18 Temmuz 2015 Cumartesi

Kıtlama Şeker

Kıtlama şeker... Bildiğiniz kesme şeker yahu... Burun kıvırmayın hemen. Şimdilerde içecek çeşidi bol lakin bundan çok uzak değil on - on beş yıl evvel meseleydi istediğini yeyip içesin... Giyinesin, gezesin... Çay vardı işte herkesin evinde... Sabah kahvaltısında çay, misafir geldi mi çay, yoruldun mu çay, üşüdün mü çay, yandın mı çay... Her derde deva idi... Çay... Ben kıtlama diyorum, siz kesme anlayın... Çaya katık edilirdi o şeker. Yanında bi'şey olması şart değil a... Kaç şeker? Tek şeker... Sonrası malum; kıt.... kıt.... kıt.....


16 Temmuz 2015 Perşembe

Çıplak uyuduğum bir gecenin sabahı:

Çıplak uyuduğum bir gecenin sabahı:

Gözlerimi araladığım an, saate uzanıyor elim.

Sonra fark ediyorum, "Ezgi" ile başlayıp uzayan satırları. Sonrası malum; bir çırpıda ama yarım yamalak...

Bir "eyvah" ile başlamıştı halbuki gün. Ayıramıyor uykusuz-bulanık aklım manayı. Karnımda hafif ağrı!

Sonra neden bilinmez -ki ben zaten hiç bilemem- fotoğraf berraklığında görüyorum o anları.

O anlar...

İnsanın kendisiyle olan kavgası hiç bitmezmiş gibi gelir bana. Belki bununla baş edilebilir. Peki itinayla dikip üzerime geçirdiğim o deli gömleği? Hani bir kolunda pişmanlık, diğerinde utanç olan...

Karnım, yok ağrı değil bu, düpedüz huzursuzluk....

O an zaman -çift başlı bir ejder-

Biri alevleriyle kül etmek için açmışken iştahlı ağzını, diğeri bir anne şefkati ile sarmaladı dört bir yanımı...

Çıplak uyuduğum bir gecenin sabahı:

Çıplaklık bedenimde mi, ruhumda mı?