26 Ocak 2013 Cumartesi

Yaparsan oluyor, yapmazsan olmuyor!!!!

Herkese selam,

Bir süredir ortalarda değilim çünkü evdeki iki bilgisayarım da bozuldu.. Şu an kısa süreliğine açılan pc'mden yazıyorum...

Mart ayının yirmi dördünde ünv. sınavım var... Yetenek sınavlarına hak kazanabilmem için belirlenen baraj puanını geçmem gerekiyor.. Bunun için de oturup ders çalışmam gerekiyor... Ama yapamıyorum...

Bilgisayarlarım bozulmadan önce bu hastalığımın teşhisini "psikopatlık derecesine filmkolik" olarak koymuştum.. Günde üç öğün film izlemezsem eksik hissediyordum... Sonra da ders çalışmaya hazır hissedebilmek için başka şeyler yapıyordum, sonrası da uyku.. Uyuyup sabah çalışırım diyordum... İşte öyle öyle geldik bu günlere...

Şimdi evdeki 2 bilgisayar da bozuldu.. Bende her zaman olduğu gibi bu duruma ilahi anlamlar yükledim... Bak demek ki ders çalışman lazım.. Ondan pat diye gitti ikisi de dedim... Koskoca 24 saat... Oooo insan neler yapmaz dedim... Demekle de kaldım.

Geçtiğimiz haftadan bu yana sabah yürüyüşüne başladım.. Orası mis.. Sonra eve gelip bir de pilates yapıyorum.. O da harika.. Ama sonrası tam fiyasko.. Duş ardından öğle yemeği... Sonra plan dahilinde ders çalışmam gerek tabi.. Ama öyle olmuyor işte.. Yemekten sonra televizyona bakıyorum.. Sonra kemanı alıyorum elime 1 saat çalışıyorum derken uyku bastırıyor.. Biraz kestireyim diyorum, diyorum da ne kestirmek.. İnsan ikide yatıp altıya doğru kalkar mı... Sonrasında da işte kitabı alıyorum iki saat falan çalışıyorum... Anlayacağınız benim için yitik bir gün oluyor...

Sonuç olarak bu uyumadığım ve ders çalışmadığım zamanlarda ( oldukça uzun bir zaman dilimi ), hayatı düşünmekle ve yorumlamakla geçirdiğim anların bir sentezi olarak; tam bir miskin olduğuma karar verdim ve iki yakamdan tutup kendimi karşıma oturttum... Artık nazik değildim.. Tehditkar ve kararlı hareketlerle:

- "Kızım; Yaparsan oluyor, yapmazsan olmuyor" dedim...
* "Yapıcam"dedim..
-"Hep aynı hikaye; eğer bu sefer yapamazsan o zaman görürsün" dedim..
*"Ne yani tek suçlu ben miyim?" dedim..
-"Tabi sensin, bi adam olamadın hep havaisin, hep dalga peşindesin" dedim..
*"Bak bu sefer gerçekten söz veriyorum, hatta bu bilgisayarı kapattıktan hemen sonra derse geçiyorum, inan bana" dedim..
-"Bu SON şansın; 'Unutma; yaparsan oluyor; yapmazsan olmuyor'" dedim...




17 Ocak 2013 Perşembe

Senfonik Saatler

Selam..

Bugün enteresan bi gündü.. Daha sabahın ilk saatlerinde Bursa'ya gitmek için evden çıktığımda ısıtan güneş ve sağanak yağmurla karşılaştım.. Yağmur damlalarının nereden geldiği belli değildi.. Gökyüzü açıktı... Enteresan bi gündü işte..

Üzerime taşıyamayacağım kadar yük almıştım.. Keman, dolu bir çanta.. Üstelik tam gün de dışarıda olacaktım..

Müzik teorisi derslerinden sonra, 2 saat kadar keman çalışmıştım Armoni'de.. Sonrasında arkadaşım Uygar'la buluştuk.. Akşam Senfoni Konserine gidecektik.. Biraz da erken buluşup zaman geçirelim istedik.. Uzun zamandır görüşemiyorduk..

Zafer Plaza'da bişeyler atıştırdıktan sonra ona giyecek bişeyler aldık.. Sonra da Kafe Keyf'te kahvelerimizi içtik.. Bu arada Kafe Keyf'in ortaklarından Onur da arkadaşlarıyla kendi odasında müzik yapıyordu..  Benim mızıkaya merak salmamın sebebidir kendisi.. Hayran kaldığım bi müzik kabiliyetine sahip ve son dinlediğimden bu yana mızıkasını oldukça ilerletmişti.. Bende yine ondan özendim, mızıkamı kutusundan çıkardım hafiften üflüyorum şimdi arada :)

Konser saatinin yaklaşmasıyla birlikte akşam yemeğimizi yemek üzere Kent Meydanı'na geçtik.. Yemeğimizi yedikten sonra Merinos AKKM'de gerçekleşecek konser için hızlı adımlarla alana yol aldık.. Yağmur hala yağmaya devam ediyordu.. İkimizin de elleri doluydu..

Yarı ıslak, çok yorgun bi vaziyette konser salonuna vardık.. Yerlerimizi aldık.. Salon neredeyse doluydu.. Sonra ışıklar karardı ve orkestra sahnede yerini aldı... İlk bölümde Tar'ıyla Solist Rufat HASANOV'du... Tek kelimeyle kusursuzdu... Orkestranın da eşlik etmesiyle akıllara zarar bi müzik ziyafeti sundular bize... Ağzım açık, gözlerimi bir saniye kırpmadan izledim kendisini... Tüylerimiz diken diken, göğüs kafesimiz kıpır kıpırdı O Tar'ını çalarken... Sahnede oturduğu yerden ruhumuzla oynadı adeta.. 3 parçadan sonra sahneye veda etti...


2. parçası Hasan Rzayev'in "Çahargah Rapsodisi"ydi...

3. parçası Vasıf Adıgüzelov'un "Qerenfil"i


Müzikle dolup taştık bu akşam...Bir sonraki hafta perşembe günü diğer Senfoni Konseri'ne gitmek üzere sözleşip ayrıldık...

Sonra eve geldim ve Mehmet Ali Birand'ın öldüğünü öğrendim..Kendisini çok sevdiğimden değil ama bi garip oldum işte... Hayat ne kadar ilginç olduğunu ispatlıyor her gün bize... Hiç ölmeyecekmiş gibi hissettiren insanlar vardır ya hani, Birand'da benim için onlardan biriydi... Herkesin, herşeyin bir sonu olduğunu hatırlamak belki bu denli düşündürücü ve rahatsız edici olan... Yada gidenlerin yerlerinde bıraktıkları boşluk... Onların boşluklarına doluşan özlem duygusu...

Henüz kimse bizi terketmemişken, herkes buralardayken ailecek bir araya gelme isteği uyandı içimde... Hani Abimin, kuzenlerimin, halalarımın olduğu geniş bi buluşma..

17.01.2013 / Merinos AKKM

14 Ocak 2013 Pazartesi

Kadın ve Kuaför Denklemi

Selam...

Keman çalışmaktan omuzlarım kopmak üzereydi ki, bıraktım..  Daha çalışmam gereken çok şey var.. Ara vermişken yazmak istedim...

Bu kuaför meselesi hakkında içimi dökmezsem rahatlayamayacağım çünkü...

Kuaförlerle husumetim yıllar öncesine dayanır.. 

Hatırladığım ilk kuaförüm babaannemdi.. Annem kuaföre gidip saçlarını kestirmişti.. Bende bunun üzerine ağlayıp zırlayınca babaannem  gel bende senin saçını keseyim diyerek beni heveslendirmiş; sonra da koyun postu kırpar gibi bi ordan bi burdan saçımı keserek beni aileye madara etmişti... Saçımı gören annem, abim ve babam gülme krizine girmişti.. Tahmin edersiniz ki bende ağlama krizine... Neyse ki imdadıma şimdi İngiltere'de kuaförlüğe devam eden Hüseyin Abim ( halamın oğlu )  yetişmişti de düzgün bi şekil almıştı kafam... Ama artık uzun saçlı değildim.. Erkek gibi olmuştum...

Bu olayı takip eden yıllarda; ( her çocuğun yaptığı gibi ) ateşle oynarken hem mutfak masasını hemde saçlarımı yakmıştım... Hüseyin Abim yine aldı makası eline...

Derken Gemlik'e taşındık.. Kahküllerin moda olduğu zamanlar.. Bende durmadan aynanın karşısına geçip saçımın önlerini kahkül gibi yapıp kendime bakıyorum.. Birden bi cesaretle makası elime alıp kendim kahkül yapayım derken, yamuk tuttuğum makasın kurbanı oluyorum.. Saçımın ön tarafında büyük bir bölüm havaya dikiliyor. Lavaboya düşen saçlarla birlikte gözlerimden de yaşlar süzülüyor.. Yine kuaförün yolunu tutuyoruz.. Erkek ezgi geri geliyor..

Takip eden yıllarda ne için olduğunu tam hatırlamıyorum ama Gamzeyle bi saç kestirme durumumuz oluyor..O kendi annesinin arkadaşına gidiyor, beni de çağırıyor.. Ama ben "yok orasının kesimini beğenmiyorum" diyerek hiç unutmam "Rosalinda Kuaför"ün yolunu tutuyorum. Kuaförün benle işi bittiğinde artık ben bir "mantar baş"tım... Kuaförden çıkıp Gamzenin gittiği kuaföre geçtim.. Sonuç hiç değişmedi.. Hepsi kahkahalarla güldü bana.. Bende zırlayarak eve gittim.. Bi hafta boyunca aynaya bakmadım.. Sonra da başka bi kuaföre gidip yine kısacık kestirdim saçlarımı... 

Sonraki yıllarda da durum pek değişmedi.. Katlı kesim adı altında yamuk yumuk kesimler yapıp paketlenmeler, rengini değiştirelim derken pala kaşlarıma rağmen sarıya yakın turuncular, yamuk kahküller, yanık röfleler...

Bu güne kadar geldik... İçten içe hiç umudumu kaybetmedim yine de ben... Aslında her kadın gibi bende kuaföre Ezgi olarak girip Marilyn Monroe olarak çıkmak istedim hep...

Sonuç olarak bugün kuaföre gidip saçımı kesitirdim.. Ama yine mutsuzum... Ben eski modelimin 5 santim kısasını istememiştim.. Ben beni baştan yaratmasını istemiştim... Yine kuaför ve kadın denklemi çözümsüz kaldı anlayacağınız...

İyi geceler..

12 Ocak 2013 Cumartesi

Bale Baldan Tatlıdır.

Selam...

Son birkaç gündür Kim Ki-Duk filmlerini izliyorum.. Günde iki tane.. Ders çalışıyorum.. Gece gitar gündüz keman çalışıyorum... Artık bu yaptıklarım rutinim haline geldi.. Yani nasıl desem; tuvalete gitmek, uyumak gibi.. Sabah kalktığımda kahvaltıyla birlikte ve gece uyurken bir film izlemezsem, ders çalışmazsam, kemanı elime almazsam eksiklik ve suçluluk hisseder oldum..

Neyse esas bahsetmek istediklerim bunlar değil tabi ki :)

Ben bugün hayatımda ilk defa Bale gösterisine gittim.. Bursa Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'nde , Mersin Opera ve Balesi "Çalıkuşu Balesi"ni sahneledi..

2. Kattan izledik oyunu.. Sahnenin alt kısmında orkestra çalıyordu... Ama çalmak demek az kalır onların yaptıkları şeyi tanımlamakta... Türk Müziğinin eşsiz nağmeleri eşliğinde oyuncular sahnede ordan oraya süzülüyorlardı adeta... Elleri, ayakları... Söze gerek yoktu... Herşeyi narin bi o kadar da keskin bi şekilde ifade edebiliyorlardı...

Kadınlar, erkekler birbirine karşı nazik ve sevecendi... Erkekler kadınlarını hep başının üstüne kaldırıyordu.. Güçlüydü sahnedeki erkekler... Kolları kadınlarını sarıp sarmalıyordu...

Çok duygulandım... Çok sevdim baleyi... Şimdi abimin opera aşkını daha iyi anlıyorum...

Telefonumla sahneyi çekmeye çalıştım ama karanlık olduğu için pek başarılı olamadım.. Yine de bu güzel gecenin küçük bi hatırası olsun diye koyuyorum fotoğrafı buraya :)


Aramızda kalsın; ben küçükken hep balerin olmak istemiştim :)

İyi geceler...

7 Ocak 2013 Pazartesi

Ölüm

Selam,

Bi kaç gecedir uykusuzluk çekiyorum yine...

Şimdi asker olan bi arkadaşıma mektup yazmıştım sayfalarca.. Bu sabah Bursa'ya gitmeden önce postaneye mektubu göndermeye uğrayacak oradan da yola devam edecektim.. Evden çıktım baya bi mesafe aldıktan sonra mektup adresini evde unuttuğumu fark ettim.. Eve geri döndüm..

Dalgındım.. Düşüncelerimi toparlayamıyordum..Bi taraftan da lapa lapa kar yağıyordu.. Şemsiyemin altından gökyüzüne başımı kaldırıp sevinçle gülümsüyordum...

Ama dalgındım işte.. Hani derler ya "akılsız başın cezasını ayaklar çeker" diye... Aynen katılıyorum bu sözü söyleyen atalarıma..Anlatayım..

İşin aslı, şu an biraz kendime kızgınım..  YGS sınavına gireceğim için; lise diploması lazımdı ama ben diplomanın bi örneğini açık öğretim bürosunda aramak girişiminde bulundum nedense.. Bunun içinde Bursa'ya kalkıp gittim..

Otobüs tam anlamıyla faciaydı.. Bi ara panik atak geçiriyorum zannettim.. O kadar sıcaktı ki içerisi.. Bi o kadar da oksijensiz.. Bu yetmiyormuş gibi yanımda da bir dana oturuyordu... Sıkışmış hissediyordum.. Öleceğimi sandım.. Sonra dikkatimi dağıtmak için çantamdan Milan Kundera'nın "Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği" kitabını çıkartıp okumaya başladım.. Kitapta "Ama dünya öyle çirkindi ki, kimsecikler kalkmadı mezarıından" yazmıştı Milan... Bu cümle aklıma kazındı o an..

Sonrasında otobüsten indim ve Bursa'daki Açık öğretim bürosuna gittim.. Aklım başıma büroya girdiğimde geldi.. Dedim ki; ben şu an burda ne yapıyorum!!! Benim lise diplomam bunlarda değil ki...

Evet... Yüksek Okul diplomam onlardaydı.. Çünkü ben dikey geçiş yaparak 3. sınıftan İşletmeye devam ettim.. Bu küçük gibi görünen ayrıntı yüzünden kilometrelerce yol yaptım.. Sonra gerisin geri Gemlik'e döndüm.. Mezun olduğum okul olan Gemlik Lisesi'ne gittim sonra da..

Tüm işlerimi halletmiştim ama o kadar yorgundum ki.. Yüzüme vuran soğuk, şemsiyeyi tutan parmaklarım... Bi taraftan da acıkmıştım..Ölümü özlediğimi hissettim birden...

O an her şeyin susmasını istedim... Hislerim, duyularım.. Her şey donsun.. Sonsuz hurzurdu tek istediğim...

Kızgındım.. Yıllar önce bi okul okumuş, bi meslek sahibi olmuştum.. Hayatı kazanmanın zor olduğunu da biliyordum.. Deneyimlemiştim bi çok şeyi.. Deneyimlerimden yola çıkarak da hayatta yapmak istediğim şeylerin peşinden koşma kararı almıştım.. Ama istediğim şeyi yapmama engeldi işte sistem.. En son 9 yıl önce gördüğüm derslere çalışmak zorundaydım şimdi.. Yarış içinde olmak zorundaydım... Yenilmemek için birilerini yenmek zorundaydım..

Neden bize bunu diretiyorlardı.. Dünyanın kapasitesinin üstünde mi insan vardı? Hayır... Dengeler çoktan kurulmuştu.. Çarkların dönmesini sağlayan küçük dişlilerdik biz yalnızca.. Hayallerimiz, hislerimiz kimsenin umrunda değildi...

Ve tek gerçek; bi gün uğruna savaştığımız her bir şeyi arkamızda bırakıp veda edecektik dünyaya..


5 Ocak 2013 Cumartesi

Açlık

Selam..

Hatırlarsanız daha iki gün önce pilatese başladığımı yazmıştım.. Tabi pilates incelmek için tek başına yeterli olmuyor.. Bunun yanında bol su içip az yemek yemek lazım...

Evet.. Bu gerçeği ben biliyorum.. Ama gel de dilime, mideme söz geçir..

Gözümün önünde bi leğen dolusu patlamış mısır var mesela.. Şööyle bol tuzlu, avuçlaya avuçlaya yiyomuşum sanki...

Sonra kalamar tava.. Böyle sosuna batıra batıra.. İrilerinden yiyomuşum.. Yanında da mis gibi bira...

Yada hani bi cips var sarı küçük top şeklinde olan.. Tatlı mısır cipsi.. Onun paketini dikiyomuşum ağzıma..

Hatta inanmazsınız; "lahmacundan nefret eden ben" şu an lahmacun kokusu alıyorum.. Şööyle arasında bolca yeşillik, ayran..Şimdi olsa 3 tane gömerim yeminle :D

Üff.. Aklıma neler geliyo şu an şaşarsınız...

Hadi onlardan vazgeçtim; bol sütlü bi sıcak çikolata yada salep de iyi giderdi..

Hayır bi de şöyle bi durum var.. ( Ben bunu daha önce denemiştim.. ) Hani çiğneyip yutmadan ağzımdan çıkarayım diyorum.. Yok.. O lokma mideye inmeden insanın içi rahat etmiyo.. O açlık hissi dinmiyo..

Sanki daha bi saat önce pilates yapıcam da zayıflayacağım diye şekilden şekile giren, karın kaslarının anasını ağlatan ben değilmişim gibi..

Bu arada bilmem ağzı sulanan var mı :)

En iyisi ben bi elma alayım :) Bille Holiday'imi dinleyerek sakinleşeyim :)


İyi geceler..

3 Ocak 2013 Perşembe

Pilates

Selam,

Bi pilatesim eksikti şu hayatta.. Bende o da tamam olsun diyerek bugün itibarıyla çalışmalara başladım.. Son zamanlarda Babaannem ve Hanım Teyze'nin kilolarım ile ilgili yapmış oldukları fantastik yorumlar beni bu noktaya kadar getirdi..

Tabi beni esas harekete geçiren olay onların bıdıbıdısı değil de keman çalışmaları esnasında hamlayan vücudumdaki ağrılar oldu..

Zaten öyle spor yapmayı seven bi insan da olamadım ben bu yaşıma kadar..

Hatta sporla ilgili şööyle bir geçmişe gittiğimde durumun o kadar parlak olmamasının nedenini de anlıyorum..

Sporla ilk tanışmam Ankara yıllarına dayanır..

Övünmek gibi olmasın ama; sıfır beden atletik vücudumla mahallede en iyi ip atlayan, yakan topta en çevik ve de hızlı koşan eleman bendim.. Oyunların aranılan kurtarıcısı.. Benim olduğum takımda tek bi seçenek vardır o da yenmek ( Allahtan o zamandan pek bi tanık kalmadı.. Ama ben cidden böyle hatırlıyorum ) Hem sadece  oyun mu bi de ağaca tırmanırdım.. Dut ağaçlarından inmezdim.. Ama bu ağaç mevzusunu başka bir gün anlatayım..

Hah.. Ankara'nın bitirimiydim.. Sonraki yıllarda Bursa-Gemlik göçü yaşadık..Burada da spor faaliyetlerim devam etti.. Sokaktan eve gelmeyi bilmez olmuştum.. Oyunun yanında Gemlik raconuna da uymuş; dövüş sporları niyetine mahallenin veletlerine musallat olmuştum..

Orta okula başladığımda bu spor tutkumu resmileştirmek için Zeytin Spor'da Basketbol takımına girdim.. Zaten bugün şişko bir kız olmamı da o yıllara borçluyum gibime geliyor.. Profesyonel spor hayatım saman alevi gibi bi anda parlayıp sönmüştü.. Ben artık yedek kulübesinin aranılan elemanıydım.. Allah için de bir maça çıkayım.. Elime bir top değsin.. Yok.. Tam o sıralarda da bi maçtan sonra babam kulübe beni almaya gittiğinde pişpirik oynadıklarını görünce; ( neyse ki ) profesyonel spor hayatım burda son buldu..

Olsun.. Zaten basketbola da bi türlü ısınamamıştım.. Yine o yıllarda ciğerlerimi bitiren astım hastalığıyla tanıştım ve değil koşup oynamak hızlı yürüdüğümde bile tıkanır olmuştum.. Bende çok direnmedim.. Farklı alanlara kanalize oldum..

Sonra da genç kızlık hevesleri, gezmeler, süslenmeler derken sporu hepten unuttum..Üniversiteden sonra bi de iş hayatı tamamen belimi büktü.. Masa başı iş.. Yavaştan armut kıvamını almaya başladığım  yıllardaydım ki; hastalık bahanesiyle işten kurtuldum..

Eh sonra da ameliyat psikolojisi; işsizlik derken tek eğlencem yemek yemek oluverdi.. Baktım olacak gibi değil; kiloların önünü kesmek lazım diyerek; komşu kızı Olcay'a takılıp bir hafta kadar spor salonunda ter attım. Lakin argo tabirle spor yemeyince;  eklem yerlerimde oluşan ağrıyı romatizmaya bağlayarak sporu bıraktım..

 Sonuç olarak bugün Pilates'e başladım.. Evde kendi kendime takılıyorum bakalım ne kadar sürecek.. Pilates'e başlamayı düşünen bacılar için bir de pilates müziği düşündüm.. Buyrun dinleyin; hem kulağınıza hem bedeninize hitap edecek :D


Sevgiler...

1 Ocak 2013 Salı

2012 - 2013

Yeni Yıl...

Son 20 gündür herkesin dilinde tek soru, yeni yılda planın ne?

Birilerini ağırlayacaktık ama bazı önemli sebeplerden ötürü gelemediler.. Son anda da farklı bi plan yapmak gelmedi içimden.. Evde hergün yaptığım şeyleri yaparım diyordum..

İşin aslı; bir turizmci olarak son 6 yılımı hep otellerde yılbaşı partisi düzenlerken ve çalışırken geçirdiğimden ötürü bu yıl telaşsız hatta mümkünse hiç bişey yapmadan geçirmek gibi bir istek vardı içimde.. Ama bu sürü psikolojisi yok mu.. Kanımıza işlemiş adeta.. Hani birileri kutluyo sende bişeyler yapmalısın, hiç bişey yapmıyosan evde sarhoş olmalısın gibi düşüncelere kapılıyor insan..

Yine de son ana kadar bişey yapmamak konusunda direndim.. Pijamalarımı giymiş yatağımda uzanmış film izliyordum.. Çok da keyifli bir filmdi.. Bi ikinci filme geçebilirdim..

Ama olmadı.. Yapamadım.. Her zaman yaptığım şeyleri yapmama engeldi çevredeki hareketlilik...

Daha filmimin bitmesine 20 dakika varken babam geldi.. Kapımı tıklattı her zamanki gibi.. E hadi yemek yiyelim derken ( İzlediğim bi filmi yarıda kesmeyi hiç sevmem ) filmi bitirip sofraya geçtim.. Annem güzel bi sofra hazırlamıştı.. Yemek yedikten sonra babam bi kaç banka işini halletmek üzere dışarı çıktı..

Bende madem bu geceyi yatarak geçiremeyeceğim başka bir şeyler yapayım dedim..

İşe kendimi duşa atmakla başladım...( Tüm içimdeki, üstümdeki kirlerden arınmak için.. Tertemiz bi başlangıç için.. )

Yüzümde bir damla makyaj kalmayana kadar temizlendim..( Maske takmaya gerek kalmadan, içimden gelen herşeyi ifade edebilmem için )

İkinci adım yatağımın havasını değiştirmek oldu.. Yeni yılda uyurken sıcak renklerle sarıp sarmalanmak istedim.. ( Tamamen bilinçsiz olduğum; tamamen kendim olabildiğim her anda bile bana sıcaklığını verecek bir sevgili için :) )

Sonra etraftaki tüm herşeyi kanepemin üstüne yığdım ve yerleri elektrikli süpürgeyle çektim ( Hayatımdaki, aklımdaki tüm "pislikleri" bulundukları yerden söküp atmak için.. )

Sonra kanepenin üstündeki herşeyi yerli yerine kaldırdım.. ( Bu da iç çatışmalarım için olsun.. Her şeyin yerli yerine oturması, hayatımın düzene girmesi için )

Odanın işi bitince ayaklarıma kırmızı oje sürdüm.. ( Her zamanki gibi taşırarak :) Renkli eğlenceli bir sene olması için.. )

En son olarak saçlarımı kuruttum ( Hasta olmamak için, dolayısıyla sağlıklı bir yıl için :) )

Sonrası; Annem, Babannem, Abim ve Babam...

Hayatımda tanıştığım istisnasız her insandan daha özel olan AİLEM..

Babamla bir ritüelimiz vardır.. Böyle akşamlarda söylediğimiz belli marşlarımız, türkülerimiz, vardır... Hemen bilgisayarımda güzel bir liste yaptım..  Ben listemi yaparken annem ve babam da mezelerimizi meyvelerimizi hazırlıyordu..

Mutfakta masamız kurulmuştu..( Bizim evde mutfak zaman geçirmekten keyif alınan bir yerdir.. Mutfak muhabbetlerimiz her zaman daha sıcaktır.. Alan dar olduğu için muhakkak temasımız olur.. Yakın oluruz.. )

Bu esnada Babannem de kendi cumhuriyetinde ( Salon :D ) mutlu mesut yeni yıl programlarını zaplamakla meşguldü..

Bol muhabbetli, bol tartışmalı ( düşünce alış-verişi demeli aslında ), içten kahkahalı ve güzel değerlendirmeler yaptığımız saatlerimiz oldu..

Yeni bir yıla girerken kadroda eksiğimiz vardı.. Abim.. Zaten hep kulaklarını çınlattık ama teknoloji sayesinde görüntülü bir konuşma yaparak bu özlemimizi de gidermiş olduk.. Kocaman bilgisayar ekranında gözlerindeki ışığı, gülüşünü görmek, sesini duymak... Gecenin seyri değişiverdi.. Hepimiz duygu seline boğulduk..

Babamın kabuğunun kırıldığı anlardan biriydi.. Öyle güzel ifade etmişti ki Abime, bana karşı olan hassasiyetini.. Çok duygu dolu bi geceydi..

Devam eden dakikalarda ben gitarımla bi kaç şarkı çaldım, birlikte söyledik..

Neredeyse sabah olmak üzereydi.. Birbirimize sıkı sıkı sarılıp, öpüp, koklayıp yataklarımıza dağıldık...

Ne güzel bir yıldönümü oldu BİZ'e..