27 Şubat 2015 Cuma

Zamana Sıkışmış

Hiç kaybolan bir eşyanızı veya paranızı koltuk arasına sıkışmış bulduğunuz oldu mu?

Belki daha önce defalarca sağda solda aradınız...

Bir süre sonra da kaybettiğinize kanaat getirip vazgeçtiniz ondan...

Bir gün, öylesine bir gün...

Salonda, aylardır üstünde oturduğunuz koltuğun arasından çıkıverdi ansızın...

Halbuki bu kadar yakınınızda olduğuna hiç ihtimal vermemiştiniz...


***

İşte tıpkı o eşyalar gibi dostlarım var benim...

Öyle zamanın bir köşesinde, kaybettiğimi düşündüğüm...

Zamana sıkışmış...

"kristal bir an" Öyle parlak, temiz, göz alıcı...

Zaman saklıyor ama yok edemiyor onları...


24 Şubat 2015 Salı

Biri 24 Şubat mı dedi?

Hayat garip.

Bir gün, ben doğduktan bir kaç yıl sonra, bir yerlerde -benden çook uzak bir yer- bir kız çocuğu dünyaya geliyor. Bambaşka aileler, ortamlar, şehirler...

Sonra bir gün geliyor, bir noktada buluşturuyor bu birbirinden habersiz, ülkenin farklı köşelerinde nefes alan bu insanları...

Yo.. Bu kadar basit düşünmeyin...

Hiç tanımadığınız birini evinize alır mısınız? Hele böyle bir zamanda... 

Siz düşünedurun ben devamını yazayım, daha doğrusu başlangıç kısmından günümüze...


***

Geçtiğimiz yıl, yaşadığım evden çıkmam gerekmişti. Çanakkale'de ev bulmanın neredeyse imkansız olduğu bir tarihte, bütçeme uygun, okul çevresinde bir ev... Günlerce taban teptim.. Günlerce internetten baktım, tanıdıklara haber saldım.. Yok yok...

Sonra bir tanıdık telefon etti. Yakın bir tanıdığının evi varmış.. Eski bir ev.. Eve bir girdim, çook eski bir bina, hani taş evlerden... Bahçenin içinde, giriş katı.. Annem de vardı. Mecburiyetten tuttuk sobalı evi... Ev ev değil örümcek yuvası... Benim ne derece örümcekten korktuğumu daha sonra uzun uzun yazarım ancak, hayatım boyunca o kadar örümceği bir arada görmediğimi ifade edeyim. Hayal edin işte.. Anneciğimle eve girdik iki gün ağ temizledik, perdeler vs.. derken ikinci güne ne ağ ne örümcek kaldı diye içime bi ferahlık çöktü. Kısa bir süreliğine alışveriş için evden çıkmamız gerekti. Döndüğümüzde pencereden yere kadar koskocaman bir örümcek ağı karşıladı bizi üzerindeki koca mahlukla birlikte... Sanki yarım saat değil de 3 yıldır yoktuk evde... Şok olduk resmen... Sinirimden ağlamaya başladım.. Evin okula uzak olmasına, kötü bir muhitte olmasına hatta sobalı olmasına da razıydım ama örümceklerle baş edemezdim.. Annem teselli etmeye çalışıyordu ama bir kere sinirlerim bozulmuştu... Sonra yapamayacağımıza emin olunca ev sahibine çıkmak istediğimizi ilettik. İki gün sonra çıkmak üzere anlaştık. 

***

Hayat tesadüflerden ibaret mi?

Ev sahibinden hemen sonra, facebooktaki sahibinden sayfalarından birinde bir ilan gördüm. Evine ev arkadaşı arayan bir kız... Hemen aradım, evdeydi, bekliyordu. Hiç zaman kaybetmeden çıktık örümcek yuvasından.

***

Kul sıkışmayınca hızır yetişmezmiş!

Hızır baba bu sefer Dilşad kılığına bürünüp dardaki Ezginin karşısına çıkmıştı...

***

Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz!

Böyle koskocaman bir oda, kooskocaman bir teras ve koskocaman bir pencere, alabildiğine gökyüzü... Üstelik dubleks daire...

Anlaştık.

***

Bir haftada üç kez ev taşımak...

Deyim yerindeyse götü başı dağıtmışım... 

Eşyaları asansörsüz üç kat çıkarmamız gerekiyor, anneme kıyamıyorum.. 

Bir baktım incecik bilekleriyle "Hızır Acil" yetişmiş :) Hiç gocunmadan ne uğraşıcam abi ya demeden, kendine başka iş üretip kaçmadan, içten yardıma koşuyor. Allah Allah diyorum kendi kendime.

Neden?

Çünkü insanlara zerre kadar güvenmiyorum. Her işin içinde bi ibnelik arıyorum. ( Kendim kötü niyetli olduğumdan olabilir. )

Yazın sıcağı, yorgunluktan bayılacağım neredeyse.. Koştu su getirdi.. Bir bardak içtim yetmedi.. Bi tane daha getirdi...

İşte daha o an içime siniverdi haliyle hareketiyle..

Ben ki kolay kolay ısınamam kişilere... Tamam dedim bu kız içli.. 


***

Araya koca tatil girdi. Adı tatil ama ben okulun ilk haftasına kadar köpek gibi çalıştım. Çanakkale'ye dönmeye bir hafta var. Yakın bir dostumdan telefon geldi. Çok müşkül durumda.. Kalacak yeri yok.. Ne yapalım ne edelim derken, e dedim ben evi tuttum ya.. Bi anahtarı yok, pek eşya yok ama ben de geliyorum yakında sen git benim yeni eve orda kal.. 

Sen....; hiç üşenme, sırf benim arkadaşım diye, git kaldığı pansiyondan al, koca koca bavullarını taşı getir eve.. Yedir, içir, yerleştir, ilgilen... Yahu Allah da biliyo ben kendim bu derece ilgilenmiyorum bana gelen gidenle.. Yapımda yok arkadaş.... 

***

Çok değil 5 ay... Sadece 5 aydır birlikte yaşadığım bir insan... 

Ama gerçekten insan...

Mesela sarılmaktan, öpmekten yani sevmekten korkmayan bir insan....

Var mı ötesi diyorum bazen...

Yahu nasıl bir bilseniz.. Yalnızca üç gün gördüğü bir sevdalısı var bir bilseniz... Nasıl sevmek, nasıl bağlanmak! Deli işi, karasevda işi, yürek işi anlayacağınız.... Hep diyorum deli bu kız diye...  Deli bu kız.. deli deli deli.... 

Sonra hassiktir ordan diyorum... Ne delisi? Sevmeye korkmuyor işte... Bi tek sen mi kırıldın? O hiç üzülmemiş mi bu zamana kadar? Gülümsüyorum sonra... Sevgili diyorum kendi kendime... Tamam belki biraz da kaçık ama aslında düpedüz Sevgili bu kız...

Sevgili Dilşadcığım benim :)

***

Öğretmen sonra... Ama nasıl biliyor musunuz? Anne anne... Sanki öğretmen değil de anne.. Öyle sevecen... Öyle bir kucak açmış ki yavrularına, sanki dünyadaki tüm bebeleri sarıp sarmalayacak... 

Sonra diyorum ulen sen de öğretmen olacaksın sözüm ona! Bi çıtırından kıskanıyorum da belli etmeyin şimdi.

***

Dağınık mı dağınık sonra. Tıpkı ben! İyi bulduk birbirimizi ha diyorum. Valla başkası olsa kan çıkardı ama tencere kapağız arkadaş!

***

Ben ne derece takıntılıysam o o derece relaks.. Düşün, saç kurutma makinası yerinde değil diye olay çıkarıyorum, sakin şampiyon diyo bana. Ulen başkası olsa çıkarmıştı len beni evinden... Tüm takıntılarıma manyaklıklarıma da göz yumuyo ayrıca. Canım benim.. Ben de azıtmıyorum ama bak törpülemeye çalışıyorum çıkıntılarımı :)

***

Tabi kötü yönleri de var... Mesela sırtıma masaj yapmıyo. Tamam çok nadir yapıyo. Daha çok yapsın istiyorum. :D 

Sonraaa... Ayy bak yazken bile tüylerim diken diken oldu... "Ayyyy" çığlığından sonra gelen o sevişme nöbetleri yok mu... İlla sıkıştıracak bi yerlerini, illa elleyecek. İçi rahat etmiyor. Dedim ya sevgili. Çok sevgili. Sevgisi taşıyor, o esnada yanında olana geçmiş olsun. 

***

Ev arkadaşının evde olmayanı makbuldür.

Tamam, arada sessizlik iyi geliyor, kafa dinliyorum falan da, arada bir evin olduğunu da hatırlasan be kardeşim. Bi sofrada oturup muhabbet etsek...Yeri gelmişken :D

***

Herkese küfür edemezsin. Küfür etmek bir ayrıcalıktır. Küfür dediğin tek kale maç gibi olmalıdır. Çekişmeli. Karşılıklı ettiğimiz küfür atışmalarını yediğim...

***

İçten bir de... Arkadaşlarımla tanıştı hep.. Her bi taraftan ekleşip takipleştiler. Sizce kıskanmalı mıyım? :D

***
Güzelim benim, nasıl kötü yoğun bir gün geçirdim. İnan kafan,hafızam yerinde değil. Herkes kendince bir şeyler üretebiliyor. Ben de kendimi yazarak ifade edebiliyorum daha çok...

Ne güzel; doğdun, büyüdün, okudun, şimdi ayaklarının üstünde duran, yüreği kocaman bir genç kadın oldun..

Ne güzel bir tesadüftü karşılaşmamız..

Biliyorsun doğum günlerini pek önemseyemiyorum. Belki üşengeçliğimden... Lakin seni önemsiyorum..

Bu yaşında, senin için dilediğim tek şey; hayatının da kalbin gibi olması...

Romantiklik olsun diye değil.. Biliyorum nasıl saf, içten, duygu dolu bir insan olduğunu... 

Bu yaşında daha çok şey paylaşabilmek ümidiyle.... 

Seni seven ev arkadaşın Ezgi....

Vahide Dilşad Korkmaz

16 Şubat 2015 Pazartesi

Deniz aşkına!!!

Çanakkale'ye geçtiğimiz yıl öğrenci olarak geldim... Bölümümün bulunduğu bina Merkez'de, denize uzaklığı da beş dakika... Doğaya, denize aşık her insanın yapacağı gibi benim de ilk keşfim Kordon idi... Şehre ilk defa gelip de Kordon'a hayran kalmayacak birini düşünemiyorum... 

Deniz öylesine berraktı ki şaşırdım. Bursa'nın Gemlik ilçesinde yaşayan biri için alışılageldik bir manzara değil ne de olsa... Üstelik yine deniz kenarında Belediyeye ait Golf Çay Bahçesi var... Bira bile içebiliyorsun, çay desen bardağı 50.-krş...

Allah Allah dedim kendi kendime...Türkiye'de boğaz manzarası dendiğinde benim aklıma en başta lüks gelir. Bir ucu İstanbul'da diğer ucu Çanakkale'de olan hani... Lüks diyorum çünkü boğaz kenarında ev sahibi olmak, mekan sahibi olmak bir yana dursun, o kısımlardaki mekanlarda bulunmak bile meseledir. Belli bir maddiyat gerektirir.

Gerektirmiyordu işte... Canım şehir dedim... Güzel Çanakkale... Canım ne zaman sıkılsa hemen kendimi deniz kenarına attım... Nefes alamadığımı hissettiğimde boğaza gittim.. Serin rüzgarıyla kendime geldim.. Sevinç, üzüntü, gözyaşı, kahkaha hep oradayım...

Tabi yaz tatili girdi araya memlekete döndüm. Eylül ayının sonlarına doğru da gelip ev yerleştirdim.. Bir akşam geç vakit çıktım sahile.. O ahşap kısma... Hani o güzelim manzarayı yaslanıp da izleyebilelim diye yaptıkları ahşap korkuluklara... Denize baktım üzerinde koskocaman bir platform var... Gece ve gözlerimdeki astigmatın etkisiyle tam olarak kestiremedim ne olduğunu... Sonra da ( müzik bölümü okumamın etkisiyle olabilir ) deniz üzerinde sahne kurulabileceğini düşündüm.. Önemli bir olay kutlanacak galiba diye geçirdim aklımdan... Sonraki süreçte uzun zaman gündüz saatinde uğrayamadım deniz kenarına...

Neyse, lafı çok dolandırmayayım. Meğer o koskoca platform sahne değilmiş. Meğer denizin üzerini kaplayan o koca demir yığını fıskiyeymiş. 

Fıskiye!!!!!!

İnanamadım yahu!!

Çanakkale Ticaret ve Sanayi Odası yazıyor bir de koca platformun üstünde. 

Buyrun resimler aşağıda:




Şimdiiiii..... 

Bu çok saygıdeğer büyüklerimiz düşünmüş taşınmış, Çanakkale'limizi eğlendirelim diye sırf haftanın iki akşamı yarımşar saatten, toplamda bir saatlik bir show!!! için bu ucubeyi gelmiş dikmişler denizin üstüne.

Neden diye sordum kendi kendime önce...

Neden bunu yapıyorsunuz?

Sizin doğa ile alıp veremediğiniz  nedir? Hangi zihniyetle böyle bir adım atılmıştır?

Neden doymuyorsunuz betona, demire?

Bana şunun mantığını açıklayabilir misiniz??

Benim doya doya denize bakma hakkımı ne için elimden aldınız?

Sizin reklamınızı yapma derdiniz benim umurumda değil... 

Deniz halkın biricik hakkıdır... Hiç bir şahıs, hiç bir kurum menfaatleri doğrultusunda bu hakkı elimizden alamaz. 

Bu konu için kampanya başlatmaya karar verdim. Buradan da duyurmak istedim. 

Uçsuz bucaksız denize bakmanın keyfi ayrı, baktığında karşıyı görebilmek ayrıdır... Denizin üstünde martı, kayık, gemi görmek istiyoruz. Ucubenizi değil!!!!

Ucubeden önce.....

Saman Alevi

Bunalıyorum!

Düşündüklerimi yazıya dökmek çok kolay değil şu an için... Geldiği gibi dertleşmek istiyorum...

Geziden bu yana, genç nesil olarak tepki verebilmeyi öğrendik.. Direnmek nedir, sokaklara dökülmek nedir, bedel ödemek nedir fikir edindik...

Peki ne oldu?

Sonuç olarak bize geriye kalan nedir?

Neye engel olabildik?

Vatandaşlık haklarını bir kenara bıraktım, insanlık haklarımızı bile söke söke aldılar elimizden...

Son bir buçuk yıl içinde ne kayıplara uğradık...

"Furya" diyorum artık... Şimdi de Özgecan furyası başladı...

Hepimiz kin kustuk, sokaklara döküldük, sosyal medya aracılığıyla konuyu tartıştık...

Son saatlerde ünlü şahsiyetler bu vahim durumdan nemalanmaya bile başladı!

Hayır... Ben bunlardan çok sıkıldım...

Özgecan için artık çok geç... Çok üzgünüm ama gerçek olan bu...

O ne ilkti ne de son...

Bu sebeple gerçekten bunun bir furya gibi gelip geçmesine izin vermemek bunun için savaşmak gerekliliğine inanıyorum.

Ateş düştüğü yeri yakıyor, hepimiz üzüldük etkilendik belki ama kimse yemeden içmeden kesilmedi, gülmeyi unutmadı değil mi?

Bir gün bizim başımıza da gelir korkusuyla değil, o "bir gün" kimseye uğramasın, takvimlerden silinsin diye...

Ne olursunuz...


( Aslında bu yazı yalnızca bir suçlama değil aynı zamanda bir özeleştiridir! )


14 Şubat 2015 Cumartesi

bi çay demleyim de


içine tüküreyim...

bu yalan dolandan nasıl sıkıldım....

neyi sevip neyi sevmediğini bilmez mi insan...

iki kelam edemeyecekleri istemem artık yanımda yöremde.

gözüme hoş gelmeyeni görmem...

kulağımı tırmalayanı duymam daha....

çay demler, düşüncede demlenirim...

sade...

samimi....


11 Şubat 2015 Çarşamba

perşembenin gelişi




İsmini hatırlayamadığım filozofun bahsettiği boş levha gibi kafam.. 

Uykum var aslında.. Bi yatağa yatsam bi uyusam tüm bu hislerden arınmış olacağım ama yatamıyorum... Perşembe oldu iki saat yedi dakika önce..  Üç gün sonra okul açılacak.. 

Sınırlar, diyorum...

Evrendeki dünyayı düşünüyorum. Sonra kıtalar, ülkeler, şehirler, ilçeler, semtler, aileler, fikirler... 

Sonsuzluğun içinde sıkışıp kalmak ne garip!

İçimde tarifsiz bi üzüntü var..