31 Temmuz 2013 Çarşamba

Simikli Yarim ( İğrenç Hikayeler Serisi 2 )


1. Bölüm:
Ailesi ülkenin sayılı zenginlerindendi.. Tüm öğrenim hayatını yurt dışında tamamlamıştı.. Sadece zengin ve başarılı değil aynı zamanda çok da yakışıklıydı. Ülkeye ayak bastığı anda hem magazinin hemde tüm kadınların ilgi odağı oluyordu. Çevresini saran kadınlar; sıradan erkeklerin görmeyi bırak, hayal bile edemeyeceği güzellikteydi.. Özellikle onun yanına gelen kadınlar adeta hediye paketinden çıkmış gibiydi.. Fiziki güzelliklerine, bir de güzel kokuları, yumuşacık ve pürüzsüz tenleri eklenince her erkek kendini kaybedebilirdi.. Ama tüm bunlar onun hiç mi hiç ilgisini çekmiyordu.. Onun bir kadında tek ilgilendiği şey iri burun delikleriydi.

2. Bölüm:
Aradığı kadını kendi çevresinden bulmasının mümkünatı yoktu.. Hepsinin burnu hokka gibiydi.. Burnu çirkin olanlar da estetik operasyonla fındık gibi burun yaptırıyordu. Her şeyi vardı.. Parası, şöhreti ama mutsuzdu. Çünkü hayatta onu tatmin edebilecek tek şeyi elde etmesi mümkün değildi.. Eğer bu durum ortaya çıkarsa rezil olurdu. Üstelik babasının ismine de gölge düşürmüş olurdu. En iyisi arzularını görmezden gelip diğer insanların mutlu oldukları şeylerden zevk almaya çalışmaktı.. Uzun zaman isteklerini göz ardı etti ve kendisini çalışmaya verdi. Taa ki o sabaha kadar...

3. Bölüm:
Bir toplantı için uçakla seyahat etmesi gerekiyordu. Yerini aldı ve toplantı notlarını çıkardı. Çok geçmeden birisinin başında dikilip kendisine seslendiğini fark etti... "Pardon" diyordu bu sesin sahibi... Toplantı notlarından başını çevirip sesin sahibine baktığında bir an kalp krizi geçirmek üzere olduğunu sandı.. Hayatında gördüğü en iri burun deliklerinin sahibi karşısında ve ayakta duruyordu.. Bir kaç saniye öylece bakakaldı.. Kendine gelir gelmez hemen ayağa kalktı ve kadının geçebilmesi için yer verdi. Nutku tutulmuştu.. Hayatının aşkı şu an hemen yanında oturuyordu ve yalnızca bir saat vakti vardı.. 

4. Bölüm:
Uçak kalkışa hazırdı. Anonsu işittiler.. Hostes kalkış öncesi bilgilendirme yapıyordu. O esnada kadın hızlı hızlı nefes alıp vermeye başladı.. Bunun müthiş bir fırsat olduğunu fark edince kadına dönüp "İlk uçuşunuz mu?" diye sordu. Kadın "Hayır, ama her seferinde heyecanlanıyorum." dedi. Kadın konuşurken burun kanatları açılıp kapanıyordu. Adam heyecandan deliye dönmüştü. Gözünü burun deliklerinden alamadı. O esnada kalkışa odaklanan kadın adamın burun deliklerine o denli uzun ve dikkatli bakmasından rahatsızlık duymadı. Bunun üzerine adam tekrar bir hamle yaparak "Korkmayın" dedi. O an kadın adamın yüzüne baktı ve ilk defa o anda ne kadar yakışıklı bir adam olduğunu fark etti. Gerçekten tüm korkusu hafiflemişti. Adama gülümsedi. Gülümsemenin etkisiyle burun delikleri biraz daha açılmıştı. İşte o an gördüğü manzara adamın kendisinden geçmesine neden oldu.

5. Bölüm:
Uçak havalanmıştı. Kadınla konuşmaya başladılar. Ama adamın tek düşündüğü şey kadının burnundaki yeşil sümüktü. Öyle iriydi ki, daha önce tanıdığı hiç bir kadında böylesine iri bir sümük görmemişti. O an tek istediği parmağını kadının burun deliklerine sokmaktı.. O yumuşacık yapış yapış sümüğü elinde hissetmek istiyordu. Ama bunun olması mümkün değildi. Yolculuğun yarısı bitmiş ama elle tutulur bir başarı kazanmamıştı. Üstelik burun deliklerine bakıldığını fark eden kadın da durumdan rahatsız olmaya başlamıştı. Artık sürekli eliyle burnunu kapatmaya çalışıyordu. Bu adamın çok iyi bildiği bir taktikti. Burnunda sümük olan ve bunun başka kişilerce fark edildiğini anlayan insan hareketiydi bu. Sanki burnu kaşınıyormuş gibi yapıp tatakları çaktırmadan baş parmağıyla boşaltacaktı. Adamın bir anda canı sıkıldı. Yine de böyle bir sahnenin kaçmasına izin vermeye niyetli değildi. Kadın her elini burnuna götürdüğünde yeni sorular sorarak kadını konuşturmaya çalışıyordu. Diğer yandan iyice sinirleri de gerilmişti. Uçuş neredeyse bitmek üzereydi. Burnunda sümük olduğunu anlayan kadın adamdan tuvalete gitmek için müsaade istedi. Bunun üzerine adam ani bir çıkışla tuvaletin bozuk olduğunu ve uçağın neredeyse inmek üzere olduğunu söyledi. 

6. Bölüm:
Artık kadının kafası sürekli öndeydi. Burnundaki sümüğün görünmüş olmasından utanmış, elinden geldiğince adama bakmamaya çalışıyordu. Ancak başını öne eğmesi iyice zor duruma düşmesine neden olmuştu. Yanında peçete yoktu ve sümüğü burnunun ucuna gelmişti. Sürekli burnunu çekiyordu. Burnunu her çekişinde öyle yoğun bir ses çıkıyordu ki; bu adamın kaçan keyfinin tekrar yerine gelmesini sağladı. Tam bu esnada uçağın inmek üzere olduğunun anonsu yapıldı. Adam sakin bir şekilde ceketinden çıkardığı ütülü, bez peçeteyi kadına uzattı.. Kadın minnettar bakışlarla hiç bir şey söylemeden peçeteyi aldı ve olanca kuvvetiyle sümkürdü. Bu çıkan ses adam için en büyük teşekkürdü. Ama kendisini bu kadar etkileyen bu kadından ayrılmak üzere olması kalbine bıçak gibi saplanmıştı. Uçak iniş yaptı.. Birbirine gülümseyerek veda ettiler..

7. Bölüm: 
Adam çok üzgündü.. Birden kadının peşinden koşmaya başladı.. Kadın neredeyse taksiye binmek üzereydi.. Son anda kadını kolundan yakaladı ve kendine çevirdi.  Adam öylesine hızlı koşmuştu ki, neredeyse nefes alamıyordu. İki elini bacağına yaslayıp nefesini düzenlemeye çalıştı ve sonra ağzından şu sözcükler döküldü: "Çok üzgünüm, sizi bu şekilde rahatsız etmek istemezdim ancak, uçakta kullanmanız için vermiş olduğum peçetenin benim için manevi değeri büyük. Mümkünse geri alabilir miyim?" Bu sorudan afallayan kadın çantasından peçeteyi çıkarıp adama uzattı. Adam peçeteyi aldı. Kadın Taksiye bindi ve arkasına bakmadan gitti.. Adam gözden kaybolana dek  taksinin arkasından baktı. Taksinin gittiğine emin olduğu an peçetenin arasına parmağını soktu. Gözlerini kapattı ve sevdiği kadından kalan son parçayı hissetti... 

***Son***

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Serçe Cıvıltısını Severim!

Günaydıııınnnnnn....

Dün gece erken uyuduğumdan olacak, bu sabah altıya doğru uyandım...

Aslında çok kısa dün geceden bahsetmek istiyorum. Dün dostum İsot'la çıktık gece Kumlaya gittik.. Gider gitmez ünlü Veis dondurmacısından koskocaman dondurma aldık. Oradan onların sitesine yürüdük.. İki sandalye kapıp kumsalda vardık..Benim sandalyem denizin içindeydi.. Ayaklarımla dalgaların oynaşması bir saatten fazla sürdü.. Tüm yorgunluğumu, ağrımı, sızımı aldı deniz.. Onun yerine bana rahatlama, huzur verdi.. Denizi çok seviyorum, buradan iletmek istedim. Sonrasında da süt mısır yedik. Ben hep böyleyim tatlı yedikten hemen sonra tuzlu, tuzlu yedikten sonra da tatlı ararım..

Dün geceyle ilgili bahsetmek istediklerim bu kadar. Şimdi bu sabaha dönüyorum..

Evet erkenden uyandığım için için henüz gün doğmamıştı ama havanın o güneş öncesi aydınlığı vardı etrafta.. Serçeler deli gibi cıvıldıyordu.. Son on dakika öncesine kadar sadece serçe sesleri işitirken, şimdi araya araç sesleri girdi ki; bu benim tadımı kaçırdı açıkçası.. Artık serçeleri duyamıyorum..Neyse... Şu an yazıyor olmamın sebebi en kısa sürede yapmak istediğim şeylerin bir listesini yapmak.. Kendi kendime düşünüyordum ama en güzeli buraya yazmak dedim. Hem bakalım ne kadarı gerçekleşecek...

Bir de şu an hava öyle güzel ki.. Güneşin sıcaklığı bastırmamışken o sabah serinliğinde, tertemiz havada derin derin nefes alıp geldim şimdi odamın balkonundan..

Evet...

İlk yapmak istediğim şey aldığım şu fazla kilolardan kurtulmak.. Son günlerde genleşiyormuşum gibi hissetmeye başladım.. Dünya yüzeyinde kapladığım alan büyüdükçe büyüyor.. Daha mütevazi olmak, küçücük alanımda mutlu mesut yaşamak istiyorum. Bunun için; yarın sabah kalkıp bir diyetisyenle görüşmeye gideceğim.

Sonra yetenek sınavına girdiğim üniversitelerden Uludağ'ı kazanmak istiyorum. O olmazsa Çanakkale, o da olmazsa Bolu.. Üçünden biri.. Ama mecbur kalırsam Denizli veya Aydın'ı da denemek zorunda kalacağım ki bu istediğim bişey değil.. En fazla işi Çanakkale de bitirmiş olmayı istiyorum. Ben o tarafları oldum olası çok sevmişimdir zaten.

Sonra güzel bir tatil yapmak istiyorum ama böyle Çeşme, Bodrum falan değil.. Sırtımda çantam, Türkiye turu yapmak istiyorum.. Bi bakmışsın Olimpostayım, sonra bir bakmışsın Sinopta.. Bunun için yanıma eğlenceli bir yol arkadaşı bulmak da istiyorum.. Belki Caner askerden döndüğünde birlikte yaparız şöyle güzel bir tur..

Sonrası da aşk meşk işte...

Bu sabah için iki şarkım var :)




Şimdi tekrar uyuyorum...

**Son**

27 Temmuz 2013 Cumartesi

İlham Perim, Kara Sinek ( İğrenç Hikayeler Serisi 1 )



1. Bölüm:
O sabah her zamankinden erken uyanmıştı. Uzunca bir süredir hava kapalıydı ve sürekli yağmur yağıyordu. O kadar zamandan sonra ilk defa hava aydınlanmış, güneş yüzünü göstermişti. Saatine baktı. Henüz çok erkendi. Yatakta miskinlik etmek için oldukça vakti vardı. Sonra bi an durdu ve gitmek zorunda olduğu bir işi olmadığını hatırladı. Ne de olsa o ünlü bir roman yazarıydı. Sonra bir anda karanlık düşünceler doluştu kafasının içine.. Evet geçmişte bir çok kitabı en çok satılanlar listesine girmişti ama oldukça uzun zamandır tek kelime yazabilmiş değildi.. Yoksa artık ilham perisi onu terk mi etmişti...Kısa bir süre bunları düşündükten sonra gözü hemen baş ucundaki kitaplıkta bulunan kitaplarına takıldı ve derin bir nefes aldı.. Bunun geçici bir dönem olduğuna kanaat getirdi ve tatmin olmuş bir şekilde koskocaman yatağının içinde kollarını ve bacaklarını iki yana açarak uzandı...Yeni bir kitap hayal ediyordu.. Yine herkes tarafından büyük beğeniyle karşılanan kitabının basın lansmanında hayal etti kendini.. Vücuduna yapışan beyaz elbisesi, topuklu ayakkabıları ve  her şeyden çok sevdiği uzun, dalgalı, sarı saçlarıyla enfes görünüyordu... Kurduğu hayalden o kadar memnun kalmıştı ki, yüzünde koskocaman bir gülümseme belirdi... Tam bu esnada bembeyaz döşenmiş odanın içerisinde bir hareketlilik dikkatini çekti.. 

2. Bölüm:
Annesiyle babası ilk görüşte birbirine aşık olmuş ve evlenmişti.. Babaannesi hiç bir zaman bu evliliğe onay vermemiş ve annesini hiç bir zaman gelini olarak kabul etmemişti.. Annesi ve babası evlendikten çok kısa bir süre sonra annesi O'na hamile kalmıştı.. Onun dünyaya gelmiş olması bile babaannesinin kinini dindirmemişti.. Üstelik bembeyaz teni ve masmavi gözleriyle annesinin ikizi gibiydi... Üçüncü yaş gününde anne ve babasıyla tatile giderken yolda kaza yapmışlardı ve yalnızca o sağ kurtulmuştu.. Annesinin kimsesi yoktu.. Babaannesi ise ondan nefret ediyordu.. Küçücük yaşta yapayalnız kalmıştı... Babaannesi kimsesiz kaldığı için onu evine almıştı ama oğlunu ondan çalan kadına bu kadar benzeyen torununa karşı hiç bir zaman kalbi yumuşamamıştı.. Üstelik tam bir temizlik hastasıydı.. Evin tüm mobilyaları açık renkliydi.. Kendisi de hep beyaz giyiniyordu.. 

Sırf sokakta üstü kirlenir diye babaannesi dışarı çıkmasına izin vermiyordu. Tüm çocukluğunu evde geçirmek zorunda kalmıştı.. Bir de babaannesi saçlarını hep kısacık kesiyordu.. Camdan oynayan çocukları izlerken diğer kızların saçlarının uzun olmasını içten içe hep kıskanmış ama babaannesine karşı olan o büyük korkusu yüzünden bunu hiç bir zaman dile getirememişti.. Çoğu gece rüyasında kendini upuzun saçlarla sokakta diğer çocuklarla koşarken görüyordu... Aslında hiç arkadaşı yoktu.. Okumayı yazmayı da babaannesinden öğrenmiş okula gitmemişti..Hayatta yapmayı en çok sevdiği şey dedesinden kalan o koskoca kitaplıktaki kitapları okumaktı.. Hiç bir yere gitmemiş olsa da kitaplar sayesinde dünyanın öteki ucundaki insanlar, hayvanlar, doğa herşey hakkında bilgi sahibi olabiliyordu.. Onları hayal edebiliyordu... Babaannesi kitapları okumasına izin veriyordu ama dedesinden kalan daktiloyu ellemesine bile izin vermemişti.. En büyük hayali o daktilonun başına geçip hikayeler yazmaktı.. 

3. Bölüm:
Babaannesi öleli uzun yıllar olmuştu.. Çocukluğunda dokunmasına dahi izin verilmeyen daktilo artık onundu.. O daktilo onun en değerli varlıklarından biriydi.. Dünyaca tanınan bir yazar olmasını sağlayan tüm o romanları o daktiloyla yazmıştı... Bembeyaz döşenmiş odanın içerisinde tek siyah şey o daktiloydu..Ama bu artık alışkın olduğu bir manzaraydı.. O yöne dikkatini çeken şey daktilonun rengi değil daktilonun çevresindeki hareketlilikti...

4. Bölüm:
Daha dikkatli baktığında o hareket eden şeyin koskoca yeşilimsi gövdesiyle bir karasinek olduğunu anladı.. Kışın ortasında nereden çıkmıştı böyle.. Üstelik iğrenç görünüyordu... Aksilik, yardımcısına da izin vermişti.. Bunu kendisi halletmeliydi.. İstemeye istemeye de olsa yatağından kalktı, camları açtı ve sineği kovalamaya başladı.. Amacı camdan dışarı kovalamaktı.. Ama bu pek mümkün olamadı.. İlk etapta odanın içinde uçan sinek bir süre sonra onun etrafında dönmeye başladı.. Kendini o kadar kötü hissediyordu ki.. Sinekten çıkan o tiz ses.. Üstelik bu hiç hijyenik de değildi.. Bu iğrenç hayvan neden bu tertemiz evdeydi.. Bir an babaannesinin onu yıkarken neredeyse derisini yüzdüğünü hatırladı ve yüzünü buruşturdu... Her ne kadar uğraştıysa da sineği odadan çıkaramadı.. Bunun üzerine içeriden sinek ilacını aldı ve odanın her yerine sıktıktan sonra kapıyı kapatıp banyoya yöneldi.. Bu sineğin etrafta dolaşması sinirlerini bozmuş, kendisini kirlenmiş gibi hissetmesine neden olmuştu..
Az sonra dolu küvetin içine girdi.. Sabun.. Ne kadar da güzel kokuyordu.. Babaannesinden ona yadigar kalan tek sevdiği şeydi bu temizlik alışkanlığı.. Kendisini en mutlu hissettiği anlardı temiz olduğunu hissettiği anlar.. Tam bu düşünceler eşliğinde suya kendini bırakmışken birden o sesi duydu ve tüyleri diken diken oldu.. Sinek.. Buradaydı banyoda.. O an öylesine şaşırmıştı ki ayağa fırlayıverdi.. Sonra da küvetin içinde kayıp düştü.. Allahtan tutunabilmişti de ufak tefek morluklarla atlatmıştı bu kazayı... Hemen küvetten çıktı bornozunu üstüne geçirdi ve banyodan ayrıldı...

5. Bölüm:
İnanamıyordu.. Evi sinekler basmıştı.. Ama neden o kadar irilerdi.. Odasına girdiğinde yerde bir sinek cesedi görmeyi umut etmişti.. Kapıyı açtı etrafa bakındı ama yoktu.. Onca ilaca rağmen sinek yoktu hiç bir yerde... Sinirleri iyice gerilmişti.. Hemen bir kahve içmeliydi.. Bornozunu çıkarmadan mutfağa geçti ve su ısıtıcının düğmesine bastı.. Fincanın içine o kadar çok kahve atmıştı ki bir fili bile kendine getirmeye yeterdi.. Kahvesi hazırdı.. Kahvesinden koskoca bir yudum aldı ve aldığı gibi püskürtmesi bir oldu...Yine o sesi duydu... Sinek kafasındaydı.. O tertemiz, sapsarı saçlarında... Çığlık atıp deli gibi kafasını sallamaya başladı.. Her yer kahve olmuştu ama umurunda bile değildi.. Tek düşündüğü şey kafasının etrafında dönüp duran o iğrenç sinekti.. 

6. Bölüm:
Sineğin eve ilk geldiği günün üzerinden günler geçmişti.. Defalarca ilaçlama yapılmasına rağmen kurtulamamışlardı ondan.. Üstelik sineği tek gören de oydu.. Yardımcısı etrafta dolaşırken sinek de kayboluyordu.. Sineği öldürmek için neredeyse her türlü yolu denemiş ama hep başarısız olmuştu.. Sinek sürekli başının etrafında dönmeye başlamıştı ve fırsat bulduğu her an da saçlarına konuyordu... Baktığı her yerde sinek vardı..Gözlerini kapattığında bile görüntüsü her ayrıntısıyla gözünün önüne geliyordu... Koskoca yeşilimsi gövdesinin üstündeki siyah kılları, iri onlarca minik kareden oluşan pörtlek gözleri, uzun boru şeklindeki ağzı, tiz sesi, uçarken oluşturduğu o cılız rüzgarı ve poposundan dökülen minik kurtcuklarla midesinin ağzına gelmesine neden oluyordu.. Canı hiç bir şey yemek istemiyordu.. Kaç gündür uyuyamıyordu da... Gözlerinin altında mor halkalar oluşmuştu.. Uyuyamıyordu çünkü sinek durmadan kafasına konuyordu.. Sadece konsa yine iyi... O iğrenç kurtlarından bırakıyordu güzelim saçlarına durmaksızın... Bu onu o kadar rahatsız ediyordu ki, kafasına her konduğunda koşarak banyoya gidiyor ve kafasının orta yerini neredeyse kazıyarak yıkıyordu.. Ne kadar yıkasa da ona temizlenmiş hissi vermiyordu.. Bir zamanlar babaannesinden ona yadigar kalan temizlik alışkanlığı bir diğer kabusu olmuştu.. İlerleyen günlerde sineği bir türlü yakalamayı beceremeyen, hatta sineğin varlığını bile kabul etmeyen yardımcısını işten kovdu.. Artık yalnız başınaydı.. Bir ilaçlama şirketiyle anlaştı...Tüm gün ev ilaçlandı.. O da bir otele gidip kafasını dinlemeye karar verdi.. Giderken içi çok rahattı.. Emindi.. Eve döndüğünde sinek olmayacaktı.. Otele gitti.. Odasına çıktı.. Kapısını açıp hemen kendisini yatağa attı.. Günlerdir uykusuzdu tek istediği şey uyumaktı..Yatağa uzandıktan kısa süre sonra başının etrafında o rüzgarı hissetti.. Bunun bir sanrı olduğunu düşünüp gözlerini açmadı.. Sonra o sesi duydu.. Ama bunun olmasına imkan yoktu.. Bu gerçek değildi.. Ve yine kafasının o noktasında onu hissetti.. Daha fazla dayanamayıp yataktan fırladı ve ışığa koştu.. Işığı açtığında dizlerinin bağı çözüldü.. Sinek.. Kafasının etrafında uçan o sinek..Hemen oteli terk etti ve evine döndü...

7. Bölüm:
Delirmeye başladığını düşünüyordu.. Sineği kendisinden başka gören olmamıştı şu ana kadar.. Ama gerçekti işte.. Sesiyle, görüntüsüyle gerçekti.. Aynada kendisine bakmaya korkar olmuştu.. Sineğin konduğu yerleri defalarca yıkaması yüzünden kafasının ortasında bir yara oluşmuştu... Canı çok acıyordu.. Ama orada bir yaranın olması kafasını daha çok yıkama ihtiyacı hissettiriyordu.. Günler geçiyordu... Uzun zamandır evden çıkmadığı gibi aynalara da bakmaz olmuştu.. Hayatta en çok sevdiği saçları artık ona en acı veren şey haline gelmişti.. Kafasının tam ortasında yusyuvarlak bir kellik oluşmuştu.. Kafasını o kadar çok yıkamış, o kadar çok silmişti ki artık o güzelim sarı saçları yok olmuştu.. Artık yaşamak istemiyordu.. Bu halde yaşayamazdı.. Sinek onu delirtiyordu.. Ondan kurtulmak mümkün değildi bunu anlamıştı.. Her şeye son vermeye karar verdi.. İntihar edecekti.. Günlerdir uykusuz ve aç olması da bu kararı almasında etkili oldu.. Ölmek istiyordu.. Yatağında oturmuş kendisini nasıl öldüreceğini düşünürken gözü dedesinden kalma daktiloya ilişti..

8. Bölüm:
O bir yazardı ve en azından bir veda mektubu yazmalıydı.. Sinek başının etrafında deli gibi dönüyordu.. Yakında bu işkencenin biteceğini düşününce rahatladı.. Daktilonun başına oturdu.. Daha ilk harfe bastığında sinek kafasının etrafında dönüp durmayı bıraktı ve hemen daktilonun kenarına kondu.. Daha önce sineği öldürmeyi o kadar çok denemiş ve başarısız olmuştu ki, artık karşısında duran sineği öldürmeye yeltenmiyordu bile.. Sonra bir anda beynine düşünceler yağmaya başladı...Bu güne kadar yazdığı hiç bir şeye benzemiyordu yazdıkları... Orada ne kadar yazdığını bile bilmiyordu.. Sabah gün ışımaya başladığında ölmekten vazgeçtiğini fark etti yalnızca.. Üstelik yazdığı süre içerisinde sinek bir kez olsun konduğu yerden kıpırdamamıştı.. İnanamıyordu bu başına gelenlere...Yazmaktan ve saatlerdir oturmaktan yorgun düştüğünü anlayınca yazmayı bırakmış ve yerinden kalkmıştı.. O anda sinek de harekete geçmiş tekrar başının etrafında dönmeye başlamıştı. Bir anda her şeyi anladı.. Tekrar oturdu ve yazmaya devam etti.. Sinek tekrar daktilonun kenarına kondu.

9. Bölüm: 
Günlerdir neredeyse durmaksızın yazmıştı.. Daktilo başında uyuyor, daktilo başında yemek yiyordu.. Daha önce yazdıklarına hiç benzemeyen ve okudukları içinde de en iyisi olduğuna emin olduğu kitabı yazıyordu.. Artık sineğin varlığına da iyiden iyiye alışmıştı.. Kitap onu öyle heyecanlandırmıştı ki, eskisi gibi temizlik düşkünü de değildi.. Bir haftadır duş almamış ama bunun farkına bile varmamıştı.. Canını sıkan tek şey kafasının ortasındaki kellikti..Yoksa artık orada hiç saç çıkmayacak mıydı.. Bunu düşündükçe canı sıkılıyor o yüzden kitaba daha da yoğunlaşıyordu..

10. Bölüm:
Günler geçmişti.. Kafasının üzerindeki yara kapanmış yalnızca ortadaki kellik kalmıştı.. Kitabının son sayfasını da bitirmek üzereydi.. Son cümlelerini de yazdıktan sonra kağıdı daktilodan çıkardı.. Tüm sayfaları iki elinin arasına aldı.. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı şimdi.. Sineğin varlığını bile unutmuştu.. Tam o esnada daktilonun yanına konmuş olan sinek kanatlandı ve kafasının kel olan orta yerine kondu.. O anda ani bir refleksle elindeki kağıtları kafasının ortasına indirdi...Sayfayı kafasından kaldırdığında kapak kısmına yapışmış ölü sineği gördü.. 

**Son**


26 Temmuz 2013 Cuma

Bir Kavganın Anatomisi


Yine Dolunay zamanıydı... Her dolunayda olduğu gibi yine beni zor günler bekliyordu.. Neden mi?  Çünkü Allah'ın cezası Ay, Dünyayı çekim gücüyle etkisi altına almış, biz dünyalılar da bu çekime yenik düşmüştük.., Tüm duyularımız kabak çiçeği gibi açmış vaziyette etrafta dolaşıp duruyorduk. Her zamankinden daha aç, daha sinirli, daha duygusal, her neysek daha daha daha daha fazlasıydık işte... İçimizdeki kurt adam uyanmış; pusuya yatmış, sinsice saldırmayı bekliyordu adeta... 

Ama ben tüm bunların farkındaydım. O sabah her zamankinden daha aç uyanmıştım.. Annemin hazırladığı kahvaltı tabağındaki her şeyi yemiştim. Hatta yumurtayı bile kabuğuyla yemiştim. ( Şaka şaka :D ) Sonra sokağa çıktım.. Güneş her zamankinden daha fazla ısıtıyordu sanki. Kavruluyordum.. Sonra otobüse bindim.. Koku duyum çıldırmıştı adeta... Otobüsteki doksan küsür kişinin her birinin ter kokusundan bi gün önce ne yediğini tahmin etmeye kadar vardırmıştım işi.. Her şeyi görüyor , işitiyordum.. Kulağımda kulaklık olmasına rağmen şoförün yanında duran adamla konuştuklarını, hemen arkamdaki sevgililerin birbirine fısıldadıkları aşk sözcüklerini, sağ yan kısımda oturan teyzenin yanında oturan gençle muhabbet kurma çabasını her şeyi duyuyordum.. Duyamadığım anlarda da insanların dudaklarını okuyordum.. Daha fazla dayanamayıp uyuyama karar verdim. Uyandığımda Bursa'ya varmıştık.. 

Otobüsten indim ve derse gittim.. Ders çıkışında da Şeyma'nın ısrarıyla Kahve Dünyası'na gittik ama hissediyordum işte.. Çok yakında bir şeyler olacaktı.. Sandviçlerimizi yedikten ve kahvelerimizi içtikten sonra kasaya yöneldik.. 

İşin aslı tek amacımız kasaya gidip hesabı ödedikten sonra evlerimize dağılmaktı.. O esnada kasadaki dişinin Şeyma'ya sert bir üslupla bulunduğu yerden çekilmesini söylediğini gördüm.. Kısa süren şaşkınlıktan sonra; "üslubunuza dikkat eder misiniz?" sorusuyla bombanın pimini çeken kişi ben oldum... "Sen" bana üslubuna dikkat et diyemezsin, diyordu.. Ama sürekli "sen" diyordu.. Biz "siz" diyorduk... Sonra fark ettim ki sürekli "sen" "siz" diyorduk.. Kim "sen" diyebilirdi.. Kim "siz" demeliydi... O an deli gibi gülmek hatta haykırarak kahkaha atmak istedim. Siz bana "sen" diye hitap edemezsin diyorduk.. Kimin umrundaydı ki... Ama bunun yanında o başka şeyler de diyordu.. Mesela sürekli yanında onu sakinleştirmeye çalışan iş arkadaşına dönüp "daha fazla dayanamayacağım, daha fazla kendimi tutamayacağım" diyordu.. Demekle kalmıyordu da bence.. Son derece samimiydi bu söylediklerinde...Artık koskoca avmnin tam göbeğinde ve dört bir yanı açık en üst kattakinden en alt kattakine kadar herkesin bizi görüp duyabileceği noktada çığlık çığlığa tartışıyorduk.. Herkes bize bakıyordu.. Kafenin Müdürü oralarda yoktu ve kimse onu bizden uzaklaştıramıyordu.. Üstelik artık kasa da yoktu aramızda.. Karşımıza gelmişti.. Hemen karşımda boyu neredeyse göğsüme gelen dişi tarafından tehdit ediliyorduk.. Biz iki kişiydik.. O tekti.. Ama kafa tutuyordu.. Dışarda görüşmek istiyordu.. İşin aslı daha tartışmanın 3. dakikasında pilim bitmişti.. Tüm enerjim kuş olup uçmuştu adeta.. Sanki ben ben değildim de bir kum torbasıydım.. Her şeyin bitmesini istiyordum.. Zaten iş nasıl bu noktaya geldi onu da anlamıyordum.. Diğer taraftan da deli gibi gülmek istiyordum.. Ama normal bi gülüş değil.. Kendimi gülmemek için o kadar sıktım ki, yanaklarım titremeye başladı.. Çevremizde bir sürü insan vardı artık.. Ama hiç kimse birbirini dinlemiyordu.. Biz konuşuyorduk, o konuşuyordu, güvenlik güçleri, avm yetkilisi herkes konuşuyordu.. Kimse birbirini dinlemiyordu.. Yere oturmak ve gülmek istiyordum.. Ama yapamıyordum.. Çünkü kasiyerin vücut dili her an saldıracağının habercisiydi.. En ufak bir boşlukta saçımıza yapışacaktı.. Seri hareketlerle koskoca avmnin göbeğindeki kafede ringe çıkmış boksörler gibi tüm gözler önünde paralayacaktı bizi.. Bu olaydan sonra başına geleceklerin de farkındaydı.. O yüzden daha korkusuz ve ataktı...Bir an bana doğru bir hamle yaptı o an keman kutumun neredeyse çenesinin altına geldiğini fark ettim... Uzun yıllardır dövüşmüyordum.. Üstelik kimseye vurmaktan yana da değildim.. Ama eğer saldırı gelirse kendimi korumak için buna mecbur kalacaktım... Mecbur kalacaktım ama kolumu kıpırdatacak halim yoktu.. Artık ilk ana nazaran daha az konuşuyordum çünkü konuşacak halim de kalmamıştı.. Tüm bunlardan sonra nasıl olduğunu anlamadığım bi şekilde onu bizden uzaklaştırdılar ve biz de danışmaya gittik.. Şikayet formları doldurduk...

 O kadar halsizdim ki, alelade bir form doldurup oradan alabildiğine çabuk uzaklaştım.. Eve vardığımda canlı ceset gibiydim.. Az kalsın bölgesine girdiğimiz kurda yem oluyorduk.. O olaydan sonra iki gün migren ağrısı çektim.. İki gün sonunda görünür zafer bizim olmuştu.. Kafe yetkilileri tarafından defalarca özür için aranmıştık.. Son telefonda da çalışanın iş akdinin fesih edildiğini bildirdiler.. Aslında daha tartışmanın ilk dakikalarında ben durumdan ve ortamdan kopmuştum.. Ne tartışma ne de kasiyerin işten çıkarılması umurumda değildi... Ben her şeyin farkındaydım.

Üstelik bana sorsalardı onlara da söylerdim.. Çünkü tüm bunların sorumlusu aslında Dolunay'dı...

**Son**

25 Temmuz 2013 Perşembe

Paranoya

Geçen gün Gemlik'ten Bursa'ya gitmek için otobüse bindim. Oturur oturmaz da Uykusuz'un yeni sayısını okumaya başladım. Çok geçmeden bir adamın tavana bi kağıt parçası sıkıştırdığını fark ettim.. Tavandaki klimanın kenarına dikkatlice bakınca; bunun el boyutunda dua yazılı bir kağıt olduğunu anladım. Önce şokla kağıda sonra da adama baktım. Hiçbir şey olmamış gibi gidip biraz ileride durdu.. O andan itibaren tüm ilgimi kazanmayı başarmıştı. Ayağında kundurası, çizgili kumaş pantolonu ve onun üzerine giydiği beyaz daracık atleti ile oldukça aykırı duruyordu.. Daha da detaya inince ensesine kadar uzanan saçlarını, son derece kaslı vücudunu ve kolundaki sembolü fark ettim... Bu tükenmez kalemle çizilmiş daire içine alınmış bir yıldız işaretiydi... Dur bakayım... O, o işaret "Kürdistan Bayrağı üzerindeki yıldız" değil miydi??? Tabi canım hani şu yuvarlak içindeki yıldız.. İşte o saniyeden sonra beynim deli dehşet komplo teorileri üretmeye başladı. Artık gözümü bile kırpmadan iyiden iyiye süzüyordum kendisini.. Elini nedensiz cebine atıp durması iyice kıllandırmıştı beni. Sanırım birazdan havaya uçacaktık. Acaba bombayı otobüsün bi yerine mi monte etmişti.. Çünkü üzerinde bomba olması mümkün değildi.. Diyorum ya işte daracıktı üzerine giydikleri... Acaba bir an önce kaçııın bomba var diye bağırıp herkesi indirse miydim otobüsten.. Ama o zaman da hemen ateşleyebilirdi bombanın fitilini.. Belki de sadece kendim sessizce otobüsten inip bu cinayete ortak olmalıydım.. Ama yoo.. Bunu da yapamazdım.. Belki, belki de kaderime razı olmalıydım.. Demek bunun için bu yaşa kadar gelmiştim.. Hemen kabullendim kaderimi.. O andan itibaren otobüsteki kişilere daha dikkatli bakmaya başladım. Kader ortağımdı onlar.. Hiç biri farkında değildi başına geleceklerden.. Yazık.. Halbuki benim son bir veda için biraz da olsa vaktim vardı.. Sonra baktım, ne çok genç vardı.. Bir kaç da yaşlı.. Herhalde yaşlıların çoğu yatağında uyurken ölmeyi geçirmişti içinden.. Neyse.. Bunları daha fazla düşünmemeliydim. Bugün son günümdü... Oooofff dedim sonra.. Sesli demiş olacağım ki birkaç bakışın bana yöneldiğini fark ettim.. Fena canım sıkıldı..  Son anımda aklımdan geçenlere bak dedim kendi kendime.. Çok keyifsiz olacak.. Acaba hemen ölür müyüm? Ya canım çok acırsa!! Belki de Yeşil Yol filmindeki fareli adam gibi hemen şoka girer ve hiçbir şey hissetmem. Hayır seyahat halindeki bir otobüste de eğlenceli ne yapılabilir ki? Diye aklımdan geçirirken, canlı bomba duracak düğmesine bastı.. Ne yani kendisi de bizimle gelmeyecek mi? Bizi öldürdükten sonra mutlu mesut yaşamaya devam edecek öyle mi? Derken otobüs durdu. O indi.. İndikten sonra sağa sola baktı.. Elini cebine atıp eski model telefonunu çıkardı.. O an hayıııııııırrr diye bağırdığım geldi gözümün önüne.. Ama bağırmadım. Sonuçta bu tamamen benim hayal dünyamın ürünü de olabilirdi. Yola devam ettik.. Artık o yoktu.. Çevredekilere baktım.. Her şey normaldi.. Bir tehlikeyi de böylece atlatmıştık işte.. Sanırım her şeyi gördüğümü ve planı deşifre ettiğimi anlamış ve saldırıyı durdurmak zorunda kalmıştı... Bir otobüs dolusu insanın hayatını kurtarmıştım. Son olarak tavana sıkıştırılmış kağıt parçasına baktım.. Sonra camdan dışarı.. Artık yola devam edebilirdim.

**Son**

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Ev Hali?

Hiç bir şey yapmak istemememe ( "mememe" kısmında baya oyalandığımı itiraf etmek istiyorum. Ne biçim bi dil bu ya, baştaki "hiç bir şey" kısmı zaten olumsuzluk ifadesi katıyor. Bu durumda "meme" yeterli olacak gibi geldi önce, sonra da yine de anlaşılmayabilir diye "mememe" şeklinde karar kıldım. ) rağmen,  bişey yapmalıyım, boş boş oturmamalıyım, diye yaygara koparan iç seslerime yenik düşüp blog sayfamın başına oturdum.

Rüyaların ciddi anlamda hayatımı etkilediği şu günlerde, bu sabah gördüğüm rüyanın da tam bir günün içine sıçtığını rahatlıkla söyleyebilirim. Hatta kabus diyeyim ben bu sabah gördüğüme.. Kendimi bildiğimden bu yana, hatıralarımda en çok yer eden, hatta diğerleri kusura bakmasın ama en çok sevdiğim kuzenim Özden'imin öldüğünü gördüm... Üstelik aileden kimse onun ölümünü önemsememişti.. O kadar çok ağlıyordum ki nefes alamaz olmuştum..Hani böyle bebekler ağlar da nefes alamaz kıpkırmızı kesilir, ortamda bulunan teyze de "vah katıldı çocuk" diye yorum katar ya, aynı öyle işte, katıldım ağlamaktan.. Sonra uyandım, bi baktım gerçekten ağlamışım, yastığım ıslanmış...Uyumaya devam ettim  ve kabuslar da devam etti..

Güne tamamen uyandığımda saat on olmuştu.. Kahvaltı niyetine hoşbeş gofretlerinden yedim.. Çünkü mutfağa gidip kendime bişeyler hazırlamaya ölümüne üşenmiştim.. Ankara'da oturduğumuz yıllarda binamızın alt katında gofret üretilen bi dükkan vardı.. Hep mis gibi vanilya kokuları yayılırdı sokağa, o dükkanın açık kapısından.. Zaten dükkanın sahibi Recep Amca bizim binada oturuyordu. Bu hoşbeş veya dokuz kat gibi değil, hani böyle yetişkin 1,90 boylarında abi adamın orta parmağı boyutlarında, uzun beyaz veya siyah gofretler olurdu.. Bilirsiniz işte.. Onlardan verirdi bize bazen.. Ama hiç bi zaman ısırarak yemezdim onları.. Hep böyle her bir katı birbirinden ayırarak, kremasıyla,  gofretiyle ayrı ayrı ilgilenerek. Aşırı tatlıdan içim bulanınca da annemin pazardan aldığı ve yemem için odama bıraktığı yeşil fındıklara meyl'ettim.. Fındıkları yerken beynim arka fondan "yine yeşillendi fındık dalları, zaten hep yeşildi fındık dalları" türküsünü çalıp durdu.. Bu esnada ben bu şarkının ne denli gerizekalı bi şarkı olduğunu düşünüyordum. Diğer taraftan da fındıkların çok lezzetsiz olmasına rağmen, yemeyi kesemiyor olmamın verdiği şaşkınlığı sorguluyordum. Neyse ki kapım çaldı ve bu sapık düşüncelerden kurtuldum.. Annem merdivenleri silen kadına para verecekmiş ama bozukluğu çıkışmamış.. O sayede odamın dört duvarı arasından çıkmaya cesaret edebilmiştim...

Don tişört evde dolanırken kapı çaldı.. O sırada babannem ve annem müsait olmadığından kapıya yöneldim. Kim o? dedim.. Üst komşumuz Hanım Teyze gelmiş.. Çekinmeden açtım kapıyı.. Salona geçtik..Muhabbet ederken yan komşularımızın da kahveye geleceğini öğrendim.. Bunun üzerine üzerime elbise geçirdim. Sonra tekrar salona gittim.. Sonra da babaanneme salça oldum. Sırtından yapıştım ve her adımda takip ettim. O sırada ensesini ve kulaklarını öptüm. Çünkü çok huylanıyor bunlardan. Ama bende aynı şeylerden huylanıyorum. Bu babaannemden, babama, abime ve bana geçen bi miras.  Babaannemi yeterince sevdikten sonra mutfağa annemin yanına geçtim. Annem el şakalarından hoşlanmaz. Küfürlü konuşmaz. Osurmaz. Geğirmez. Burnunu karıştırmaz. Güzel türkçe konuşur. Hep ölçülüdür. İnsan ilişkileri iyidir vs.. Hanım Teyze mutfakta sigarasını tüttürürken ben de yanındaki sandalyeye konuşlandım. O sırada annem bulaşıkları yıkıyordu. Ben de annemin poposuna bi şaplak attım. O da fırça attı.. Hoşlanmaz demiştim. Annem yüzünden ben de el şakalarından aşırı rahatsız oluyorum. Bana yapıldığında. Ama ben yine de babaanneme ve anneme yapıyorum. Hatta işi ileri götürüp bazen babama bile yapmaya yelteniyorum. Babam, abim ve ben huyluyuz demiştim. Yanlarımızdan aşırı huylanırız. Hatta babamın yanına uzanan ellerden sonra "ananı" lafını işitmemek işten bile değildir. Yine bu yüzden bende aniden biri yanıma dokunduğunda "ananı" derim. Neden mi? Biz babadan böyle gördük.

Şu an pc başında bu satırları yazarken, sanırım onuncuya dönen şarkıyı da sizinle paylaşayım.


Birazdan yan komşularımız İnci Teyze ve büyük kızı Gonca Abla da gelecek. Sanırım Annem ve Hanım Teyze kısır yapıyor. Sonra da türk kahvesi içilecek. Gonca Abla bana fal bakacak. Bizim binada herkes fal bakıyor. Her fal bakıldığında evde mutlu bir kalabalık olduğunu ve güzel bir elbise giydiğimi söylüyorlar. Bu; evde söz, nişan gibi bir organizasyona tekabül ediyor. 5 yıldır ne ben aynı şeyleri dinlemekten yoruldum ne de onlar söylemekten..

Aslında keman çalışmam lazım ama parmak uçlarım dahil her yerimde ağrı var.. Kemiklerimin içindeki iliklerin kımıl kımıl olduğunu hissediyorum.. Onlar bile gergin.. Yirmili yaşlarda değil de seksenli yaşlarda gibiyim.. Birazdan salonu geçip ıııhh, aaayy oooyy demeyi düşünüyorum bacaklarımı ve kollarımı ovalarken. Belki de tekrar uyurum.


16 Temmuz 2013 Salı

Amonyaklı Pasta

Yıl 1999, 31 Aralık günlerden...

Basbayağı çocuğum... Yılbaşının evde, televizyon karşısında, tüm aile bireyleriyle toplanıp tombala oynanarak geçirildiği yıllar...

Ama!!!

Her halde hiç bir yıl başı, 1999'u 2000'e bağlayan yılbaşı kadar büyük beklenti yaratmamıştı insanlarda..

MİLENYUM Çağı diyorlardı durmadan...

Televizyonda istisnasız herkes gümüş renginde giymiş.. Hatta o dönemler kariyerinin zirvesindeki Mehmet Ali Erbil'in saçları da o renge boyanmış :) Öyle bir izlenim yaratılmış ki, uçan arabalar, ışınlanma, ölümsüzlük gibi tüm bilimkurgu filmi materyali gerçekleşmek için, 1999'dan 2000'e geçmeyi bekliyor. Her şey tamam :D

Tabi saat 00:00'a 10 saniye kala televizyon eşliğinde saymaya başladık.. 10...4-3-2-1 heeeeyy falan dedik de bi bok olmadı. Mesela şu an kullandığım masa üstü 1999 öncesinden kalma :D

Hatta o son yılın hit şarkılarına göz atayım dedim de çok acayipmiş.. O yılı terk etmek hiç iyi gelmemiş bize... Aha onları da aşağıdaki videodan hatırlayabilirsiniz. ( Kabul bi kaç facia var :) )


Ama benim esas bahsetmek istediğim yukarıdakilerin hiç birisi değildi.. 1999 yılının son gününü benim nazarımda unutulmaz kılan tek şey annemin yaptığı o koca yuvarlak tepsi içindeki amonyaklı pastaydı :D Amonyak katkısı olan, yapılırken leş gibi kokan bi hamuru vardı bu pastanın. Hayır, şimdi düşünüyorum.. Bugün dolap silme dolu olsa, ağzıma tek lokma koymam o pastadan.. Yokluk zamanları demek.. 

Neyse, pastanın hazırlığı bir gün öncesinden başlıyor. O iğrenç kokulu hamur fırına sürülünce, mutfakta nefes almak güçleşiyor.. ( Amonyak kokusu nedeniyle ) Ama abimle kedi gibi mutfağın önünde dolanıyoruz.. Annem de mutfağa girip çıkmamızdan pek hoşnut değil, çünkü fırından çıkan kocaman yuvarlak amonyaklı pasta kurabiyelerini tırtıklıyoruz.. Pastanın güzel olması için o tepsi ölçüsünde açılmış yuvarlak kurabiyelerin kırılmaması şart.. Hatta yapılması zor olduğu için, yapılırken fazla fazla yapılıyor ki, bir sonraki seferde hiç hamuruyla uğraşılmadan direk kreması yapılsın... Genelde garibim kurabiyeler benim boğazımdan pasta kremasıyla buluşmaya hiç fırsat bulamadan 100 numarayı boylamış oluyorlar falan... Garip yıllar...

Tekrar 1999 yılı, 31 Aralık öğlen saatlerine dönüyorum.. Bir gece önceden hazırlanmış amonyaklı kurabiyeler bekletildikten sonra, kremasının yapılma zamanı gelmişti.. Ocağın başında en büyük tencerenin içinde kaynamaya koyulmuş kremanın başında, sandalye tepesinde, dibi tutmasın diye karıştırıyordum. Ancak aklım tencerenin dibini yalamaktaydı. Bir an önce krema olsun, pastaya dökülsün ve tencereyi kucağıma alayım istiyordum. O yıllardan kalma bir alışkanlıktır. Tencere, tabak dibi yalamaya bayılırım. Hemde böyle parmakla sıyırarak falan değil, direk tencereye kafayla dalıyorum... Hah, ne diyordum kremanın başındayım.. Baktım ki fokur fokur kabarcıklar çıkmaya başlıyor, anneme sesleniyorum.. Şimdi de sıra pastanın üzerine süs olsun diye serpilecek süs şekerlerinde... Annem arkasını döndükçe küçücük poşetinden bi miktar ağzıma atıyorum.. Şimdi benimle ilgili "ne kadar açgözlüymüş" diye geçirdiniz değil mi içinizden.. Öyle dediniz bana.. Demeyin.. Çünkü ben Amonyaklı pastayı bir bütün olarak sevmiyordum.. Ben Amonyaklı pastayı amonyaklı pasta yapan her bileşenini ayrı ayrı seviyordum.. Bu konu şu satırları yazana kadar yalnızca benim bildiğim bir sırdı.. Pastayı da son derece iştahlı yediğimden, hatta genelde pastanın hepsini ben yediğimden, bu durum kimse tarafından fark edilememişti. Artık bu büyük sırrımı açıkladığıma göre rahatça ölebilirim.

Hoşçakalın :)

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Rüya

Aşık oldum.

İnsan rüyasında gördüğü adama aşık olur mu? Oluyor musunuz? Bilemem...

Ben oluyorum işte..

Şimdi karşısına çıkıp durumu açıklasam..

Ben sana aşık oldum, bi süre idare edemez misin?

Nasıl olacak diye kafanı kurcalama hiç, kendini bana bırak.

Zaten korktuğun gibi değil hiç..

Sadece bir kaç kez sarılmam lazım, ama sıkıca böyle..

Sonra bi kaç öpücük, o da yanaktan.

Biraz da yanında kalayım..

Söz sonra toz olurum..

Tüm sorumluluk bana ait..


3 Temmuz 2013 Çarşamba

Kuklayım Ben

Oooofff...

Canım çok sıkkın gerçekten..

Böyle ipleri karışmış bi kukla gibiyim.. Elim ayağım birbirine girmiş durumda.. Yapmak istediklerim var ama yapamam.. Yapamıyorum..

Kendime kızgınım ben en başta.. Hep böyleyim ben.. Hep izin veriyorum başkalarına beni kırıp dökmesi için.. Sonra bi de yetmezmiş gibi, sanki haksız olan benmişim gibi etraftaki kırık dökük ne varsa toparlayıp eski haline getirme çabasına giriyorum..

Ben neden böyleyim....