29 Ocak 2015 Perşembe

İlişkinin İçine Tüküren Hatalar


Gözlemliyorum...

Yıllardır, sinsice sizleri izliyorum.

Şimdi az sonra yazacaklarımı okumadan önce, küçük bir açıklama yapmalıyım ( çünkü çıkış noktam budur. ): Bu yazıyı okuyan veya dinleyen; sen yani.. Siz.. Onlar, ben, o, bu, şu...

Neyiz biz?

Tamam, çok düşünmeyin, söylüyorum.

İnsanız. ( Hadi canım sende! Geri zekalı karı! demiş olabilirsiniz. Aynen iade ederim. )

Kadınlık ve erkeklikten önce; salt insanız.

Ancak her zaman gözardı edilen bu durum, yalnızca aşk ilişkilerinin değil, toplumsal tüm bağlarımızın da zayıflamasına neden oluyor kanımca.

Ama tabi ben şimdi bu konuyu daha spesifik ele alacağım. Bu yazımda yalnızca kadın-erkek / kadın-kadın / erkek-erkek ( Lgbti'ye de bi selam çaktıktan sonra devam edelim. ) ilişkilerinin içine eden davranışları aklıma geldiğince yazacağım.

Başlıyorum.

1. Önce kadın mı, erkek mi adım atmalı?
            Zıkkımın kökü. Hoşlanıyosan, ilgileniyosan git konuş. Olur veya olmaz... Sırf bunları düşünmekten kabız olan, uykusuz kalan, yemeden içmeden kesilip telef olan nice genç biliyoruz. Tabi bu pısırıklık sebebiyle özgüveninizi; kapı önü paspasını temizlensin diye yola atıp arabaların ezmesine izin veren esnaf gibi, biçare bıraktığınızı hatırlatmak isterim. Neden? "Çünkü her bişey insanın kendine güvenmesiyle başlar."

2. Artık sevgilisiniz. Cicim ayı!
            Ayı oğlu ayı! Tamam anladık sevgili yaptın. Ama ne var ne yoksa bir ayda tüketip sonra sağa sola salça olmak nedir bana bunu bi açıkla... Hemen el ele tutuşmalar, diz dize, göz göze oturmalar iyi hoş... Buna diyecek lafım yok elbette. Ama 4 saat birlikteydin. Ayrıldınız. Daha eve girmeden, merdivenlerden çıkarken mesaj atmasana ulan!
-Eve girdim aşkım!
Yapma yau!! Valla mı?

3. Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol...
            Tanıştınız.. Adam çok bonkör, hediyeler, gezmeler, yemekler... Kız desen çok hanım hanımcık, zarif, kuş kadar yemek yer vs.... Bu liste uzar gider... Kandırmayın artık arkadaş birbirinizi... Ne sen fabrikatör oğlusun, ne de sen moda ikonu! Normal olun azcık arkadaş. Artık adamlar akşam nereye götürürsem ne kadar param gider diye hesap yapmasın, kızlar akşam buluşacağı iki saat takılacağı için, öğlen saat birde hazırlanmaya başlamasın..Ayrıca; 70 kilo çeken bi kızın sürekli salata yemesi hiç inandırıcı değil onu da belirteyim.

4. Para, para, para!
            Eskiden bu mevzu cidden daha kolaydı. Hani herkesin pazardan giyindiği, marka-mekan takıntısı olmayan günler! O yıllarda ben de çocuktum tabi ama diyorum ya gözlemler de önemli. Şimdi kızlar arabasız adamı beğenmez oldu. Erkekler desen, kılığa kıyafete göre kız seçer oldu... Markalaştık anlayacağınız...  Burada benim hala kafamda oturtamadığım olay da şu; parası olan da olmayan da aynı hayatı yaşama çabası içinde. Neyse burada ilişkilerin içine tüküren durum da şöyle ki; para araçtır dostlar. Küçük bir örnekle; ben şimdi Çanakkale'de yaşıyorum. Merkezdeyim. Ekmek, domates,peynir aldım. Güzelce iki sandviç yaptım. Sonra iskeleye kadar yürüdüm. Boğazın karşı tarafına yani Kilitbahir'e geçmek için; 1.-TL ödedim. Öğrenciyim ya o sebeple, yetişkin de 1.50.-TL ödedi diyelim. Geçtik misler gibi temiz havayı içimize çeke çeke yürüyüş yaptık hemen ormanın kenarındaki yolda, sonra baya yürüdükten sonra bi kır kahvesinde çaylarla birlikte sandviçlerimizi yedik. Çaylar da bardak başı 1.-TL olsun. Sonra oturduk sohbet, muhabbet.. Manzara izledik. Dönmeye karar verdik. Geri geldik bi de kalenin ordaki çay bahçesinde oturup çay-kahve içtik. Hava serinlemeye başladı döndük. Ne etti sana iki kişinin toplam harcaması? 15.-TL.Bilemedin 20.-TL... İçmek mi istedin bi de, bi şişe şarap aldın diyelim yanına, biraz da peynir. Ona da verdin 20.-TL... Daha Allah'tan belanı mı istiyosun kardeşim?


5. Yalnız doğdum, 25 yaşında yapışık ikiz oldum.
            Hiç ayrılmayın e mi. Tuvalete giderken bile telefonunuzu yanınıza alın. Bi rahat nefes alamayın.. Sonra da bu ilişki beni boğdu! Boğar tabi... Ne dedik en başta? Hepimiz insanız. Hepimizin kendiyle baş başa kalmaya, dostlarıyla-arkadaşlarıyla paylaşımda bulunmaya ihtiyacı var. Hayır seni seviyorum diye her dakikamı senin için veya seninle geçirmek zorunda olduğumu da nereden çıkardın? Yok yani kim çıkardı bu adeti yahu? Bi nefesim var,utanmasan ona bile ortakçı olacaksın. Bi öte git. Bi git sosyal ol, akıllı ol, yaşamana bak...

6.Teknoloji teknik ister!
           Sıçtın. Sıvadın. Teknolojinin insan ilişkilerini tükettiğini zaten anlamış bulunuyoruz. Ama artık açın yahu gözlerinizi...  İlk şoku atlattık. Yani hani telsim zamanında cep partner dönemleri vs. Sırf konuşma beleş diye uyurken telefonun açık bırakıldığı,  30.000 sms verildi diye her saniye bişeyler yazma ihtiyacı duyulan, sonra chat yapıp hiç tanımadığımız insanlarla konuşabilme özgürlüğü vs... Bitti bunların hepsi, alıştık. Facebook, whatsapp, instagram vs.. Daha bir çok kanaldan yayın yapabilir haldeyiz. Bu gerçekten çok güzel. Ama yalnızken güzel. Hayatında biri varsa tek kelimeyle sıçtın. Ulen sanki mantar gibi bittik bi anda... Kaç yaşında insanlarız. Hepimizin bi çevresi bi geçmişi var. Daha dakka bir gol bir, hemen fotolara bak. Altındaki yorumları oku, yorum yapanların profilini gez. Arkadaş listesinde kimler varmış kontrol et. Sonra başlasın tacizler. O sana niye bunu dedi. Bu sana niye böyle yorum attı, bu niye durumunu beğendi. Bununla nerden tanıştınız. Bu ne samimiyet...Yok ebenin nalı! Tabi bu kadarla da kalmadı, uygulamalar geliştikçe yeni kavga sebepleri; whatsapp'ta online'sın ama bana yazmıyosun, şu saatte gördün cevap vermedin vs... Tabi diğer taraftan da, sürekli beni niye aramadın, niye mesaj atmadın... Sonra bi de üst üste elli defa arayanlar var.
-50 kez aradım neredeydin?
-tuvaletteydim.
-15 dakikadır tuvaletteydin yani!!!
-kabız olmuşum mınakoiim!!! bi siktir git!

Bi de ayrı şehirlerde olup, ilişki yürütmeye çalışanlar var. Her dakika hesap vericeksin.
-Günaydın.
-Hazırlanıyorum evden çıkıcam.
-Evden çıktım okula yürüyorum.
-Derse girdik, hoca geldi.
-Ara verdik.
-Kantine gittim.
-Derse
-Kantine
-Çarşıya
-Ota
-Boka
Arkadaş, adamı hasta etme bi bak işine! Ben böyle ilişkinin de senin deee....

7. Kod Adı: Aşkım
          Ah şu tatlı aşk sözcükleri... Aşkım, bitanem, sevgilim, yarim, balım, çiçeğim, böceğim.... Nasıl da hoş geliyor kulağa... O kadar hoş geliyor ki, bir süre sonra isimler unutulur oluyor.
-tanıştırayım; sevgilim Aşkım.
-nası yani adı aşkım mı:??
-ha yok adı, adııııı....
-cidden neydi senin adın!

Veyaaa trip atma aracı! Hayııır... Aşk sözcükleri değil. İnsanın kendi adı! Garip ama gerçek. İnsanın kendi adına yabancılaştırılan bi psikolojiye sokulması....
-Ezgi!
-Nasıl da mesafeli olduk.
-Ezgi neymiş canım!
-İnsan aşkına Ezgi der miymiş!

Kısacası ilişkinin artık cılkının çıktığının ispatıdır bu durum.

8. Beni taşımalı!
           Yani hakikaten erkeklere acıyorum bazen. Buradaki taşımaktan kastım, tamamen maddesel! Benim çok darlandığım bi durum var mesela; birisi başını omzuma yasladığında ağırlıktan çöker gibi olur, rahat edemem. Sonra gece uyurken erkeğin kolunun üstüne yatılması falan... Yani nihayetinde insan vücudunun en ağır kısmının kafa olduğu bilimsel olarak açıklandığına göre, bi daha düşünmek, elini vicdanına koymak gerekir diye düşünüyorum...

Manevi taşıma boyutuna ise gerçekten girmek istemiyorum. Yani insanın sorası geliyor. Hayırdır? Seni bu derece önemli, ağır kılan şey nedir? Yani sen de sıradan bi insansın neticede!

9. Yatak, uyku...
         Geldik zurnanın zırt dediği yere.  Bu konu çok kritik. Açıkçası ben bu birlikte uyuma fikrine uzun süredir pek sıcak bakamıyorum. Hele de odasını başkasıyla paylaşmaya alışkın olmayan insanlar için gerçek anlamda sıkıntı veren bi durum. Niye mi? Çünkü insani yönlerimizi en çok ortaya döktüğümüz alanlarımızdır yatak odalarımız. İnsani yönler nedir peki? Şöyle bir sıralayalım;
-Kadınlarda makyajsız ve dağınık bir surat
-Horlamak
-Osurmak
-Sonra düzenli diş fırçalama bilinci oturmuş bi millet de olamadık henüz...yani ağız kokusu
-Vücut bakımı da eksik olabilir kimi zaman; yağlı saçlar, ter kokusu, ayak kokusu vs..

Bunlar dışında bir de yatış alışkanlıkları var tabi;
-Bacak-kol arası yastık sıkıştırmak
-Çarşafa-yorgana dolanarak yatmak
-Hareketli yatmak vs...

Bir de şu, sarılarak uyuduk, arkasını döndü, yanını döndü vs.. durumları var... Tüm gün boyunca insanlarla, hayat koşullarıyla boğuşmak yetmezmiş gibi! Uyurken bile tetikte olma hali!

Çünkü canlıyız ve vücudumuz da bir fabrika gibi çalışıyor. Dolayısıyla enerji ile birlikte atık da üretiyoruz. Ne kadar yakın bulursak bulalım, kendimiz dışında bir başkasının atıklarıyla haşır neşir olmak itici bir durum.

Gel gelelim bir de sıradanlaştırma hali var ki, o da en beteri sanırım. Yanındaki bedenin artık sana heyecan vermeyişi, sıradanlaşması...Bu elbette ki olacak ama ömrü uzatılabilir diye düşünüyorum.

Kadınlar bi nebze hazırlıklı bu tür şeyleri göğüslemeye de; erkekler arasında hala kadınların osurmadığını, sıçmadığını zannedenler için ağır travma sebebi.

Tüm bu tantananın ana fikri şudur efenim: yatak odalarınızı ayırın. hem ne demişler tebdili mekanda ferahlık vardır. bi gün birinizin, diğer gün başka birinizin odasında sevişmek hani farklılık açısından da bi şekil bi boyut :D anladınız siz onu...

10. Romantik ol biraz hayvan!
            Nerde o eski romantikler... Romantizm, erkeklerin korkulu rüyası... Halbuki zannettiğiniz kadar zor bi durum yok ortada. Valla bak.  Ben bi kaç madde yazayım. Sonrasında da sen biraz kaseyi çalıştır.

-çiçek. gül al demiyorum. güle kıl olurum zaten ben. papatya da alma. köşe başlarındaki çiçekçilerde bir demet nergis 3.-TL. al, koysun bi vazonun içine, evde yemek yiyecekseniz atmosfer değişsin. masanın üstünde bi hoşluk yaratsın. hem kadınlar küçük şeylerle de mutlu olur valla bak...

-mum. ne var yani iki tane mum yakıp ışıkları söndürseniz. hafiften müzik çalsa.. erkeksin, futbol seviyosun falan tamam da, sen de insansın be kardeşim. Hiç mi ihtiyacın yok ilgiye sevgiye?

-Tango yap demiyoruz da, evde veya gittiğin bi yerde elinden tutup, sarılıp sağa sola sallanmak çok mu zor? Dansa kalkanı topuğundan vurmuyolar rahat ol.

-film. birlikte film izlemek güzeldir. filmdeki sahnelerden etkilenir insan. Acıya da sevince de aşka da ortak olur. Kendin beceremiyosun madem en azından yapabilenlerden sebeplen!

Tamam şimdilik bu kadar yeter.


25 Ocak 2015 Pazar

bir ocak sabahı

gözlerimi zorlukla araladım.

bedenim uyuduğu uykunun yeterli olduğuna karar vermişti. ama gözlerim açılmamakta direniyordu. belki bu sebeple, dalgın gözlerle uyandım.

hemen başucumdaki sehpadan telefonumu aldım. gelen maillere baktım. gece yazanlara... kısa sürdü. sıkıldım bıraktım. kimseye cevap vermek istemedim.

telefonu bıraktıktan sonra; "Aylak Adam"ı aldım elime. bugün okunacak en doğru kitaplardan biriydi, sanırım. bir kaç sayfa... sonra acıktığımı hissettim.

bir ocak sabahından beklenecek her şeyi sunmuştu gün. gökyüzünde akşam üstü karanlığı.. sokaklar kasvetli, yerler ıslak.. kediler, köpekler bile yok etrafta. şehir merkezinde yaşamama rağmen bu kadar sessiz olması dikkatimi çekti bir an için. şehir bile uyanmak istememişti bu sabah.

kitabı kapatıp yataktan çıktım. serin bir sabahtı, tişörtümün üstüne hırkamı geçirdim. merdivenlerden aşağı inerken ışığı açma ihtiyacı hissettim. gerçekten karanlık bi sabahtı.

banyoya girdiğimde ilk önce lavaboya yöneldim. ellerimi sabunladım. bolca köpürttüm. normal bir yıkamadan daha uzun sürdü. aynada yüzüme baktım. göz kapaklarım şişmişti. yüzümde o an için tek beğendiğim şeyin kaşlarım olduğunu düşündüm. sonra avucumu suyla doldurup yüzümü yıkadım. burnumun ucu ve gözlerimin etrafı kızarmıştı. yüzümü kurulamadan klozete oturdum. kısa süre önce gördüğüm rüyayı düşünüyordum. abimi görmüştüm. küçüktük biraz. ama sıcaklığını hissetmiştim. sonra başka birini.. tanıdığım, sevdiğim biri..

ah şu yirmilik dişler.. canımın yanmasıyla kendime geldim. kalktım. tekrar ellerimi yıkamaya başladım.

mutfağa geçtim. sabah kahvaltısı niyetine bir muz alıp, derken kapıdaki sesi duydum. geceleri yalnız kaldığımda evin kapısını kitliyorum. ev arkadaşım dış kapıda anahtarı deliğine sokmaya uğraşıyor. hemen seslendim, dur geliyorum diye, kapıyı açtım. tekrar muzun başına geçip ezmeye başladım. odasına gidip geldikten sonra, çalışmak için bilgisayarıyla mutfağa geçti. muzu büyük bira bardağına boşattıktan sonra üzerine süt döktüm.karıştırdım. sütün bu ağdalı kıvamını seviyorum.

sonra odama çıktım.

kocaman penceremden gökyüzüne baktım. bulutlara.. tencere kapağına benzettim onları, şehtin üstünü kapattıkları için belki... boğazın öteki yakasındaki dağları izledim. bilgisayarımı alıp, pencere kenarındaki koltuğuma geçip böyle günler için yaptığım müzik listesini açarak yazmaya başladım....




24 Ocak 2015 Cumartesi

yoğun

havanın bir anda yoğunlaşmaya başladığını hayal edin. böyle yavaş yavaş katran kıvamı aldığını...burun deliklerinizden girişini ve çıkışını hissettiğiniz... ciğerlerinizin ezildiğini hissederdiniz değil mi, ya da boğulduğunuzu...

beni tanıyan herkes babaannemin hayatımdaki yerini bilir. aklıma geldiği zaman bile kalbimin atışı değişir. yanında olduğum zaman ona dokunmadan edemem. yoğunlaşırım. sıradanlıktan çıkarım. bu;  törpülemeye çalıştığım duygularımın, insanların görmesine izin verdiğim yanı. diğer yanını ise benim için sıradan olan insanlar göremez, hissedemez. ama muhattabı kimse; bir obje gibi dokunur, görür, anlar yerini...

duygusuz ve bencil bi pislik olduğuma kanaat getirdiniz. o mesajı okudum. bunu da cevaben yazıyorum. sizin böyle düşünmekte kendi adınıza haklı sebepleriniz olabilir.

babaannem bariz bi örnek olduğu için onu anlatmak istedim. zaman törpülüyor insanı. tabi her insan kendi içinde eşsizdir. kendince değer görmeyi hak ediyordur. ancak herkesin bizim hakkımızda böyle düşünmesini beklemek aptallık değil mi? yani demek istediğim; size beklediğiniz derecede özel davranmamış olmamın sebebi bende ettiğiniz değerin sizin beklediğiniz ölçüde olmamasıdır. bu noktada sadece bana yüklenmek ne derece doğru?

ha bir de çocuksun demişsiniz. bunu hakaret olarak almadım. teşekkür ederim. sanırım yazdıklarınız arasında tek güzel ifade buydu.

aslında suçlamalarınızı anlamakta güçlük çektiğimi de söylemem lazım. çünkü hayatta değer verdiğim insanların hepsiyle hali hazırda görüşüyorum. beni iyi tanıdığınızı da iddia etmişsiniz ki  eğer beni gerçekten tanısaydınız; benim için değerli insanları üzdüğümde yukarıda yazdığım gibi nefessiz kaldığımı, hatamı düzeltmek için sonuna kadar çabaladığımı da bilirdiniz. çabalarım hiç sonuçsuz kalmamıştır üstelik.

eğer kimliğinizi belirterek yazma cesaretine sahip olsaydınız belki bir orta nokta bulunurdu. ama siz suçlayıcı bir mesaj atıp, ağır ithamlarınıza rağmen kimliğinizi saklı tutmayı tercih ettiniz. kendi sözlerinizin ve hislerinizin bile arkasında duramayan birisiniz.

eğer söylediklerinizi hissettirdiysem ve yaşattıysam bu sizin benim için anlam ifade etmediğiniz anlamına geliyor maalesef.

sonuç olarak; siz kimliğinizi açık etmeden saldırmayı tercih ettiniz ama ben içimden geçenleri yazıyorum işte.


22 Ocak 2015 Perşembe

doğa ana ( ormanlar istilası ) - 1. bölüm

saat sabahın altısıydı.

perdenin açık kısmından gökyüzüne baktım, karanlık... işe gitmek için daha vakit vardı. uyumaya devam ettim.

saatin sekize vurduğunu haber veren alarmın sesiyle gözlerimi araladım.

hala her yer karanlıktı!

hemen  ışığı açmaya yeltendim. düğmeye bastım. lamba yanmadı. elektrikler de kesikti demek ki... telefonun ekran ışığını açarak karanlık odada pencereye doğru ilerledim. cama yansıyan ışıkla birlikte hayretler içerisinde kalakaldım.

yeşil bir doku, camın önünü tamamen kapatmıştı.

o kadar ürkmüştüm ki! anı bir refleksle geriye doğru sendeledim ve düştüm. kalbimin çarpıntısını kulaklarımla duyabiliyordum.

hemen ailemi aramak istedim.

şebeke yoktu....

başta bunun bir kabus olduğuna inanmayı tercih ettim. gözlerimi kırpıştırdım. etrafa dokunmaya başladım. en sonunda uyanık olduğumu kabul etmek zorunda kaldım.

evde yalnızdım. hemen üstüme iş kıyafetlerimi giyinip dışarı çıktım. ne de olsa yetişmem gereken bir işim vardı ve eğer ölmediysem, patronlarım zamanında işimin başında olmamı isterdi. bu zamanda iş bulmanın ne kadar zor bir şey olduğunu herkes bilir!

telefonun cılız ışığı eşliğinde merdivenlerden zar zor indikten sonra yeni bir sürpriz ile karşılaştım. dış kapı açılmıyordu. kapının önünde her ne varsa buna engel oluyordu. biraz daha zorladıktan sonra çaresiz, başka bir yol bulmam gerektiğine karar verdim.

aslında şuursuzca davranıyordum. uyandığım andan itibaren olan bitenler... akıl alır gibi değildi. yine de hayatın rutininde devam ettiğine olan inancım o kadar kuvvetliydi ki, her şeyi görmezden gelmeyi başarmıştım sanırım.

korku filmlerindeki oyuncuların kaçmak yerine sesin geldiği tarafa yönelme arzularını hep saçma bulmuştum. ancak böyle bir durumda insanın merakına yenik düştüğünü yaşayarak öğrenmek hiç hoş değildi...

karanlıkta bu düşüncelere dalmışken, arkamdan gelen sesle irkildim... uzun zamandır selamlaşma gereği bile duymadığım komşularım geliyordu. ilk defa konuşuyorduk.

merhaba dedim. kapının önünde bir şey var, açamıyorum bir türlü. ( sanki her şey normalmiş gibi! nasıl oldu da camı kaplayan yeşil dokudan hiç söz etmedim! )

hemen erkek olan, bakalım diyerek öne atıldı. hallerinde bir anormallik yoktu. bir an için derin bir nefes almama sebep oldu bu sıradan hava... belki de ben yanlış görmüştüm! öyle umuyordum en azından... adamın kapıyı açmakta zorlandığını fark edince geride kalan iki kişi olarak yanına gittik ve hep birlikte tüm gücümüzle kapıyı itmeye başladık.

ortak sorunların insanları birbirine yakınlaştırdığını biliyordum. ancak selam bile vermeye lüzum görmediğimiz bu insanlarla tek vücut hareket etmek, bu sabahı benim için iyice ilginçleştirmişti.

nihayet kapı aralandı. ilk önce adam çıktı. "A" şeklinde bir şaşkınlık ifadesi duyuldu. kısa ama etkileyiciydi. hemen ardından biz de dışarı çıktık. donmuştuk adeta. durup önümüzdeki manzaraya bakıyorduk. bu olanların hepsi saniyeler içerisinde gerçekleşmişti ancak bana göre dışarıda çok uzun süre kalmıştık. hemen kendimizi güvende hissedeceğimiz tek yer olan binaya döndük ve seri hareketlerle kapıyı kapattık.

insanoğlunun bilinmezler karşısındaki acizliği...  kapıyı kapattığımız andan itibaren suratlarımıza o hayretler içerisindeki ifade asılı kalmıştı. telefonun yarım yamalak ışığıyla aydınlanan yüzlerimiz iyice korkunç bir hal almıştı. apartmanın içinde öylece bekliyorduk. sessizce...

bir süre sonra nihayet aramızdan biri konuşmaya başladı. tabii ki konuşan kadındı. erkeğin duruma verecek bir cevabının olmaması onu sessizleştirmişti belki de...  kadın erkeğe sarılmış neler olduğunu soruyordu. adam da ne yapacağını bilemez haldeydi. onlar iki kişiydi, ben ise yalnız. yardım isteme fikrini ilk ortaya atan da ben oldum bu sebeple. onlar da mantıklı buldular ve hemen en yakın kapıya vurmaya başladık. neredeyse hepsi şaşkın ve öfkeli bir şekilde açıyordu kapıyı. belki de haklılardı... sabahın erken bir saatinde kapıya o derece şiddetli vurulması benzer tepkiler almamıza neden olmuştu....kısa bir açıklamanın ardından önce kızgın bir ifadeyle dalga geçtiğimizi düşünüyor sonra camdan bakarak korku içerisinde çığlık atıyor ve hızlı bir şekilde giyinerek yanımıza geliyorlardı.

tüm apartman sakinlerini durumdan haberdar etmiştik. tabi kimse sakin olamıyordu. büyük bir uğultu vardı. yetişkinler panik içerisindeyken çocuklar merakla dışarı çıkacakları anı bekliyorlardı.

olan biteni ilk fark eden ve duruma diğerlerine nazaran biraz daha alışmış olan bendim. bunun verdiği güvenle hemen merdivenin başına geçtim ve yüksek sesle konuşmaya başladım. bir  kaç saniye içinde herkesin dikkatini çekmeyi başarmıştım.

dışarı çıkıp neler olduğunu anlamamız gerekiyordu. tabi bu kararı aldıktan sonra kimlerin gitmesi gerektiği ile ilgili ateşli bir tartışma içine girdik. eşi ve çocuğu olan adamlar, erkeklerin gitmesi gerektiği yönünde oy kullandılar. tabi bu durum bekarların hiç hoşuna gitmedi. haklılık payları da yok değildi. kadınlara ve çocuklara göz kulak olmak için binada kalmayı talep edenler de yine bu aile babalarıydı... ortam iyice gerilmişti. kadın-erkek hiç kimse bir bilinmezliğe adım atmak istemiyordu. filmlerde o öne atılıp hayatını feda etmeyi göze alan kaslı kahraman gerçek hayatta yaşamıyordu işte... herkes kendisini düşünüyordu. sonunda yapılacak en doğru  şeyin hep birlikte gitmek olduğuna karar verildi.

dış kapı açıldığında gruptan içeridekine nazaran daha küçük bir uğultu duyulmaya başladı. korktukları için sessiz davranmaya çalışıyor ancak bu muazzam manzara karşısında tepkisiz de kalamıyorlardı. kapının önünde uzun süre bekledikten sonra en önde olanlar küçük, temkinli adımlarla ilerlemeye başladılar. kimse gruptan uzaklaşmıyordu. etrafta kuş cıvıltıları vardı. insanlar sessizleşmeye başladı...

her yer yemyeşildi. gökyüzüne başkaldırmış devasa ağaçlar vardı... her yerdeydiler... ağaçların olmadığı yerlerde sarmaşıklar vardı. otlar, çimenler, yapraklar, hatta ağaçların gövdelerinde kalın yosun tabakaları...araçlar, elektrik direkleri, binalar... her yer yemyeşildi. o kadar sık bir bitki örtüsü vardı ki, ilerlemekte bile güçlük çekiyorduk. sanki bütün bunlar bin yıllardır buradaydı da bizi ışınlamışlardı... tek bildiğimiz şey ne bizim buraya ne de onların buraya ait olduğuydu...

yürümeye devam ediyorduk. dev bir orman içerisindeydik. avucumuzun içi gibi bildiğimiz sokaklar yabancılaşmıştı artık. baktığımız her yerde onlar vardı.... ilk anda yaşadığımız korkumuzun yerini hayranlık almıştı. muazzam bir manzarayla karşı karşıyaydık...

bir gecede nasıl olabilmişti tüm bunlar?

insanoğlu doğaya büyük zararlar vermişti. uzun süre sessizliğini koruyan doğa ana, zaman zaman büyük felaketlerle insanlara aslında ne kadar çaresiz kalabileceklerini hatırlatmaya çalışmıştı.... bu uyarıların hiç birini dikkate almayan insanlar; teknolojik ve kimyasal silahlarıyla kendileri dahil dünyadaki canlı-cansız her şeye zarar vermeye -yok etmeye- devam etmişti. manzaraya bakılırsa bu sefer çok kızmıştı bize... ve insanoğlunun yarattığı ne varsa hepsini yutuvermişti bir gecede...



devam edecek...

21 Ocak 2015 Çarşamba

üşüyorum

küresel ısınma mı!

ne saçmalık!

dünya...

dünya, her geçen gün biraz daha soğuk bir hal alıyor...

aynı ev içinde; "birbirine" -cep telefonlarından- daha uzak insanlar...

aynı binada, aynı okulda, aynı iş yerinde....

diyorum ya...

dünya çok soğuk...

en az kalplerimiz kadar..

sevgisizliğimiz kadar.

üşüyorum ben.

ya siz?






durup izliyorum

izlemek...

ne kadar düşündürücü değil mi!

bu kelime bana nedense hep durağanlık hissi veriyor.

hayatı kaçırmak endişesi içindeyim ama elimden de bişey gelmiyor.

ben hala ne yapmak istediğini bulamamış bir insanım.

ben kimle nerede nasıl yaşamak istediğimi bulamadım.

şiddetli duygulara arkamı dönmedim hiç bi zaman...

acı çekmeyi de en az mutlu olmak kadar seviyorum aslında...

ağlamayı mesela...

gözlerimden akan yaşların sıcaklığını, dudaklarımın ve burnumun kızarmasını, göğsümdeki karnımdaki o hissi...

hayatı kaçırmak diyordum; içinde gibiyim aslında...

çevremde, yanımda insanlar var...

ben de oradayım. gülüyorum saçmalıyorum konuşuyorum yiyorum geziyorum.

ama eksik işte.

sadece diyorum o olsun. sadece ikimiz. o yokken nefes alamayayım. gülmeyeyim. hatta yaşamayayım.

ama olsun...

sıkıldım bu yalnızlıktan..

sıradan değil. ölürcesine, delirircesine yaşamaktan bahsediyorum.

keşke böylesi mümkün olabilseydi.

sıradan ilişkiler diyordum. günlük koşuşturmaca içinde, teknolojinin hapsinde, egoistliğin hüküm sürdüğü bir dünya değil bahsettiğim.

ruh eşine inanıyorum.

yanımda olmadığı için acı çekiyorum.

acı çekiyorum o olmadan hiç bişey anlam kazanmıyor değer etmiyor gözümde içimde...

ne kadar önemli sanki giyindiğimiz yediğimiz içtiğimiz?

her biri bizi birbirimizden daha da uzaklaştırmadı mı...

ben, seni bekliyorum..

ben seni özlüyorum...

geleceğine inanıyorum...

senin dışında hiç kimse çözemez bu düğümü.

izlemek...

duruyorum ve izliyorum.

sen gelene kadar.


17 Ocak 2015 Cumartesi

Smiley ley ley tililili tey tey tey

Naber millet?

Her gün yeni bir akım, her gün bir çılgınlık....

Ben de dedim du bi tane delilik de ben atayım ortaya.

Şimdi efendim, yıllardır önümüze verdiler top başlı sarı kafalı smileyleri. Lakin bana söyler misiniz, benim duygularımı düşüncelerimi benden iyi kim anlatabilir???

O halde ben de dedim ki kendi smilelerimi kendim yapayım.

Yaptım.




Kızlara öpücük











Ben yapacağımı bilirim!
Yalarım











Ufff









Hoşnutluk ifadesi
 
Çoohh gomiiihhh
Bak bu iyiydi
Sarhojjjumm










Sen çok biliyon

İşte şimdi kızdım.













Ben bunu bi düşüneyim!
Ben ne bilim ya!




Çok üzgünüm.
Hanım hanım da gülerim!
Aaaaayyy ççççooogg dadddllııııı







Ühü ühüüüüü

Hınzıııııırrr....
Mutluyum
















Anaaa valla mı la!!


Sevgiliye öpücük


Bunu niye yapıyoz hala bilmiyom. 













Ottssiki diş güldüm

Kız seni yerler.

Vaarrrr mı ulan bana yan bakan?

hhaaağğğrrhhoooğğrr

hıımmm bak bu fena değil

ıııyyykk o ne ola ki? poh mu la o?



çok mahçubum

vay yellooozzzz

şimdi saçını başını yolarım
 
tüüüü sıfatına

aaa!!!!



ehehe bi pislik yaptım


hhıııımmmmmmuuuaaa



pek beğenmedim.


eneee şuna bak ehe 

vırvrvırvırı

öööğğkkk















dil papuç




 Evet sonunda bunu da yaptım.

Bu fotoğraflardan sonra, sevgilim terk edecek, babam mirastan men edecek, abim silahını beline takıp töre cinayeti işleyecek.

Şaka şaka.

Hadin iyi geceler.



10 Ocak 2015 Cumartesi

Ottobos Maceralarım / Başlangıç ( 1. Bölüm )


Oldum olası arabayla gezmeyi sevmem. Arabaların o kendine has kokusu hasta eder beni...  Daha araba fobisini atamamışken,  otobüsler girdi hayatıma. Hayatıma girdi derken abarttığımı düşünmeyiniz rica ederim. Hemen basit bir matematik yapalım:

Gün malumunuz 24 saat.

Cinsiyet kadın. Bu ne demek? Gününün en az  2 saatini bakıma ayırmak durumundasın demek. Hele de çalışan kadının olmazsa olmazıdır bakımlı olmak. ( Abartmıyorum. Duşa girdin. Çıktın saç kurut, şekle sok, makyaj yap, ne giyeceğim diye kafa patlat, karar verdikten sonra ütüle, giyin, işten dön, makyaj temizle, kremlen... Bu tabi günlük rutin. Bir de genel bakım gerektiriyor ki o konuya hiç girmeyelim şimdi! )

Efendime söyleyeyim; e insansın, işte afedersin köpek gibi çalışmışsın, 8 saat uyumayıp ne yapasın?

Yemeh de mi yemeyah? Ona da tüm öğünleri toparlayınca, iyimser bir yaklaşımla 2 saat verelim ( hazırladın, yedin-içtin, topladın, bulaşık vs. )

Ayrıca tüm bu faktörlere bir de turizmcilik eklensin. Ki turizmci olan dostlarım bilir. Sloganı " Turizmci; uyumaz, yorulmaz, yemez, içmez, gülümser, eğlenmez eğlendirir..." olan bir meslektir. Şanslıysan ( Öyle bişey yok ) mesain olan 10 saati çalışır çıkarsın. ( Dip Not: Mesaisi bitince ofisten ayrılan otelci ayıplanır, hatta bir numaralı hedef tahtasına döner. ) Bu sebepten yine iyimser bir yaklaşım ile ona da 11 - 12 saat verelim.

Şimdiiii... Naptı hesap?

2 ordan + 8 ordan + 2 daha ekle + 11 ile dee oldu mu sana 23 saat.

Eee ben Bursa'da çalıyorum ama Gemlik'te oturuyorum. Çalıştığım yer ile ev arasında git gel; trafik açıksa 3 saat.

Noldu?

26 saat.

Ertesi güne içerdeyiz iyi mi?

2 saat...

E haliyle bu saydıklarım arasında; mesai ve yolculuğu, yolu olmaksızın yaşayacağım. Başlıyorsun bu sefer kendinden, uykundan, yemenden, içmenden feragat etmeye.

Olmuyor efendim. İnsan temel ihtiyaçlarını da kısamıyor. Hal böyle olunca her ortama uyum sağlamayı öğrenen insan evladı; otobüsü de en verimli şekilde kullanmayı öğreniyor.

İşte bu yazı dizim, 5 yıl boyunca hayatımın bir kısmını geçirdiğim otobüslerde yaptığım gözlemler ve başıma gelenlerden küçük derlemeleri kapsayacak.

Şimdilik bu kadar.

Ha bir de yazı dizime eşlik için, Sanat Güneşimiz "Zeki Müren"i uygun buldum. Biliyorsunuz ki kendisi Bursalı'dır.

Haydi kalın sağlıcakla...


9 Ocak 2015 Cuma

Miskin ( İğrenç Hikayeler Serisi 5 )

Uyandı.

Ne rüyaydı ama!

O kadar insan görmüş, o kadar yol gitmişti ki... Güne yorgun uyandı.

Yataktaydı.

Geceden bu yana çok susamıştı. Üstelik sıkışmıştı. Bunları düşünüyordu. Uyandığından beri yaptığı tek şey gözlerini açmaktı. Sabit bir şekilde bir kaç hafta önce yere attığı kirli kulak pamuğuna bakıyordu. Gece uyurken kafası yastıktan düşmüştü. Uyanalı yaklaşık yarım saat olmuştu. O ise pozisyonunu değiştirmeden etrafına bakmaya devam ediyordu.

Yattığı oda uzun zamandır havalandırılmamıştı. Dışarıdan gelen birinin karbondioksit zehirlenmesi yaşaması muhtemeldi. Her yer dağınıklık içerisindeydi. Yerlerde kirli-temiz kıyafetler, yiyecek kırıntıları, çöpler, kıl ve tozun bir araya gelmesiyle oluşmuş pislik topakları vardı. Bunlar onu hiç rahatsız etmiyordu.

O kadar susuz hissetti ki; bir anda eğilip yaklaşık bir hafta önce açtığı kutu kolanın dibinde kalan bir kaç yudumu kafasına dikti. Gerçekten tadı iğrenç bir hal almıştı. Kısa bir süre sonra boğazında bir rahatsızlık hissetti. Kolanın ağız kısmına yapışmış olan kılı yutmuştu ve boğazında öylece kalakalmıştı. Öğürmeye başladı. Balgamla birlikte boğazını temizledi. Sonra bir anlık refleksle ağzına gelen balgamı yuttu. Sorun çözülmüştü. Balgamla birlikte, kola gibi kıl da midesinin yolunu tuttu.

Kalkması gerekiyordu. İstemeyerek ayağını yataktan aşağıya sallandırdı. Kafasını kaşıyarak etrafı izliyordu. Kafasında pek fazla düşünce yoktu. Bakıyordu sadece. Sakindi.. Kafasındaki tatlı kaşıntı bir süre sonra sırtına geçti. Eliyle sırtının uzanabildiği yerlerini kaşımaya başladı sonra da bacaklarını.. Kaşınma seansını bitirdikten sonra tırnaklarının arasında biriken kepek, deri ve sivilce karışımı kahverengimsi kirleri en uzun tırnağıyla toparlamaya başladı. Son aşama hepsini bir araya getirip yuvarladıktan sonra yere atmaktı. Günlük yataktan kalkış seremonisi bitmişti.

Burnunu kurcalayarak tuvalete gitti. Biraz daha tutsa idrar torbası patlayacaktı. Soğuk klozete oturdu. Küçük bir irkilmeden sonra burnunu karıştırmaya devam etti. Sonra kalktı ve her zaman olduğu gibi sifonu çekmeyi unuttu. Ellerini yıkama adetine sahip değildi.

Mutfağa gitti. Dolaptan kola çıkardı. Kana kana bir kaç yudum içtikten sonra geceden kalan açık cipslerden bir kaç tane attı ağzına... Salona geçti ve televizyonu açtı. Öğle saatlerinde yayınlanan kadın kuşağı programlarına denk geldi. Bir yandan dünden kalan bayat pizzadan yiyor bir yandan kanalları geziyordu. Pizzadan artakalanları bitirdikten sonra dibinde kalan taneleri de yedi. Elini birkaç gündür çeşitli amaçlarla kullandığı, şekil ve renk değiştirmiş peçeteye sildi. Oturduğu ikili koltuğa uzandı ve kanallara bakmaya devam etti. Televizyon karşısında bir kaç saat geçirdikten sonra telefonu çaldı. Arkadaşı arıyordu. Akşam maç izledikten sonra bara içmeye gideceklerinden bahsetti. Telefonu kapattılar. Henüz bir kaç saat daha vardı. Olduğu yerde yatmaya devam etti. Biraz sonra uyumuştu.

Telefonun sesiyle uyandı, arkadaşı gelmişti. Kapıda inmesini bekliyordu.O yine de ağır şekilde yerinden kalkmış, odasına ilerlemiş ve yerden aldığı bir tişörtü üstüne geçirmişti.  Tişörtünün üstünde koca bir ketçap lekesi vardı. Onu çıkarıp yere attı, Başka bir tanesini aldı kokladı. Yoğun bir ter kokusu geliyordu. Onu giymeyi tercih etmişti yine de. Çıkmadan üzerine parfüm sıktı.

Eve geldiğinde berbat hissediyordu. O kadar içmişti ki... Şuursuz şekilde tuvaletin yolunu tuttu. Çekmeyi unuttuğu sifon bu sefer işe yaradı. O yoğun idrar kokusu kusmasına yardımcı oldu. Sonra salona geçti ve sızdı.

Ona göre sabah olduğunda saat neredeyse öğleden sonra beşe geliyordu. Onun için saatin pek anlamı yoktu. İşe gitmiyordu. Sevgilisi yoktu. Pek arkadaşı da yoktu.Hayatına alacağı her insanın onu miskinliğinden alıkoyacağını biliyordu. Pisliğine o kadar alışmış ve benimsemişti ki, sırf sık sık yıkanması ve dışarı çıkması gerekecek diye gerçek bir sevgili istemiyordu hayatında. Kadınlarla ilgili tüm ihtiyacını internet sayesinde hallediyordu. Genel olarak hareketi sevmiyordu. Durduğu, oturduğu zaman kendini rahat hissediyordu. Ailesinden gelen parayla kendine bir dünya kurmuş ve o dünyayı da alabildiğine kirletmişti. Ona göre her gün  birbirinin aynısıydı. Hayata dair bir amaca sahip değildi. Nefes alıyordu işte, yiyor içiyor bir şekilde devam ediyordu.

Miskin adam böylece yaşamaya devam etti.

O aslında gerçek bir parazitti.



***SON***

8 Ocak 2015 Perşembe

Haberler

Evet sevgili dostlar...

Sevgili dostlar demeyi seviyorum. Çünkü yazılarımı takip edenler iç dünyama yaptığım yolculuklara tanıklık ediyorlar.

Neyse biraz format değişikliğine gideyim ve önceden yapmayı planladıklarımla ilgili arada haberler yayınlayayım istedim.

Blogu takip edenler bilir; bir İğrenç Hikayeler Serisi yazmıştım. Bu yazdıklarım, okuyanların bir çoğunu rahatsız eder nitelikteydi. Ben yazarken çok eğlendim. Hatta insanların tepkilerini izlerken aldığım haz çok daha tatmin ediciydi. Yaklaşık bir yıl önce yazmıştım son iğrenç hikayemi. Seriyi beğenenlere iyi haber; geçen bir yıl içerisinde bir çok iğrençlik tespit ettim ve bunların hepsini yazmaya karar verdim. Hatta ilkini de bu gece yazmaya başlayacağım.

Diğer bir konu ise; orta gelirli bir vatandaş ve ilaveten bir kadın olarak zamanımın büyük kısmını halk otobüslerinde geçirdiğimden mütevellit bir yazı serisi daha planladım. Ottobos Maceralarım çok yakında sizlerle...

Bir diğer konu da şu; her hafta müzik tarihine adını kazımış büyük müzik insanlarının hayatını inceleyip eserlerini dinleme kararı aldım. İncelemem bittikten sonra sizlere genel izlenimlerimi aktaracağım. En sevdiğim eserler, kısa biyografileri vs...

Nasıl?

Şimdilik yeter sanırım.

Ayrıca kendime yeni bir slogan edindim. Yani geçtiğimiz günlerde bir konuşma esnasında ağzımdan çıktı. İşte bu dedim.

Çünkü Ben Ezgi'yim!


7 Ocak 2015 Çarşamba

Nasıl Başlarsa!

Günaydın...

Bu sabah rüyamda küçücük ve çok sevimli bir erkek çocuğu beni yanağımdan öptü. Pek güzel bir rüya değildi aslında ama son anda minik kahraman geldi ve tüm kötülükleri unuturdu bana...Gülerek uyandım.. Uyandıktan sonra da bir süre gülümseyerek her daim açık penceremden henüz kaybolmamış olan Ay'ı izledim.

***

Gökyüzü ve deniz... Ben gökyüzünü gece izlemeyi daha çok severim aslında... Bu yaz Bozcaada'da Tuba ile yaptığımız yürüyüşü anımsadım birden...Gece mesai bitiminde yürümek istemiştik. Etraf çok karanlık olduğu için elimize el fenerlerini de alıp kumsala indik. Hava serindi.. Bir süre kumsalda devam ettikten sonra biraz uzun saçlı çok sevimli bi erkek çocuğu karşılamıştı bizi. Sonra elimden çekiştirerek ailesinin yanına götürdü. Gecenin karanlığında, ıssız Habbele Koyu'nda ateş yakmış etrafına oturmuşlardı. Orta yaş olsalar da, o saatte kumsalda ateş yakıp etrafına toplanmaları, birbiriyle keyifli sohbet etmeleri bende genç imajı oluşturmuştu. Kafamda gerçekte olandan bambaşka bir resim kaldı. Hayattan keyif alabilmek için çok da fazla bir şeye ihtiyacımızın olmadığını düşündürmüştü bana o akşam... Gökyüzü, deniz, ateş... Bunların hepsine sahiptik zaten. Hem de hiç bir bedel ödemeden. Birlikte zaman geçirdiğin değil, zamanı durdurabildiğin, o anları ölümsüz kılabildiğin insanlar bulmaktı mesele.... Yine de umutsuz değilim....

***

Uzun zamandır müzik tarihini ünlü bestecilerle birlikte okumak, dinlemek, hissetmek istiyordum. Beni derinden etkileyen "Moonligt Sonata" ve "Silencio" eserleri, yola Beethoven ile başlamamı sağladılar.

***

Kendimle ilgili bir şey keşfettim dün. Renkli çoraplar giymek beni çok mutlu ediyor. Kendimi mutlu etmek istediğim anlarda bu bana pahalıya mal oluyordu. Neyse ki bu keşif sayesinde hem çok mutlu, hem ekonomik olacağım. Bir an kendimi reklam teyzesi gibi hissettim. Hani deterjan reklamlarındakilerden...

Bazen günlük gibi yazıyorum buraya. Yanımda kimse olmadığı için, saat de erken olduğundan konuşacak kimse olmamasından belki...

***

Beethoven demişken...

"Devam edin; sanatı yalnız uygulamayın onun kalbine nüfuz edin; bunu hak ediyor, çünkü sadece sanat ve bilim insanı tanrısallığa yüceltebilir." Ludwig van Beethoven