25 Eylül 2012 Salı

Ankara

Uuuuuufffff.... 

Aslında bu yazıyı Ankara'dan döner dönmez yazacaktım... Ama bir türlü elim varmadı..

Neden bilmiyorum ama Ankara'yı hiiiç sevmiyorum.. Belki denizi olmadığı içindir.. Aslında bu hayatta en sevdiğim ve değer verdiğim insanların bir kısmı Ankara'da yaşıyor..

Demetgül Mahallesi, Ankara

Ankara'da ilk günüm çocukluğumun geçtiği Demetgül Mahallesi'nde başladı.. Uzun yıllardır uğramadığım mahallemizin başında bi anda bambaşka bir havaya girdim.. Yokuşun başından aşağıya doğru yavaş yavaş ilerlerken bir zamanlar kahve olan bir dükkanın şimdi sanat evi olduğuna, manavımızın yerine berber dükkanı açıldığına, çocukluğumuzun bakkalının kapandığına şahit oldum... Ama beni en çok derinden etkileyen ve üzen olay Demircan Pastanesi'nin kapanmış olmasıydı.. Camlarına gasteler yapıştırılmış, demir parmaklıklar geçilmişti.. Parmaklıkların rengi hala mavi-beyazdı.. Oysa bizim bitanecik Ley-Buz'cumuzdu Demircan Pastanesi.. 

Biraz daha ilerlediğimde deliler gibi hoplayıp zıpladığımız, evlenmecilik, doktorculuk, annecilik-babacılık ve yakantop oynadığımız, ip atladığımız arka bahçelere gözüm kaydı.. Kaldırımın başında durmuş orada arkadaşlarıyla oynayan Küçük Ezgi'yi ve Hasanali'yi ( biricik abim ) gördüm adeta.. Gözlerim dolu dolu oldu.. ( Bu aralar çok duygusal olduğum için veya abimi çok özlediğim için olabilir.. ) 

Sonra çocukluğumun geçtiği evin önünde durdum... O bize koooskocaman gelen evin önündeki alana baktım.. Meğer ne kadar da küçükmüş.. Sonra başımı kaldırıp balkonumuza baktım.. Artık evimizde beyaz ahşap kapı ve pencereler yoktu.. Pimapendi her yanı... İtici geldi.. Oradan uzaklaşırken hemen küçük oda tarafındaki balkona kışları odun yığdığımız geldi aklıma.. Ve odunların arasına yuva yapan güvercinler.. Nasılda heyecanla beklerdik yumurtaların kırılıp civcivlerin çıkmasını...

Sonraa..biraz ilerideki büyük boşlukta durdum... Kurban Bayramlarında o yıllarda hayvanlar sokakta kesilirdi.. Biz de o kesim senin bu kesim benim koştura koştura izlerdik.. Her yer kan gölüne dönerdi.. O çocuk halimizle hiç korkmadan izlerdik tüm bu vahşeti.. Artık hiç dayanamıyorum böyle manzaralar görmeye doğrusu...

Nihayet amcamın evine vardım... Tabi burada da anılar peşimi bırakmadı.. Asansöre binince hemen 6 yaşındaki Ezgi oluverdim.. Bayramlıklarımı giymiş, şeker ve paraları toplamak için kapı kapı gezdiğimiz ve asansör bozulunca zırladığımız o gün geldi gözümün önüne...

Bu sefer asansörde kalmadım. 6. kattaydım. Sevgili Amcamın evi.. Evet. Ankara ziyaretim sebepsiz değildi. Amcam gırtlak kanseri illetine yakalanmıştı ve bende onu görmeye gelmiştim. Çok zayıflamıştı, zor konuşuyordu... Daha yeni kanseri atlatmıştım.. Anlıyordum acılarını, korkularını.. Kolay değil ölümdü kapısını çalan.. Kalbim acıdı.. Ne kadar değerli olduğunu göstermek isterdim ama yapamadım.. Onu bile görebilecek yada görmek isteyecek güçte değildi belkide.. 2 gün sonra hastaneye gidilecekti.. Uyumaya, dinlenmeye çekildi odasına.. Bizde kuzenim Ersin'le dışarı çıktık yemek yemeye.. Gece geldik uyuduk hemen.. Sabah Ersin işe bende ev temizliğine giriştim.. Öğleden sonra işlerim bitmişti, son olarak Amcamın hastane çantasını hazırladık birlikte ve bende evden çıktım Kızılaydaki diğer kuzenim Berfu'nun yanına gitmek üzere..


deppo

Sonunda ( aramızda kalsın enn sevdiğim kuzenlerimden biri diyebilirim ) Berfu'nun yanındaydım.. Şöyle sessiz sakin bir yere gidip son günlerde hayatımızda olan bitenin durum değerlendirmesini yaptık..Bıdır bıdır konuştuktan sonra saat ilerleyince Berfu'nun amcası benimde Kuzenim olan Meşrutiyet Caddesindeki "deppo" 'nun sahibi Özcan Abinin ( 45 yaşında ) yanına gittik... Şansımıza mekan kapalıydı... Sadece Özcan Abinin bi kaç arkadaşı ve biz vardık.. Sanki mekan bize kapatılmıştı...Gecenin Dj'i de ben olmuştum.. Diyebilirim ki 14 gün boyunca İzmir'de ve Ankara'da geçirdiğim günlerin ennn keyiflisi ve eğlencelisiydi.. Bir arada ve istediğimiz gibiydik.. Deli gibi dans ettik.. Karnımız ağrıyana kadar güldük.. Komiklikler yaptık.. Birbirimize sarıldık.. Bazen derin konulara daldık...  Ve yine olan oldu.. Bu sefer de acaba Dj mi olsam demeye başladım.. Ama gerçekten çok keyifli bi iş olduğunu düşünüyorum. Sonra vazgeçtim, kimse endişelenmesin :)

O akşamdan bi şarkıyla mola verip, yazıma devam edeceğim :)



O güzel ve tüüm kötü elektriğimizi attığımız geceden sonraki gün, amcamın hastaneye yatırılacağı gündü.. Yeniden KBB kliniğine gidecektik.. Böyle zamanlar ( insana en ihtiyaç duyduğunuz zamanlar ) aile olarak en kenetlenmeniz gereken, en çok birbirinize destek olmanız gereken zamanlardı.. Orada olmak istedim. Gözünden yaş gelirse silmek, sırtını sıvazlamak istedim.. Kolay olmadı.. Orada bulunduğumda henüz kapanmayan yaralarım bi kez daha kanadı... Bir kez daha korkularım tüm bedenimi sardı.. Tek yapabildiğim içimden yalvarmaktı. Çok acı çekmesin, gücünü kuvvetini kaybetmesin.. Saatlerin ardından hastaneden çıkan ezgi değil bir enkazdı... Nefes almaya bile halim kalmamıştı.. Sadece ağlamak istiyordum.. Yanlızca işin Hasta tarafında olan ben, ilk defa bir refakatçinin hislerini tatmıştım.. İşte o gün anladım Annemle Babamın neler çektiğini..Canım bir de onlara çektirdiklerim yüzünden yandı.. 

Sonraki gün kendime gelebilmek pek kolay olmadı, ancak öğlene doğru uyanabildim.. Sonra Berfu'yla kahvaltı etmek için evden çıktık.. Çok güzel bir kitap kafeye gittik... Çok güzel bir bahçede kitaplık manzarası eşliğinde kahvaltımızı yaptık, sonrada bir kaç sahaf dolaştık..Kitapları neden bu kadar çok seviyorum bilmiyorum ama çocukluğumdan beri annem ve babamın elinden düşmemelerinden olabileceği kanısındayım... 

Fenerli Ağaç
O günün akşamı Galatasaray'ın Maçı vardı, bizde bir bara gidip bişeyler içelim dedik... Yoldayken fenerli bi ağaç gördük.. Öyle etkileyiciydi ki, sizinle de paylaşmak istedim.. Sokakların kalabalığına rağmen henüz erken olduğu için bar sakindi.. Üç kız oturup bişeyler içtikten sonra film izlemek üzere evin yolunu tuttuk.. Film izlemeye bayılan ben, daha filmin 5. dakkikasında derin bir uykunun kollarına atmıştım kendimi...

Ertesi sabah uyandığımdan kısa bir süre sonra Ankara'daki dayımla telefonlaştık. Akşam onlarda kalmayı kararlaştırmıştık daha önceden.. Ama çok uzakta oturuyorlardı.. Açıkçası yol gözümde büyüdüğünden onları en sona atmıştım. O gün Kızılayda işi olduğu için beni alacaktı.. Buluştuk, uzun bir yolun ardından evdeydik.. Dayımın dünyalar güzeli iki tane kızı var Nazlıcan ve Özüm.. Nazlıcan Lise son Özüm Orta 1'e gidiyor.. Ama nasılll cimcime bir kız olduğunu anlatamam.. 2 gün boyunca hep kendisinin elbiselerine baktık, abur cubur alışverişi yapıp deli gibi jelibon ve cips yedik... Artık ayrılma vaktimiz gelmişti.. Ayrılmadan öncede son alışverişimizi yapıp eve geldik.. Saat 16:00'da arabam kalkacaktı... Özüme teşekkür etmeliyim çünkü sanırım son 15 yıldır hiç ağızda patlayan şeker yememiştim... Enteresandı...
Patlayan Şekerli, Meyveli Yoğurt..
İşte böyle :)

Herkese iyi geceler....

Ezgi Özcan^^


 

1 yorum:

  1. Çocukken çok büyük diye anımsadığımız bahçeleri ,evleri,avluları,yıllar sonra ziyaret ettiğimizde çoğu kez çocukluk imgelemimizin bizi yanıltmış olduğunu görür,gördüklerimiz karşısında hayal kırıklığına kapılırız.Hiçbirşey bizim hatırladığımız ve sandığımız kadar büyük ya da geniş değildir.Bizi yanıltan çocukluktur,diye düşünürüz.Belki de büyümemiş çocukların hayatları boyunca yanılmaları bu yüzdendir...Murathan Mungan "sairin romani"

    YanıtlaSil