3 Eylül 2012 Pazartesi

Nerden Başlasam Bilemiyorum..

Herkese Günaydın...

Öyle bir hafta sonu geçirdim ki.. Yazmak istediklerimi toparlayabilmem açısından hemen bir şarkıya başvuruyorum :)



CUMA ( Mehmet ve Selin'in Düğün Gecesi )
O gün saat 12'den itibaren hazırlanmaya başladım.. Sonuç güzeldi; elbisemle, saçımla, makyajımla tam istediğim kıvama gelmiştim.. Babam düğün mekanına bıraktı beni... Sonrasında direk gelin-damat odasına girdim.. Çünkü daha önceki yazımda bahsettiğim gibi eski sevgilim Taner'de oraya gelecekti.. En son hastalığımı öğrendiğimde bir araya gelmiştik ve yine ayrı düşmüştük..Ben geldikten on beş dakika sonra o da geldi.. Oradaydı işte.. Tanıdığım, güvendiğim, sevdiğim kişiydi o.. Tabi tahmin edersiniz ki birlikte düğün salonuna girip, aynı masada oturduk.. Gece boyunca da eski defterler açıldı, olayların üstünden bi kez daha geçildi.. Düğün bittikten sonra gelin ve damat hemen eve gitmek istedi, anlayış gösterdik :) Biz de genç grubu olarak Bursa'da Leman Kültür'e gidip birer kahve içip eve döndük.. Yine el eleydik, yine mutluyduk...

CUMARTESİ ( Tilki = Kürkçü Dükkanı )
Birçoğumuzun hayatında olmuştur hem tilki hemde kürkçü dükkanı rolünü üstlendiği bir ilişkisi... Benim tilkim de kürkçü dükkanım da Taner'di işte.. Yine ayaklarımdan boğazıma kadar yükselmişti ona olan sevgim, özlemim.. Akşam 6 ya kadar gemlikte olacaktım, birlikte vakit geçirmeyi kararlaştırmıştık.. 12 gibi evin önünden arabayla aldı beni ve Armutlu'ya gitmek üzere yola çıktık.. Yolda her zamanki gibi hiç durmadan konuştuk, salaklıklarımıza katıla katıla güldük, ben rahatça ağladım o da içtenlikle teselli etti.. Armutluya vardık... Çok şirin bir yerdi. Sahilini el ele gezdik.. Sonra bi simitçi gördüm, Türk filmlerindeki gibi simit - ayran yaptık ( aslında bunu sadece ben yaptım :) o simit sevmez de :) ) Sonra gördüğümüz şirin bi kafeye oturma kararı verdik.. Hemennn  tavla söylendi.. Yıllardır tavla oynadığımızda tek idda konusu olmuştu.. O da 1 günlüğüne kazananın kölesi olmak.. Ne isterse yaptırabiliyordu sana böylece.. Normalde iyi tavla oynarım ama 4 - 4 iken o kazandı :) Ama saat geç olmuştu.. Tekrar sahil şeridinden yürüye yürüye arabaya gittik ve beni eve bıraktı... Böylece vakit darlığından kölelikten yırtmıştım :) Mutluydum..

Eve geldiğimde halam ve kuzenim bizdelerdi.. Halam çok iyi fal bakar.. Bende fırsatı kaçırmadım hemen bi kahve içip çevirdim.. Evleneceğim kişinin 3 kardeş olduğunu ve uzun boylu olmadığını söyledi.. Bahsettiği kişi Taner'e hiç benzemiyordu.. O an öyle içim acıdı ki, ağlamak istedim.. Sonra da buruk ve sessizce duşa attım kendimi.. Birazdan İstanbul'a gitmek üzere yola çıkacaktık, hazırlanmalıydım..

Babam da gelmişti.. Artık yola çıkmak için hazırdık.. Ama ben sıkıntıdan patlamak üzereydim.. Oldum olası aile düşkünü bi insan olamadım.. Yani gerçekten çocukluğumdan bu yana mevcut olan bir durum.. Nedenini bilmiyorum ama böyle ailecek yapılan aktiviteler beni hep germiştir.. Yine aynı durum meydana gelmişti.. Yıllardır bu İstanbula gidip akrabalarla zaman geçirme taleplerini; çalışıyorum, haftada bir gün iznim var, hastayım gibi bahanelerle atlatmıştım.. Ama bu sefer kaçış yoktu.. Tabi huysuzluklarımı da yaptım.. Sonra dünyalar tatlısı Çiğdem ve Hüseyin çiftinin evine gittik.. Çok cana yakın hatta harikulade insanlardı.. Yoldaki stresimi neredeyse atmıştım.. Kendimi duygusal ve bedensel olarak bitkin hissediyordum, erkenden kalktım yanlarından uyumak için...

Gece canımın içi, biricik sevgilim, çılgın profesörüm babaannemle aynı odada yatacaktık.. Tek bir sorun vardı o da pamuğumun horlamayla karışık poflaması :D Yani  horlamıyordu da poff'luyordu bizim yavru :) Şimdi gülerek yazdığıma bakmayın öyle anlarda cinnet halinde oluyorum :) Bir de yıllar önce babaannemle aynı odada kalırken yine horlardı da babanne diye seslendiğim an sesi kesilir yarım saatte çıtı çıkmazdı.. Artık kulakları iyi duymadığından 10 kez babaanee diye bağırsam da faydası olmuyor.. Bende savaşmayı bıraktım ve uyumaya çalıştım.. Haliyle sabaha kadar kabus gördüm..

PAZAR ( Biri kabus mu dedi ? İşte kabusun gerçeğe dönüştüğü gün )

Gelmesini hiç istemediğim güne uyanmıştım işte.. Ölümüne mutsuzdum.. Az sonra gitmek üzere yola çıkacağımız yeri düşününce bile tüylerim diken diken oluyordu.. Hemen izah edeyim.. Babamların Erzincan Tercan köyü sakinleri yöresel tanışma - kaynaşma hikayesine bi piknik düzenlemişti... Allahımmm hiçç sevmiyorum ben böyle şeyleri... Hele bir de piknik dendiği zaman direk aklıma açık cezaevi geliyo.. Gidiyosun bi dağın başına kaçsan kaçamazsın, uzaklaşmak istesen bir yere kadar, elin mahkum cezanın bitmesini bekliyorsun.. Bi gittik mezarlığın hemen yakınlarında çam ağaçlarının olduğu bi tepe.. Nasıll esiyor herşey uçuşa geçmiş durumda.. Sabahın 9.30 unda mekana varmışız.. Daha akşama asırlar var sanki.. Gün gözümde büyüdükçe büyüyor..

Kahvaltımız bitmek üzereydi.. Benim sırtım dönük insanlara ve en köşede kalan masadayız.. Herkese hakimiz bulunduğumuz yerden... Bir anda o sesleri duydum...O an içimden yükselen hayıııııııırrrr'ları  bi kaç kez sesli de söylemiş olacağım ki, masadan tepki dolu bakışlar aldım... Evet tahmin edeceğiniz gibi o seslerin sahipleri : DAVUL ve ZURNA idi... O an felç geçirsem yeriydi... Hayatta gerçekten nefret ettiğim bir müzik aleti varsa o da zurnaydı... O ince yırtık ses mikrofon desteğiyle alabildiğine devleşmişti.. sanki o zurnanın ucunda pirena dişleri vardı da kulak zarıma saldırıp kemiriyordu beni.. Tabi bunlar daha arkamı dönmeden kendi kendime düşündüklerimdi... Arkamı bir döndüm ne göreyim 100 kişi halaya kalkmıştı... Neden bu insanlar sabahın 11'inde halay çekiyordu ? Neden çekiyorlardı bu halayı ? Ben neden bu kadar yabancı olduğum topluluk içinde saatlerimi geçirmek zorundaydım.. Hemen kaçış planları yaptım.. İstanbuldaki tüm arkadaşlarımı aradım.. Bir çoğu şehir dışındaydı.. Olanların da bulunduğum yere mesafesi en az 2 saatti...Baktım yapacak bişey yok hamak kurduk.. Müzik çalarımı taktım kulağıma gökyüzünü seyre daldım.. Amacım kendimi uykunun güvenli kollarına teslim edip farketmeden saatlerin su gibi akıp geçmesini sağlamaktı... Ama o da olmadı.. Öyle bir rüzgar esiyordu ki, bizim masadaki herkesin montu hırkası üstümde olmasına rağmen bana mısın demiyordu.. Resmen donuyordum.. Bir de yeni ameliyat olduğum için suratıma o kadar rüzgar yemek beni iyiden iyiye sersemletmiş bi o kadar da huzursuzlaştırmıştı... Anladım ki bu günü yaşamaktan başka çarem yok.. Döndüm geri bizimkilerin masasına.. O andan sonra bir daha gözümden çıkarmadığım kocaman gözlüğümle üst üste ağlama - sinir krizi karışımı olaylar yaşadım.. 19:00'da alandan ayrılmak üzereydik.. Bittiğine inanamamıştım.. 10 saattir çalan davul zurnanın, kalan saat dilimindeki bağlama sesinin kesilmiş olması... Duygularım tarifsizdi.. Kurtulmuştum..

Sonra günün başka bir evresi başlamıştı.. Tuzlaya Eylem'lere doğru yol alıyorduk.. Hemen duş alıp dışarı atacaktık kendimizi.. Öyle de oldu... Eylem Tuzla'nın dar şirin sokakları arasında arabayla gezdiriyordu beni... Ama o kadar negatif yüklüydüm ki, hemen deniz kenarında bir yere inip nefes almak istiyordum.. Sonrasında çook şirin bir kafe- bar'a oturduk.. Oldukça loş ve otantik olan mekanda çaylarımızı kahvelerimizi içmeye başladık... Yanında da inanılmaz keyifli bir sohbet... Saatler geçip gidiyordu.. Huzura kavuşmuştum.. Dolunay da bize eşlik ediyordu.. Denizin üzerine serdiği ışınları milyonlarca gümüş balık gibi suyun üstünde hopluyordu...Eylem, mekan, hava herşey şahaneydi... Oradan da kalkıp Eylem'in bir başka huzur mekanına doğru yol aldık... Orada da birer kahve içtik evdekiler aradı, Gemlik'e dönme vaktimiz gelmiş.. Böylece bu güzel akşam sona ermişti..

Eve gittikten hemen sonra yola çıkmak üzere ayaklandık... Daha Gemliğe varmamıza 3 saat vardı... Yorgunluktan ve uykusuzluktan bitkin düşmüş müzik dinliyordum... Nihayet evimizdeydik..Hemen uyudum...

Bu esnada Taner'le de şöyle bir durum oluştu... İlgisiz ve sanırım tekrar barıştığımıza pişmandı.. Ne arıyor ne de mesaj atıyordu... Bu bir Ezgi-Taner ritüeliydi... Her zaman yanlış zamanlarda birbirimize adım atıyorduk.. Ne zaman ben ona tüm kalbimle bağlanıp gelsem onun kafası karışık ne zaman o bana gelse ben soğuk oluyordum... Bu böyle devam ediyordu işte..

Son şarkımı O'na ithaf ederek yazımı sonlandırmak istiyorum...


Şimdilik hoşca kalın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder