikir olduğunu düşündü... Pencerenin kenarına çıktı ve eskiden olsa gökyüzü olduğuna yemin edebileceği "su boşluğu?"na bıraktı bedenini. Bir kaç saniye sonra  apartmanın zemin katında yerde yatıyordu. Kısa bir an parçalanmış kafa tasından yerlere yayılan kanı gördü. Köpüklü koyu kırmızı, yoğun...


Not: Bu yazı kuşlara ithaf edilmiştir.

29 Mayıs 2015 Cuma

29 Mayıs 2015 Akşamı


saat dokuz buçuğu biraz geçti. Tüm gün evdeydim. Yattım. İki film izledim. Bolca meyve yedim. Aldığım kavun bol şekerli çıktı. Biraz canım sıkkındı. Okulda saçmasapan şeyler oldu dün. Sonra bu akşam oldu işte. Gökyüzü enfes görünüyor. Az önce yolda bi sincap gördüm. Hemen o an mp3umde çok sevdiğim şarkılardan biri çalmaya başladı. Sanırım bu iyiye işaret...

16 Mayıs 2015 Cumartesi

17 Mayıs 2015 gecesinde böyleydim işte...

Sabah saatin dördü.

Sabah saatin dördü mü? Ben çok değiştim. Eski ezgi olsa saat gecenin dördü derdi. Neden?: Çünkü, henüz etraf zifiri karanlık... Bana bu saate sabahın demeyi öğreten hayatın....

Neyse.

Dört işte.

Enteresan ötesi bi rüya gördüm.. Ne gördüğümü tam hatırlayamıyorum. İyi hissettiren bişeydi çoğunlukla..

Rüyadan daha enteresan diğer durumsa kendimi kuru bi yaprak gibi hissetmem. Biri gelse, bir tarafımı tutacak olsa unufak olacakışım gibi... Burada kuru bi yaprak derken ruh halimi tarif etmiyorum.

Sonra, bi çığlık fark ettim. Bu saatte komşulardan birinin evinde gitar çalıp şarkı şaapıyolar. Tam olarak söyleniyo denemez. Çünkü sesleri ayırana kadar bildiğin olay var zannettim. Allahım yaşlanıyor muyum ben?

Babam gelecek. Bir saate burada olur.. Onu bekliyorum bir yandan.. Yarın birlikte olacağız tüm gün... Şimdi de şuna takıldım. Yarın dediğim günün içerisindeyiz aslında. Acaba bi yabancı dilimizi öğrenirken bu durumu algılayabilmek için ne kadar çaba harcıyor?

Polisi aramakla aramamak arasında gidip geliyorum. Asayişe ihtiyacım var. Geceler; düşünmeyi seven, sessizliğe sarılan insanların olmalı. Hele bu saatte bu gürültücülerin çoktan sızmış olması gerekirdi.

 Bu arada, komşudan kulağıma çalınan gitar seslerini dinlerken, akorun kaçıncı derecesinin bu kadar yoğunlukla bana ulaştığını düşündüm. Bi süre düşündüm işte.. İşitme hocam Kazım bilse gözleri dolardı heralde. Ya da umursamazdı.

Güzel bi şarkı dinliyorum şu an... Listedeki tek şarkı.

Sizinle de paylaşmamı ister misiniz?


Çok çok uykum var.